19 Temmuz 2012 Perşembe

AÖF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 3. SINIF XVI. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI 5. ÜNİTE

KLASİK DÖNEM DİVAN ŞAİRLERİ II LAMİÎ ÇELEBİ (1472-1534) Lamiî Çelebi iyi eğitim görmüştür. Ahaveyn olarak tanınan Karamanlı Ahmet ve Meh¬met Efendiler ile Fenarizade gibi dönemin tanınmış bilginlerinden ders almıştır. Lamiî Çelebi, şair ve yazar olarak II. Bayezit döneminde adını duyurmaya başlamışsa da asıl şöhretini Yavuz Sultan Selim döneminde kazandı. Hüsn ü Dil adlı eserini Yavuz Selim'e takdim etmiştir. Daha sonra Kanunî Sultan Süleyman ve veziri İbrahim Paşa'yla da ilişki kurdu. Belli bir ilmî birikime ulaşan Lamiî Çelebi, dönemin ünlü mutasavvıflarından Nak-şi şeyhi Emir Ahmed-i Buharî'ye bağlandı. Emir Buharî aracılığıyla Nakşiliğe girince yolu, üstat kabul ettiği Ali Şir Nevayî rahman Camî ve Abdur- ile kesişti. Lamiî Çelebi, kırka yakın manzum, mensur; telif ve tercüme eseriyle şiir ve nesir ala¬nında adını duyurmuştur. Kendisinden önce yaşamış ve kendi döneminde Bursa'da yaşa¬yan tanınmış âlimlerden dersler alarak; Ebü'l-Kasım-ı Harirî, Ebü'l-Fazl-ı Hamidî, Ha¬fız, Sadî, Camî, Kemal Paşazade, Ali Şir Nevayî gibi bilgin, şair ve sanatkârların eserlerini okuyarak kendini yetiştirmiştir. Sehî, Latifî, Ahdî, Âşık Çelebi, Kınalızade Ha¬san Çelebi ve Beyanî onun eserlerinden övgüyle söz etmişler. Âşık Çelebi, onun için "şi'r ü inşâyı şîr ü şeker gibi cem' etti" diyerek hem nazımda hem nesirde çok başarılı olduğunu vurgulamış¬tır. Kendinden başka hemen herkesi tenkit eden Gelibolulu Âlî bile onun nesirde üstün olduğunu belirterek Şerefü'l-İnsan ve Şevahidü'n-Nübüvve'sini başarılı bulduğunu belirtir. Lamiî Çelebi'nin nesri konusundaki övgülerine rağmen şiirlerini "dalından ham koparıl¬mış meyve"ye benzetir. Lamiî Çelebi, devrinden itibaren "mükemmel ve mürettep divan sahibi" olarak tanı¬nır. Divanı dışında bilinen on altı manzum eseri vardır. Bir hamse yazmanın bile çok bü¬yük başarı sayıldığı bir dönemde o, iki hamse oluşturacak kadar eser yazmayı başarmıştır. Türk edebiyatında mesnevi sahasında seçkin bir yere sahiptir. Ayrıca mesnevilerinde ken¬di zamanına kadar ele alınmamış konuları ele alma cesaretini göstermiştir. Lamiî Çelebi'nin eserlerinde tasavvufi bilgi ve kültür önemli bir yer tutar. Erken yaş¬larda Bursa'nın manevi ikliminden etkilenerek tasavvuf yoluna meyletmiş, devrinin ta¬nınmış mutasavvıflarından Emir Ahmed Buharî'ye bağlanmış, Nak¬şibendi tarikatına girmiştir. Kendisi gibi Nakşi olan Abdurrahman Camî ile tanışmış, onun pek çok eserini Türkçeye çevirerek "Camî-i Rum" lakabını almıştır. Lamiî Çelebi'nin üstün yönleri : 1. Üretken (velud) bir şair ve yazardır. 2. İki hamse sahibidir. 3. Nesirde üstattır. 4. Mükemmel ve mürettep divan sahibidir. 5. Âlim şairlerdendir. 6. Abdurrahman Camî'den yaptığı tercümelerle Camî-i Rum diye anılır. Eserleri Lamiî Çelebi, serdefter İskender Çelebiye yazdığı bir mektubunda manzum ve mensur eser sayısının 35’e çıktığını belirtmiştir. Türk edebiyatının en üretken şairlerindendir. Çok fark¬lı türlerde yazdığı eserlerinin bir kısmı telif, bir kısmı tercümedir. Beş mesneviden oluşan hamse yazma geleneğini sürdürmüş, iki hamse oluşturacak kadar eser kaleme almıştır.Fars şiirinde örnekleri olduğu hâlde Türk edebiyatında daha önce ele alınmayan Vamık u Azra, Vîs ü Ramin gibi mesneviler ilk defa Lamiî Çelebi tarafından yazılmıştır. Ab-durrahman Camî'nin siyer türündeki Şevahidü'n-Nübüvve'sini, evliya tezkiresi türündeki Nefehâtü'l-Üns'ünü, felsefi-alegorik aşk mesnevisi Salaman u Absal'ını Türkçeye çevirmiştir. Lamiî Çelebi'nin en önemli eserlerinden biri de divanıdır. Şehrengiz-i Bursa ve Hayret-name'sini de içine alan Lamiî Divanı, divan şiirinin dayandığı sanat anlayışının anlatıldığı bir dibace ile başlar ve beş defterden oluşur. GELİBOLULU MUSTAFA ÂLÎ (1541-1600) Adı Mus¬tafa, mahlası ilk zamanlarda Çeşmî, sonraları Âlî'dir. Gelibolulu Mustafa Âlî olarak anıldı. Daha on dokuz yaşında Kütahya'da şehzade Selim (II. Selim)'in divan kâtipliğini yapmıştır. Heft Meclis adlı eserini Sokullu Mehmet Paşa'ya sunmuştur. III. Murat'ın padişah olmasıyla ona bazı kasideler ve Zübdetü't-Tevarîh'i sundmuştur. Halep’te yürüttüğü bu görevi sırasında Nüshatüs-Selatîn'i yaz¬dı. Burada hazırladığı Nusretname ve Camiu'l-Buhur Der-Mecalis-i Sur adlı eserlerini pa¬dişaha sunmak için 1583'te İstanbul'a geldi. Riyazüs-Salikîn adlı eserini yazarak III. Murat'a sundu. III. Mehmet tahta geçti. Âlî ona güzel bir cülusiye yazdı. İsterse tekrar yeniçeri kâtipliğine getirilebileceği söylendiyse de Künhü'l-Ahbar'ı yazdığını bahane ederek kabul etmedi. XVI. yüzyılda tarihçi, şair, bürokrat ve aydın olarak tanınan Mustafa Âlî, dört divan tertip etmiş, hamse oluşturacak kadar [Mihr ü Mah, Riyazüs-Salikîn, TuhfetÜl-Uşşak, CamiÜl-Buhur Der-Mecalis-i Sur, Mihr ü Vefa] mesnevi yazmış bir şairdir. Divanlarda hemen hemen her nazım biçiminden örnekler vardır. Bunlar arasında diğer divanlarda sık görülen kaside, gazel gibi nazım biçimlerinin yanında, pek çok divanda bulunmayan bahr-ı tavil gibi örnekler de Âlî Divanında yer alır. (Bahr-ı tavîl: Aruzun fe'ilâtün, mefâ'îlün, müstef'ilün cüzlerinden her birinin istenildiği kadar tekrarıyla yazılan şiirdir. İlk örneklerine XV. yüzyıldan itibaren hemen her yüzyılda az sayıda da olsa bahr-ı tavil yazılmıştır.) Âlî, divanlarında bulunan 1549 gazeliyle; Edirneli Nazmî, Muhibbî, Halepli Edip ve Zatî'den sonra en çok gazel yazan divan şairleri arasında yer alır. Fars şairle¬rinden Hafız-ı Şirazî ve Molla Camî'den etkilenir. Divan şiirinin bütün imkânlarını kullanır. Gazel biçiminde övgü şiirleri söyler. Aru¬zun imkânlarını yoklar. Bu bakımdan şiirlerinde yirmi dört farklı aruz kalıbı kullanır. Gün¬lük hayatın her türlü sahnesini şiirlerinde işler. Osmanlı coğrafyasından yer adları, yerel ifadeler şiirlerinde geçer. Âlî'nin şiirlerinde sosyal hayatın izleri görülür. İstanbul'la ilgili kasidesi, gûy u çevgân oyununu anlattığı manzume¬si, hayvan mersiyesi ve şehrengizi ile farklı konulara eğilmiştir. Bunlar arasında Âlî'nin kö¬peğine yazdığı mersiyeler, konu yelpazesinin ne kadar geniş olduğunu gösteren en güzel örneklerdendir. Eserleri Manzum ve mensur olarak elliden fazla eser vermiştir. Hemen hemen her türde ve konuda eser sahibidir. Tarih ve biyografi [Künhü'l-Ahbar, Nusretname, Menakıb-ı Hünerveran], münşeat [Menşeü'l-İnşa ve Münşe¬at], menkıbe [Mirkatü'l-Cihad], siyasetname [Nasihatüs-Selatin], tercüme ve çeşitli konu¬larda yazdığı risalelerin yanında divanları vardır. Âlî birden çok divan tertip eden ve divanlarına özel adlar veren şairlerdendir. Dört di¬vanı vardır. Gençliğinde yazdığı şiirleri birinci divanında toplamış, daha sonra yazdığı şi¬irlerini hayatının dönemlerine göre tasnif ederek Varidatü'l-Enîka ve Layihatü'l-Hakîka adlı iki ayrı divanda bir araya getirmiştir. Ömrünün son yıllarında yazdığı şiirlerini de dördüncü divanına almıştır. Ayrıca, gazellerinden seçtiği yüz matla beytini bir araya geti¬rerek Gül-i Sad-berg'i; Varidatü'l-Enîka ve Layihatü'l-Hakîka adlı divanlarından seçmeler yaparak başına bir mukaddime eklemek suretiyle Sadef-i Sad-güher'i tertip etmiştir. Ham¬se oluşturacak kadar mesnevi yazmıştır. BAĞDATLI RUHİ (1534/35-1605/6): bağdat’ta doğup büyüdüğü için Ruhi-i Bağdadi (Bağdatlı Ruhi) diye anıldı. Ruhî, en çok gazel yazan divan şairlerindendir. Gazelle¬rinde lirik bir söyleyiş tarzı ve rintçe bir eda vardır. Ancak bu özelliğin, mahlasından da anlaşıldığı gibi onun iç dünyası ile de ilgili olduğunu belirtmek gerekir. Ruhî, zaman zaman kendi şiirlerinden söz ederken gazellerine farklı bir güven duyduğunu açığa vurur: Gam yimem kadh-i adûdan ki benem ey Ruhî Bildürür rütbemi erbâb-ı kemâle gazelüm Ruhî, sosyal hayata ve hadiselere duyarlı bir divan şairidir. Belki de bu yüzden şiirle¬rinde söz ve mana oyunlarına fazla yer vermez ve yine bu yüzden şiirlerine akıcılık ve sa¬delik hâkimdir. Divanında konuşma dili ile söylenmiş mısralar çoktur. Bazı gazellerinde dinî konuları işlemiştir. Bilhassa her harfle yazılan gazellerin birinci¬leri bu türdendir. Bü¬tün bunlara rağmen Ruhî; Mevlana ve Yunus Emre gibi bir mutasavvıf değildir. Şiirlerin¬de görülen tasavvufi remizler ise ilahî aşkın vahdet ve kesret meselelerinin onun şiirleri¬nin dokusuna işlenmiş olmasından başka bir şey değildir. Mistik yaradılışlı ve bir yere veya kimseye gereğinden fazla bağlanmayan bir şair ol¬duğu için onun Mevlevi, Bektaşi, Hurufi olduğuna dair farklı görüşler ileri sürülmüştür. Oysa onun gazellerine bakılırsa Rumelili şairlerin yaptığı gibi tasavvuf coşkusunun, gün¬delik hayatın başkaları tarafından yeterince fark edilmeyen ayrıntılarının sade bir anla¬tımla sunulduğu görülür. Fuzulî'nin Şikâyetname olarak tanınan mektubunda dile getirdiği aksaklıkları Ruhî, gazel formunun elverdiği ölçüde işler ve özellikle "eksilmede" redifli gazelinde, artık yok olmaya yüz tutmuş değerlerin ardından duyduğu acıyı dile getirerek çağının tanığı ol¬duğunu gösterir. Ruhî'nin gözlemci ve eleştirel bakışının tam ola¬rak örtüştüğü terkib-bendi, şöhretinin bugünlere ulaşmasında etkili olmuştur. Ruhî'nin terkib-bendine Cevrî, Samî, Fehim, Vehbî, Kabulî, Leyla Hanım ve Şeyh Galip başta ol¬mak üzere pek çok şair nazire söylemiştir. En meşhuru ise Ziya Paşa tarafından yazılan naziredir. Ruhî, fırsat buldukça kendi kabiliyetinden, şairliğinden, kendi devrinde şairlik tasla-yanların hatalarından da söz eder. Bu beyitlerden onun şiir ve şairden ne anladığını tes¬pit etmek mümkündür. Ona göre, birkaç beyit yazmakla şair olunmaz. Şair olabilmek için çok sayıda başarılı şiire sahip olmak gerekir. Başarılı şiir ise hoş ve güzel edalı, kelimeleri iyi seçilmiş, ruhu olan şiirdir: Bir iki beyt-i mevzûn dimeğe herkes de kâdirdür Hüner Ruhî gibi rengîn-edâya sâhib olmakdur Dili gayet sade ve akıcı olup çağdaşı diğer bazı şa¬irlerin şiirlerine göre tamlamalar ve yabancı kelimeler sayıca azdır. Söz ve mana sanatları¬na fazla itibar etmeyen Ruhî, akıcı bir üslup yakalama gayretinde olmuş ve içinden geldiği gibi söylemiştir. Mevlana, Fuzûlî, Bâkî gibi şairlerden tabii olarak etkilenmiş, beğendiği şi¬irlere nazireler yazmıştır. O, asıl şöhretini terkib-bendi ile yapmıştır. Bağdatlı Ruhî'nin bilinen ve mevcut olan tek eseri Türkçe divanıdır. Sadece İstanbul kütüphanelerinde on sekiz yazma nüshası vardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder