19 Temmuz 2012 Perşembe

AÖF 2. SINIF TDE 8-13.YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI 5. ÜNİTE

XII-XIII. Yüzyıllarda Anadolu'da Gelişen Tasavvufî Türk Edebiyatı Selçukluların siyasî hâkimiyet kurmak amacıyla yaptığı sürekli savaşlar, taht kavgaları, Moğol istilâsı ve ardından Moğollara ödenen ağır vergiler sonucunda düzen ve asayişin bozulması üzerine yaşama gücü oldukça zorlaşan Anadolu halkı, uzun süre barış ve huzur yüzü görememiştir. Böyle bir ortamda ortaya çıkan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (öl. 1273), Sühreverdî (öl. 1234), Âhî Evren (öl. 1261), Muhyiddîn-i Arabî (öl. 1240) ve Sadreddîn-i Konevî (öl. 1274) gibi mutasavvıf şahsiyetler, Farsça ve Arapça yazdıkları eserlerle, oku¬muş çevrelerde tasavvufu yaymışlardır. Bunların yanında Anadolu'ya Horasan'dan gelen Yesevî dervişleri dinî, tasavvufî düşünceleri halk arasında yayarak onları ilâhî aşkın hu¬zuru ile rahatlatmaya çalışmışlardır. Bunun sonucunda hem şehirlerde oturan halk hem de göçebe Anadolu insanı, manevî güç bulduğu tasavvufa yönelmiş ve tekkelerin etrafın¬da toplanmıştır. Anadolu'da İslamiyeti Türkçe olarak anlatan bir dil ile buna da¬yalı bir tasavvuf edebiyatı ortaya çıkmıştır. Şehirde yetişmiş aydın tabaka sufileri Farsça şiir¬ler söylerken, Anadolu'ya yayılan Yesevî, Haydarî ve Bektaşî dervişleri de Türkçeyi kullanarak tekke edebiyatını meydana getirmişlerdir. Anadolu'da ortaya çıkan bu dinî-tasavvufî edebiya¬tın ilk temsilcileri, Mevlânâ, Sultan Veled ve Yunus Emre'dir. MEVLÂN CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ Mevlânâ'nın doğduğu Belh şehri, Horasan'ın önemli merkezlerinden biriydi. Horasan, bugünkü sınırlara göre Türkmenistan'daki Merv, İran'daki Nişabur ve Afganistan'daki Herat ve Belh şehirlerinden oluşmaktaydı. Ailenin Horasan'dan hareketle dolaştığı bölgelerde Hârezmşahlar, Abbasi Halifeliği Eyyûbîler, Mengücüklüler ve ve sonuçta vardığı Konya'da ise Anadolu Selçukluları hakim durumdaydı. İslam dünyasında hürmet belirtmek için önemli kişilerin isimlerinin önünde kullanı¬lan "efendimiz" anlamındaki "mevlânâ" lakabı, Mevlânâ Celâleddîn Muhammed'le birlik¬te özel bir isme dönüştü. Hüdâvendigâr, Hünkâr, Hazret-i Mevlânâ, Mevlevî, Şeyh, Mollâ-yı Rûmî, Rûmî ve Hazret-i Pîr lakap ve unvanları da Mevlânâ için kullanılmıştır. "Hazret-i Mevlânâ" ve "Hazret-i Pîr" gibi saygı hitapları, Mevlevî çevrelerinde ve Anadolu'da daha çok tercih edilmiştir. Bugün İran ve Pakistan'da "Mevlevî", Batı'da "Rûmî", onun için kul¬lanılan lakaplardır. Çocukluk dönemi dışındaki yıllarını "Diyâr-ı Rûm"da geçirdiği ve bu bölgedeki Konya'yı vatan edindiği için "Rûmî" (Rum ülkesinden; Anadolulu) sıfatıyla anılmıştır. Bunların yanı sıra vatan edindiği şehre işaret etmek üzere XIII. asırdan itibaren Konevî (Konyalı) sıfatı da adıyla birlikte birçok eserde yer almıştır. İlk eğitimini babasından alan Mevlânâ, Muhyiddin-i Arabî, Sadeddin-i Hamavî, Osmanü'r-Rûmî, Necmeddin-i Kübrâ'nın müridlerinden olan Evhadüddin-i Kirmanî ve Sadreddin-i Konevî gibi sûfîlerden dersler almıştır. Daha sonra babası Bahâeddîn Veled'in öğrencisi olan Sey-yid Burhâneddin Tirmizî, Mevlânâ'ya tasavvufla ilgili bilgileri öğretmiş ve onun düşünce dünyasının şekillenmesinde etkili olmuştur. Mevlânâ'nın hayat hikâyesinde Tebrizli Şems'in özel bir yeri vardır. Kaynaklarda Konya'daki karşılaşmalarıyla ilgili farklı rivayetler vardır. Mevlânâ'nın yalnız Şems'in varlığı ve dostluğu ile yetinmesi ve aralarındaki samimi¬yet, Mevlânâ'nın öğrenci ve müritlerinde, kendileriyle önceki gibi ilgilenilmediği için bü¬yük hoşnutsuzluğa ve Şems'ten yakınmalarına sebep oldu. Bunun üzerin Şems, 11 Mart 1246'da Konya'yı terk ederek Şam'a gitmiştir. Şems'den ayrılmanın üzüntüsüyle kendisini daha fazla şiire veren Mevlânâ, bu hasretle 48 bin beyti bulan Divan-ı Kebir'i yazmaya başlamıştır. Şems'e olan sevgisinden eserinde Şems ve Hâmûş kelimelerini mahlas olarak kullanmıştır. Divanı, Şems'e izafeten Divan-ı Şems adı ile anılmıştır. Mevlânâ, arayış ve üzüntülerden sonra kendisine "nâib ve halife" olarak Konyalı ku¬yumcu Şeyh Selâhaddin'i seçti. Onunla on yıl bir arada bulundu. Mevlânâ'nın eserlerinde Şems-i Tebrîzî'den sonra üstün sıfatlarla en çok andığı ikinci kişi olan Ahî-Türkoğlu Hüsâmeddin Hasan onun hemdemi ve halifesi olarak büyük kabul gördü. Mevlânâ, Hüsâmeddin Çelebi'nin ısrarıyla, müritlerine sülûk âdâbını öğretmek amacıyla Mesnevî'yi yazdı. Mevlana ölünce onun yerine Hüsâmeddin Çelebi halife oldu. Mevlevî tarikatının ilk şeyhi olan Hüsâmeddin Çelebi, Mevlânâ'nın ölü¬münden vefat etmiş ve yerine Sultan Veled geçmiştir.Mevlânâ, Hüsâmeddin Çelebi'yi Mesnevisinde anmış ve eserini ona ithaf ederek ismini Hüsamî-nâme koymuştur. Mevlânâ'nın Edebî Kişiliği ve Eserleri Recaizâde Ekrem'in "zerrâttan şümûsa kadar her şey şiirdir" sözü Mevlânâ'da asırlar öncesinde kendini göstermiştir. Eserlerinde daha çok tasavvufla ilgili konular üzerinde durur. Tasavvufun temel noktası olan "vahdet-i vücûd" (=varlığın birliği) ve ilahî aşk konularını geniş olarak ele alır. Farsça yazmakla birlikte şiirinde Türk zevki hemen kendini gösterir. Bazı gazelle¬ri, musammat gazel örnekleri olarak karşımıza çıkar. Mısraların ortada ve sonda kafiyelenerek bir beytin dört mısra haline getirilmesi de Mevlânâ ile başlamıştır. Bu durum daha sonraki şairlerde özellikle Yunus Emre ve Nesîmî'de yaygın şekilde kendini gösterecek ve Türk şiirinin Eski Türkçeden gelen bir görünümü olacaktır. Mevlânâ'nın eserlerini kaplayan aşk ve vecdin daha önceki örneklerini, Ahmed-i Gazzâlî ile ünlü şairler Senâ'î ve Şeyh Attâr dile getir¬miştir. Bizzat Mevlânâ eserlerinde Senâî ve Attâr'ı anmakta ve onlardan beyitler ve görüş¬ler aktarmaktadır.Gazellerinde eğitici-öğretici beyitler olduğu gibi, Mesnevî'sinde de heyecan ve coşku dolu beyitler az değildir. Söz başlarındaki edebî girişler dı¬şında sözündeki açıklık ve içtenlik, konuşma diline olan yakınlık Farsça ve Arapça beyit¬lerinin, aynı zamanda beyitleri arasındaki Türkçe ve Rumca ifadelerinin ortak özelliğidir. Onun şiiri, Horasan üslubu veya Türkistan tarzı diye bilinen Moğol öncesi Horasan ve Mâverâünnehir şairlerinin üslubunun özelliklerini taşımaktadır. Ancak kelime ve cümle yapı¬ları itibariyle Horasan üslubunun özellikleri Mevlânâ'nın şiirinde öne çıksa da bazı dil özellik¬leriyle muhteva ve anlam zenginliği bakımından Irak üslubuyla buluştuğu noktalar da vardır. Mevlânâ'nın en önemli iki eseri, her ikisi de manzum olarak yazılan Mesnevi (=Mesnevî-i Manevî) ile Divan-ı Kebiridir. Bunların dışında kalanları ise başkaları tara¬fından derlenen mensur eserlerdir. 1. Divan-ı Kebir: Mevlânâ, hemen tamamı gazel, tercî' ve rubailerden oluşan Divan-ı Kebir, diğer adıyla Külliyât-ı Şems'te özellikle ilahî aşkını, mazmun ve remizlerle şiirin imkânlarını kullanarak anlatmıştır. Divan-ı Kebir, duygu yüklü ve oldukça hacimli bir eser olup içinde yer alan şiirle¬rin büyük bir kısmı Şems-i Tebrizî'ye duyulan sevginin ve hasretin terennümüdür. Ay¬rıca Selahaddin-i Zerkub ve Hüsâmeddin Çelebi için söylenmiş şiirler de bulunmakta¬dır. Bu şiirler içinde rüba'îler dikkat çekmektedir. Yer yer Mesnevî'de olduğu gibi öğreti¬ci ve eğitici beyitler de içeren gazellerini, 50'yi aşkın farklı vezinde söylemiştir. Mahlas yerinde Tebrizli Şems'in adının birkaç şekilde Şems, Şems-i Tebriz (Şems-i Tebrizî, Şemsü'l-Hakk-ı Tebrizî) vb. bulunması nedeniyle bu eser için daha çok Divan-ı Şems-i Tebrîzî adı kullanılmaktadır. Kırk bin civarında beyitten olu¬şan ve çeşitli yazma nüshaları bulunan eserin ilk tenkitli yayımı, B. Furûzânfer tarafından Külliyât-i Şems yâ Divan-ı Kebir adıyla yapılmıştır. Değişik dillerde yapılmış çevirileri bu¬lunan Divan-ı Kebir’in batı dillerine yapıl¬mış çevirileri arasında en tanınmış olanı Nicholson'un yaptığı çeviridir. 2. Mesnevî: Anadolu'da asırlar boyunca birlikte okunan Farsça önemli birkaç kitap¬tan biri, Mevlânâ'nın Mesnevî'sidir. Türkçeye çok sayıda çevirisi yapılan ve şerhler yazı¬lan Mesnevî'yi ezberleyip icazet aldıktan sonra dinleyicilere okuyup açıklayan kişilere Mesnevîhân (Mesnevi okuyan) unvanı verilmiştir. Mesnevî, Mevlânâ'nın sırdaşı Hüsâmeddin Çelebi'nin ısrarları üzerine yazılmıştır. Eserin ilk on sekiz beytini kendisi yazmış, daha sonra o söylemiş ve Hüsâmeddin Çelebi yazmıştır. Mesnevî'ye hatimeyi (=sonucu) Sultan Veled yazmıştır. Mevlânâ tarafından Hüsâmî-nâme adı ile de anılan bu eser, tarikata mensup olanları (müritleri) ve acemileri irşat etmek ve toplumun eğitimi için yazılmıştır. Mevlânâ'nın Mesnevisi ile Divanı arasında benzerlikler de vardır. Abdülbaki Gölpınarlı'nın tespitlerine göre bazı gazelleri Mesnevî'deki hikâyelerin özeti durumun¬dadır. Ayrıca anlatım açısından Mesnevî didaktik olmasına rağmen lirizm yönü de bulu¬nan bir eserdir. Kaynak olarak Kuran ve hadislere dayanan Mesnevî'de konunun gelişine göre Kelîle ve Dimne'den, Mantıkut-Tayrdan hikâyelere yer verilmiş, Hakîm Senâî'nin Hadîkatü'l-Hakîka'sından da yararlanılmıştır. Mevlânâ hikâyelerini doğrudan değil, başka hikâyelerle zincirleme olarak, iç içe bir şekilde anlatır. Böylece konu içinde konuyu, hikâye içinde hikâyeyi devam ettirerek sonuca en iyi şekilde ulaşır. Bu anlatım tarzı başka şairlerde gö¬rülmez. Türk edebiyatında Mesnevî kadar başka bir eser etkili olmamıştır. Kendinden sonra dinî-ahlâkî konularda yazılan çok sayıda eseri etkileyip onlara kaynaklık etmiş olan Mesnevî, yüzyıllar boyu Mevlevî tekkelerinde okutulmuştur. Osmanlı döneminde Mesnevî'nin tamamını tercüme veya şerh edenler; Sürûrî , Sûdî, Şem'î, İsmail Rüsûhî Dede , Yûsuf Dede, Nahîfî, Şâkir Mehmed, Mehmed Murâd'dır. Sürûrî'nin oldukça hacimli olan şerhi, Farsça; Yûsuf Dede'nin Ankaravî'den özet¬leyerek yaptığı şerh, Arapça; diğerleri Türkçe'dir. Nahîfî ve Şâkir Mehmed'in eserleri, man¬zum tercümedir. 3. Fîhi Mâ Fîh: "Onun içindeki odur" veya yorumla, "ne varsa onda var" anlamına ge¬len bu eserde, Mevlânâ'nın bazı sohbetleri sırasında sorulan sorulara verdiği cevaplara; tasav¬vuf, din, ahlak ve felsefe ile ilgili görüşlerini anlattığı, dünya, insan ve şiir anlayışından söz ettiği konuşmalarına yer verilmiştir. Bu eser de, diğer eserlerinin çoğunda olduğu gibi Sul¬tan Veled ve ona bağlı kimseler tarafından tutulan notlar olup vâkıât (=ders notları) türünün Anadolu'daki ilk örneğidir. Söyleniş zamanları belli olmayan eserin bölümleri, yazmalar ve yayımlarda biraz farklılık arz etse de birbirine yakındır. Fîhi mâ fîh Mevlânâ'nın diğer eserle¬rinden, babasının Maârifinden ve Tebrizli Şems'in Makâlâfından izler taşımaktadır. 4. Mecâlis-i Seb'a: Mevlânâ'nın yedi vaazının yakın çevresi tarafından kaydedilip bir araya getirilmesiyle meydana gelen bir eserdir. Her vaazda ele alınan bir hadis, çeşitli ör¬nekler ve hikâyelerle açıklanmıştır. Mevlânâ'nın bu eseri, gerek üslup ve gerekse konular yönünden diğer eserleriyle benzerlik ve bütünlük taşımaktadır. Eserde Divan-ı Kebir'den ve Mesneviden beyitler de bulunmaktadır. 5. Mektûbât: Mevlânâ'nın devlet adamlarına, dönemin ileri gelenlerine, dostlarına ve oğullarına yazdığı 150 kadar mektubun toplanmasıyla meydana gelen bir eserdir. 6. Mülemmaları ve Türkçe Şiirleri: Mevlânâ'nın bir Türk şairi olduğunu gösteren bu şiirler, bazı araştırıcılar ve ilim adamları tarafından zaman zaman yayımlanmışlarsa da, Hasibe Mazıoğlu tarafından topluca yayımlanmıştır. Buradaki şiirlerden Türk edebiyatında şiir yazan ilk şairin de Mevlana olduğu anlaşılmaktadır. Mevlânâ'nın ve Mesnevî'sinin Türk Edebiyatındaki Yeri Mevlânâ düşünceleriyle ve sanatıyla bilgin, ârif ve şair kimliklerini buluşturmuş, dün¬ya değerlerine iltifat etmeyen âşık bir şair kimliği oluşturmuştur. Mevlânâ'nın Türk edebiyatında önemli bir yeri vardır. Bunu iki maddede ele almak mümkündür: 1. Şahıs olarak Mevlâna'nın Türk edebiyatındaki yeri. 2. Mesnevî'sinin Türk edebiyatındaki durumu ve Türk şair ve yazarların Mesnevî'yi ele alış şekilleri. Mevlânâ'yı üstat ve mürşit (=rehber) olarak kabul eden şair ve yazarlar, ona olan hür¬met ve hayranlıklarını söylemekten geri kalmamışlardır. Bu sevgi ve hayranlığın ilkine Şeyyâd İsa'da rastlanır. Şeyyâd İsa Ahvâl-i Kıyâmet adlı mesnevisinde başta Mevlânâ olmak üzere Sultan Veled ile Ârif ve Âbid Çelebi'lere yer vermiştir. Yunus Emre ve Gülşehrî de Mevlânâ'ya şiirlerinde yer vererek onu övmekten geri kalmamışlardır. Yine XIV. yüzyıl şairlerinden Elvan Çelebi, onun hakkında şiir söylemiştir. Osmanlı âlimlerinin de Mevlânâ'ya ilgisi büyük olmuştur. Örnek olarak Osmanlı'nın ilk şeyhülislâmı kabul edilen Molla Fenârî, Şerhu Dîbâceti'l-Mesnevî adlı risalesiyle Mesnevî'nin önsözünü Arapça olarak şerh etmiş, Mevlânâ'yı yücelterek anmıştır. Ünlü bilginlerden Kemalpaşazâde, Taşköprüzâde Isâmeddîn Efendi Mevlana’ya eserlerinde yer veren sanatçılardan bazılarıdır., Kemâleddîn Efendi (öl. 1621) de, bilimler hakkında bilgi veren Mevzû'âtu'l-'ulûm isimli eserde Mevlânâ'yı "Hanefi mezhebinin ken¬disiyle şereflendiği ve aydınlandığı büyük bilginlerden ve değerli şeyhlerden biri, Konyalı Hazret-i Mevlânâ Celâleddîn'dir" diyerek tanıtmaktadır. Türk edebiyatının büyük şairleri Nef'î ve Şeyh Gâlib'e gelinceye kadar çok sayıda şair Mevlânâ'ya şiirlerinde yer verirler ve onu övmekten geri kalmazlar. Aynı durum halk ede¬biyatı içinde yer alan şairlerde de görülür. Yine XIV. yüzyıl şairi Âşık Paşa Garîb-nâme'sindeki para bulan Türk, Arap, Fars ve Ermeni'nin buldukları para ile üzüm almak istemelerini anlattığı hikâyelerini Mesnevî'den almıştır. Bunun yanında Mesnevi'yi geniş bir şekilde ele alıp tercüme ve şerh eden şairler de vardır. Bunların ilki olan Mu'înî, Mesnevî'nin birinci cildinin ta¬mamını tercüme ve şerh etmiştir. Mesnevî'nin hemen her yüzyılda Türkçe tercüme edil¬mesi ve şerhinin yapılması günümüze kadar devam etmiştir. Mevlânâ'ya bağlı olan, Mevlevî sıfatını kullanan şahsiyetler yanında Mevlânâ'yı sevip sayan pek çok kişinin kendileri veya şiirleriyle ilgili eserler kaleme alınmıştır. Örnek ola¬rak Mevlevî şairleri bir arada tanıtmak için XVIII. asırda Sâkıb Dede, Sefîne-i Mevlevîye; Esrâr Dede Tezkire-i Şuarâ-yı Mevlevîye adlı kitapları kaleme al¬mıştır. SULTAN VELED Sultan Veled, ilk eğitimini babasından almıştır. Konya'da ve Şam'da çeşitli âlimlerden, özellikle baba¬sından medrese ilimlerini öğrendiği gibi, Seyyid Burhâneddin Tirmizî, Şems-i Tebrizî, Hüsâmeddin Çelebi'ye kadar birçok büyük sûfîyle ve zamanın âlimleri ve şairleriyle sürek¬li münasebetlerde bulunarak ilim ve sülûk yönünden yükselmiştir. Onun yetişmesinde, inanış ve duyuş tarzı ile düşüncelerenin şekillenmesinde babasının büyük bir etkisi vardır.(Sülük; bir tarikatta manevi mertebe kazanmaktır. Seyr-i Sülük, tarikattaki kişinin Tanrı,ya ulaşmak için yaptığı manevi yolculuktur.) Sultan Veled, eserlerini Farsça yazmakla birlikte epeyce Türkçe şiirleri de bulunmak¬tadır. Bu açıdan O, Ahmed Fakîh ile birlikte, Anadolu Türk edebiyatında bir öncü duru¬mundadır. Sultan Veled'in sistemli bir tarikat haline getirdiği Mevlevîlik, Anadolu Türk¬lüğünün yetiştirilmesinde ve terbiye edilmesinde önemli rol oynamış, Tarikatın ilk şeyhi de Hüsâmeddin Çelebi olmuş, vefat etmesi ile yerine Sultan Veled geçmiştir. Sultan Veled, az da olsa, gerçek manada Türkçe gazel ya¬zan ilk şairdir. Sultan Veled'in Farsça yazdığı bilinen beş eseri bulunmaktadır. Divan'dan başka İbtidâ-nâme, Rebâb-nâme, İntihâ-nâme mesnevileri ile nesir olarak yazdığı Maârif adlı eseri var¬dır. Sultan Veled'in devrinde velûd (=çok eser veren) bir şair olduğu görülür. 1. Divan:Kaside, gazel, terci-bend ve rüba'î gibi çeşit¬li nazım şekilleri yer alan eserde otuza yakın vezin kullanılmıştır. Divan'ın ga¬zeller bölümünde Türkçe-Farsça-Rumca yazılmış mülemma manzumeler de bulunmak¬tadır. Şiirler vezinlere ayrılarak alfabetik bir sırada yazılmıştır. Divandaki Türkçe beyitleri Veled Çelebi ile Feridun Nafiz Uzluk tarafından yayımlanmıştır. 2. İbtidâ-nâme: Sultan Veled’in ilk mesnevisi olan bu eserde 76 Türkçe beyit bulunmaktadır. Fe'ilâtün mefâ'ilün fe'ilün vezninde yazılan eserin kaynağı Mesnevidir. 3. Rebâb-nâme:Bu eser mesnevi vezni (fâ’ilâtün/ fâ’ilâtün/ fâ’ilün) ile yazılmıştır. Bu eserin ibtida-name’den farkıMevlana hakkında geniş bilgi verilmesidir. 4. İntihâ-nâme: Bu eser Sultan Veled'in üçüncü mesnevisidir. Bu da Mesnevî vezni ile yazılmış büyük bir öğüt kitabıdır. İntihâ-nâme, Muhyî tarafından XIV. yüzyıl¬da aynı vezinle Mesnevî-i Veledî adıyla Türkçe manzum olarak tercüme edilmiştir. 5. Maârif: Farsça mensur bir eserdir. Eserde Senâî ve Mevlânâ'dan şiirlere de yer verilmiştir. Sultan Veled'in dinî, ahlâkî öğütlerinin yer aldığı bu eseri, Meliha Tarıkâhya (Anbarcıoğlu) tarafından Türkçeye çevrilerek yayımlan¬mıştır 6. Türkçe Şiirleri: Divan'da 129, İbtidâ-nâme'de 76 ve Rebâb-nâme'de 162 beyit olmak üzere 367 beyiti bulan bu şiirler bir araya getirildiğinde Ahmed Fakîh'in Kitâbu Evsâfı Mesâcidi'ş-Şerîfe'si büyüklüğünde bir eser olabilecek niteliktedir. AHMED FAKÎH Yapılan araştırmalara ve çeşitli görüşlere göre Türk edebiyatında birkaç Ahmed Fakîh adı ile karşılaşmaktayız. Bunların birincisi Konya'da yaşayan Hoca Fakîh veya Fakîh Ahmed'dir. İkincisi Bahâeddîn Veled'in öğrencisi olan Ahmed Fakîh'tir. İkinci Ahmed Fakîh'in hayatı, Mevlânâ'nın hayatı ile paralellik gös¬terir. Fuad Köprülü, Mecdut Mansuroğlu ve Hasibe Mazıoğlu, Çarh-nâme'nin şairi ola¬rak bunu gösterirler. Horasan'da doğan Hoca Ahmed Fakîh, Konya'ya gelerek Mevlânâ'nın babası Bahâeddîn Veled'den fıkıh dersleri almış, bundan dolayı kendisine Fakîh denmiştir. Ahmed Fakîh, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi'ş-Şerîfe adlı eserinde Hicaz yolculuğunu anlatmıştır. Kaynaklara göre Ahmed Fakîh'in Çarh-nâme ile Kitâbu Evsâfı Mesâcidi'ş-Şerîfe'den başka eseri bulunmamaktadır. Çarh-nâme, Eğirdirli Hacı Kemâl'in Câmiün-Nezâir adlı nazire mecmuasında yer alan, kaside nazım şekli ile yazılmış 83 beyti elimizde olan eksik bir manzumedir. Mefâ'îlün mefâ'îlün fe'ûlün vezni ile ya¬zılmış olan Çarh-nâme, yüzyılın diğer eserlerinde görüldüğü gibi dinî-tasavvufî konuların işlendiği, öğretici yanı öne çıkan bir manzumedir. Câmi'ü'n-Nezâir'de "Çarhname-i Ahmed Fakîh der bî-vefâî-i Rûzgâr" başlığı ile veri¬len bu kasideyi bilim dünyasına ilk defa tanıtan ve yazarı hakkında bilgi vererek yayım¬layan Fuad Köprülüdür Kitâbu Evsâfı Mesâcidi'ş-şerîfe, Ahmed Fakîh'in ikinci eseridir. Aslı Londra, British Museum'da olan bu eser Hasibe Mazıoğlu tarafından bulunmuş ve yayımlanmıştır. Tek nüs¬ha olan eser 347 beyitlik küçük bir mesnevidir. Çarh-nâme gibi mefâ'îlün mefâ'îlün fe'ûlün vezni ile yazılan bu eserde hece vezni ile yazılmış dörtlükler de bulunmaktadır. DİNDIŞI (LÂ-DİNÎ) KLÂSİK TÜRK ŞİİRİNİN İLK ÖRNEKLERİ İran edebiyatının "lâdînî" (=din dışı) özellik taşıyan aşk ve şarap şiirlerini bilen "seçkinler sınıfı" için aynı tarz ve mahiyette, tamamıyla san'at amacıyla yeni Türkçe şiirler yazılmasına sebep olmuştur. Anadolu'da bu tarz şiir yazan şairlerin ilki, Selçuklular döne¬minde sarayda bulunduğu bilinen Hoca Dehhânî'dir. HOCA DEHHÂNÎ III. Alâeddin Keykubâd devrin¬de Selçuklu sarayında bulunan ve saraydaki meclislere (=eğlence toplantılarına) katılan Dehhâhî, Sultan tarafından Farsça bir Selçuklu şeh-nâmesi yazmakla görevlendirilmişse de bu eser bugün elde yoktur. Dehhânî, İran şiirinin edebî sanatlarını ve mazmunlarını Anadolu'da yeni kurulan Türk şiirinde kullanmasıyla, klâsik edebiyatımızda divan şiirinin temelini atan şair ola¬rak dikkati çeker. Türk edebiyatında ilk defa Türkçe kaside yazan ve Anadolu'da sultanla¬ra ilk kez kaside sunan şair Dehhânî'dir. Ayrıca bu kaside Selçuklu sultanlarına sunulan son kaside olmuştur. Arap edebiyatındaki kasidelere benzer planda yazılan bu kaside, mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün vezniyle yazılmıştır. Kasidede fiil¬leri çok kullanmasından kaynaklanan hareketli bir üslûbu vardır. Bu kasidede olduğu gibi gazellerinde de aynı hareketli üslupla karşılaşırız. Kasidesinde, daha sonraki şairlerin şiirlerinde yer verdikleri İran kahramanlarından söz etmeyen Dehhânî için örnek kahraman Hazreti Ali'dir. Dehhânî, Türk edebiyatında İran kahramanlarına ilk kez şiirlerinde yer veren Gülşehrî'den bu yönü ile ayrılır. Edebiyat dünyasına ilk defa Fuad Köprülü tarafından tanıtılan Dehhânî'nin elimizde dokuz gazeli vardır. Bu gazeller ve kasidesi Mecdut Mansuroğlu tarafından yayımlanmıştır. Şiirlerinde çok vezin kullanması ve Farsça tamlamalara yer vermesi, şairin dile ve vezne olan hâkimiyetini göstermektedir. Dehhânî'nin şiirlerinde, şekil bakımından, İslam öncesi Türk şiirinin özellikleri görü¬lür. Şiirlerinin çoğu musammat veya musammata benzer bir şekilde karşımıza çıkar. Devrinde kendisine dil yönü ile en yakın şair Gülşehrî'dir. Hoca Dehhânî, her ne kadar şiirlerinde Farsça tamlamaları dönemine göre fazla kullanmışsa da üstün sanatı ve akıcı üslûbu ile kendini kabul ettirmiş bir şairdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder