19 Temmuz 2012 Perşembe

AÖF TDE 2. SINIF 8-13. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI 6. ÜNİTE

Harezm-Altın Ordu Türkçesi ve Edebiyatı HAREZM VE TARİHİ Harezm, Arap tarihçileri tarafından bugün Özbekistan ve Türkmenistan sınırları içinde ka¬lan Ceyhun (Amu Derya) ırmağının döküldüğü Aral gölünün güneyinde ve bu nehrin her iki tarafında uzanan bölgeye ve bu bölge halkına verilen addır. Arap istilasından sonra ise bu ad sadece ülke adı olarak kalmış, burada yaşayan halka ise "Harezmî" adı verilmiştir. Harezm ve Harezmlilerle ilgili ilk tarihî bilgiler Herodot'a aittir. "Harezmşah" İslam'dan önceki zamanlardan itibaren bu bölgeye hâkim olanlara veri¬len bir unvandır. Harezm kavminin dili üzerine yapılan araştırmalar bu dilin yani Harezmcenin Avesta, Soğd, Yagnob ve Osset dilleri gibi doğu İran dili olduğunu ortaya çıkarmıştır. X. yüzyılda Arap coğrafya ve tarihçilerinin kaydettikleri "kılavuz, kara tigin, bagırkan, barkan, çakıroguz, karasu, temirtaş" gibi Türkçe kelimelerin yaşamakta oluşu, Abbâsîler devrinde Basra valisi sübaşı el-Hâcib el-Harezmî et-Türk gibi Türk valilerin yönetimde bulunuşu ile bu dönemde söz konusu bölgede Türklerin varlığı ortaya çıkmaktadır. Yine Arap tarihlerinde Gürgenç ve daha batıdaki Zencan'a "Türk kapısı" denilmesi bu dönem¬de bölgedeki Türklerin önemini vurgulaması bakımından önemlidir. Ayrıca XI. yüzyılın ikinci yarısında Kaşgarlı Mahmud'un sözlüğünde "Harezm'de yerleşmiş bir Türk boyu" karşılığı olarak Küçet ismi¬nin geçmekte oluşu da bu konuda önemli bir tanıktır. Sultan Melikşah zamanında sultanın taştdarı Anuştigin Harezm mutasarrıfı ve valisi olarak tayin edilmişti. Fakat Anuştigin ülkeyi fiilen idare etmemiş, Kıpçak Türklerinden Ekinci bin Koçkar asıl görevi üstlenmişti. Bu dönemde Harezm'in Türkleşme işi tamam¬lanmış, böylece Harezm'de Kıpçak, Kanglı ve Oğuz Türkçelerinin karışımı "Harezm Türkçesi" de oluşmuştur. Fakat gerek Gazneliler gerekse Selçuklular zamanında idare ve ordu Türklerde olmasına rağmen Türkçe yazı ve edebiyat dili olamamıştı. Bu durum Kutbüddîn Muhammed ile başlayan son Harezmşahlar döneminde gerçekleşmiş ve Harezm Türkçe-si, eserlerini vermeye başlamıştır. 1097 yılında Selçuklu hükümdarı Sultan Sencer, Anuştigin'in oğlu Kutbüddîn Muhammed'i Harezmşah tayin edince Harezm'in en parlak devri başlamış ve 1231 yılına kadar hüküm sürecek olan Harezmşahlar hanedanının temeli atılmıştır. Atsız devrinde yarı müstakil bir devlet hâline gelen Harezm, İl Aslan ve Alâeddîn Tekiş zamanında güçlenip gelişmiş, Alâeddîn Muhammed dev¬rinde imparatorluk olmuş iken Celâleddîn Muhammed'in kötü idaresi sonu-cunda Cengiz Han'ın yönettiği Moğol güçlerine yenilmiştir. HAREZM TÜRKÇESİ Harezm Türkçesi, XI-XII. yüzyıllarda gerek etnik yapı gerekse siyasî hayat bakımından Türkleşen Harezm bölgesinde Oğuz, Kıpçak ve Kanglı boylarının yerleşik hayata geçme¬lerinin sonucu olarak Türk dilinin doğu kolunu teşkil eden Karahanlı (Hakaniye) Türkçe-si temelinde, güneybatı kolunu teşkil eden Oğuz Türkçesi ve kuzeybatı kolunu teşkil eden Kıpçak Türkçesinin bu bölgede karışıp kaynaşmasından oluşan Türkçeye verilen addır. Böylece bölge halkının etnik yapısı gibi oluşan dil de karma bir şekil almıştır. Karahanlı Türkçesinden Çağatay Türkçesine geçiş devrini teşkil eden Harezm Türk¬çesi teriminin belli bir dönemin Türkçesi için ad olarak kullanılması, Ali Şir Nevâî'nin Mecâlisü'n-Nefâis adlı eserinde Harezmli bilgin Hüseyn Harezmî'nin, Kasîde-i Bürdeye Harezm Türkçesinde şerh yazdığını bildirmesi ile ortaya çıkmıştır. Harezm bölgesi, Sirderya'nın aşağı kesimiyle birlikte daha Moğol çağından önceki de¬virlerde doğudaki Kaşgar'ın yanında ikinci bir edebî merkez olarak önemli bir yer tutmuş¬tur. XIII. yüzyıl sonlarında Harezm'de gelişen kültür faaliyetine, XIV. yüzyılda Altın Ordu'nun baş¬kenti Saray ve Kırım da katılmış, Harezm'den birçok bilgin, şair ve yazar Altın Ordu'ya göç ederek bu bölgede konuşulan Türk yazı dilinin Altın Ordu sınırları içinde de yayılmasını sağlamıştır. Bu kadar geniş bir sahada kullanılan bu edebî dil, birlik sağlayamamış, eski ve yeni şe¬killer yerli ağız özellikleri ile karışmıştır. Bu dil evresi Timurlular devrinde sona ermiş ve yerini Çağatay Türkçesine bırakmıştır. F. Köprülü, XIV. asırda Türkistan, Horasan, Harezm ve Altın Ordu'da yazılmış bütün eserleri Çağatay Türkçesi kapsamında ele almıştır. Köprülü, XV. yüzyıl Çağatay ede¬biyatını hazırlayan ve edebî karakterleri bakımından ondan tamamıyla farksız olduğunu kaydettiği XIII. ve XIV. yüzyıl eserlerini ilk Çağatay devri içinde ele alıp değerlendir¬miştir. Ancak bu dönemi de "Timur devrinde edebî inkişaf", "Altın-Ordu'da edebî in¬kişaf" ve "H'arizm'de edebî inkişaf" olmak üzere alt başlıklara bölmüştür. V. V. Barthold, Harezm ve Altın Ordu Türkçelerinin Çağatay Türkçesine geçiş devresi teşkil et¬tiğini dile getirmiştir. Samoyloviç, Kutb'un Hüs-rev ü Şîrîn'i ile Harezmî'nin Muhabbet-nâme'sinin dil özelliklerine dayanarak Orta Asya edebî dilini üç döneme ayırmış ve Harezm Türkçesine Oğuz-Kıpçak Türkçesi adını ver¬miştir (Samoyloviç, 1928): 1. faaliyet merkezi Kaşgar olmak üzere Karahanlı veya Haka-niyye Türkçesi dönemi (XI-XII. yy.), 2. Seyhun'un aşağı kıyıları ve Harezm merkez olmak üzere Oğuz-Kıpçak dönemi (XIII-XIV. yy.), 3. Timur çocuklarının idaresi ile başlayan Ça¬ğatay bölgesinde Çağatayca dönemi (XV-XX. yüzyıl başları). A. Caferoğlu, Müşterek Orta Asya Türkçesini türlü kültür merkezleri ve Türk boylarının etnik ve diğer özellikleri bakımından üç devreye ayırmıştır: 1. Karahanlılar devrinden itibaren Kaşgar şivesinde inki¬şaf eden Türkçe ki buna hem Hakaniye hem de Doğu Türkçesi adı verilmektedir, 2. Batı Türkistan'ın Seyhun ırmağının aşağı mecrası ile Harezm'in muhtelif merkezlerinde geli¬şen Harezm (Altın Ordu) Türkçesi, 3. Orta Asya Türkçesinin en parlak devrini teşkil eden Çağatay Türkçesi. Harezm Türkçesi, Ali Şir Nevâî'den başlayarak bazen Samoyloviç'te olduğu gibi farklı isimlendirmelerle (Oğuz-Kıpçak gibi) de olsa Orta Türkçe dönemi içinde ayrı bir devre olarak ele alınıp değerlendirilmiştir. Ancak bu dönem eserle-rinin yayımının geç zamanlarda yapılması ve bugüne kadar bile ayrıntılı bir Harezm Türk-çesi gramerinin ortaya konulamamasından dolayı, bu eserler yukarıda adı geçen Türko¬loglar tarafından Orta Türkçe döneminin farklı devrelerinde ele alınıp değerlendirilmiştir. Örneğin; Harezm Türkçesinin en kapsamlı eseri olan Rabgûzî'nin KısasÛl-Enbiyâ'sını A. Caferoğlu, Orta Türkçe döneminin ilk grubunda yani Hakaniye Türkçesi içinde ele almış, Atebetü'l-Hakâyık ve Ahmed Yesevî'nin hikmetleri ile bir arada değerlendirmiştir. Yine aynı eseri, J. Thüry, Çağatay edebiyatının ilk ürünü olarak değerlendirmiş Yine dönemin önemli eserlerinden Nehcü'l-Ferâdîs'in dili için de Türkologlar arasında ihtilaf vardır. Z. V. Togan, eserin Harezm Türkçesiyle kaleme alındığını beyan ederken, A. N. Nadjib, Ş. Mercânî ile aynı görüşü paylaşmakta yani eserin Volga Bulgar Türkçesi ile yazıldığını tanıklarıyla ispat etmeye çalışmaktadır. Kısaca, bugüne kadar dil tarihi ve edebiyat tarihi çalışmalarında Harezm Türkçesi ve bu Türkçe ile yazılmış eserler konusunda fikir birliği olmamıştır. HAREZM TÜRKÇESİ ESERLERİ Zemahşerî ve Mukaddimetü'l-Edeb'i Mukaddimetü'l-Edeb, ünlü tefsir ve lügat âlimi Mahmud bin Ömer ez-Zemahşerî tarafın¬dan yazılıp Harezmşah Atsız bin Muhammed bin Anuştigin'e sunulmuştur. Devrin ilim dili olan Arapçaya ilgi duyan Harezmşah Atsız, lügat âlimi Zemahşerî'den kendisinin saray kütüphanesi için bir sözlük yazması¬nı istemiş ve Zemahşerî de bu isteği yerine getirmek için Mukaddimetü'l-Edeb adını verdiği eserini yazmıştır. Mukaddimetü'lMukaddimetü'l-Edeb'in Harezm Türkçesi, Farsça, Moğolca, Çağatayca, Osmanlıca gibi pek çok dile satır altı tercümesi yapılmış nüshası bulunmaktadır. Ancak sözlüğün oriji¬nali kayıp olduğu için Harezmşah Atsız'a sunulan eserin herhangi bir dilde tercümesi¬nin olup olmadığı, tercümesi var ise hangi dilde yapıldığı bilinmemektedir Mukaddimetü'l-Edeb, Arapça öğretmeyi amaçlayan, Arapça kelime ve kısa cümleler¬den oluşan pratik bir sözlüktür. Bu nedenle ele alınan kelime ve kısa ibareler arasında her¬hangi bir ilgi bulunmamaktadır. Alfabetik sırada olmayan bu sözlük beş bölümden oluşmaktadır: İsimler, Fiiller, Harf¬ler (Edatlar), İsim Çekimi, Fiil Çekimi. Bu Eski Türkçe ve Orta Türkçe dönemi sözlüklerinde bulunmayan, hapaks (=Sadece bir defa kullanılmış kelime ya da bir kelimede görülen şekil) durumundaki pek çok kelimenin yer aldığı Mukaddimetü'l-Edeb, bu yönüyle Divanü Lugati't-Türk'ten sonra Orta Türkçe döneminin en zengin kelime hazinesini içine alan bir sözlüktür. Mukaddimetü'l-Edeb'in Nüshaları: Eserin Harezm Türkçesi ile bilinen yirmi nüsha¬sı vardır. En eski nüshaları Harezm Türkçesi ve Farsça ile tercümeli olan Yozgat ve Berlin nüshalarıdır. Bunlardan başka Paris, Şuster, Hive, Taşkent, İstanbul Üniversitesi Süleymaniye kütüphanesi, Arkeoloji Müzesi, Millet Kütüphanesi ve British Museum'da da nüshalan vardır. Rabgûzî ve Kısasü'l-Enbiyâ'sı Rabgûzî, "Ribat Oğuzlu" olmasına rağmen eserini o zamanın ortak edebî dili olan Harezm Türkçesi ile yazmıştır. Yazar hakkında kendi açıklamalarından başka bilgi bulunmamaktadır. Kendisinin "Ribat Oguzlug" yani Oğuzlarla meskun Ribat adlı mevkiden olduğunu belirten yazarın, Rabgûzî mahlasını bundan dolayı aldığı anlaşılmaktadır. Eser Nâsırüddîn Tok Buga'ya sunulmuştur. Kısasü'l-Enbiyâ, adından da anlaşılacağı üze¬re peygamberlerin hikâyelerini konu alan bir eser¬dir. Başta Hz. Muhammed olmak üzere İslam dininin doğruladığı diğer peygamberler ile Avac bin Annak, Harut ve Marut gibi Kuranda da adı geçen bazı kıssaları içerir. Eserde özellikle her kıssanın başlangıcındaki secili ifadelerle dinî konulara bediî bir şe¬kil verilmiştir: Ayrıca yazar söz ustalığını kıssalarla ilgili olarak verdiği Arapça, Türkçe ve Arapça-Türkçe şiirlerle de pekiştirmiştir. Eserdeki manzum parçalar çoklukla kaside şeklinde yazılmıştır. Peygamberlere ve din büyüklerine yazılan kasideler dışında aşk, tabiat ve burçlarla ilgili konuların işlendiği gazeller de bulunmaktadır. Bu şiirlerin bir kısmı Arapçadan satır-arası tercümedir. Kıssa¬ların içerisinde en çok anlattığı ve en fazla kaside yazdığı peygamber Hz. Muhammed'dir. Bu şiirler incelendiğinde bunların, Süleyman Çelebi'ye Vesîletün-Necât adlı mevlidi yazar¬ken ne derece kaynaklık ettiği daha iyi anlaşılacaktır. Nazım şekli bakımında Kısasü’l-Enbiyâ'daki manzu¬melerin önemli bir özelliği de halk edebiyatının etkisiy¬le Kutadgu Bilig ve Atebetü'l-Hakâyık'ta da karşılaştığımız mani-tuyuğ şeklindeki dörtlüklerin bulunmasıdır. Man¬zumeler için eserin genelinde Divan şiirinde en sık rastla¬nan aruz ölçüleri kullanılmakla birlikte pek çok aruz hata¬sı mevcuttur Kısasü'l-Enbiyâ'nın Nüshaları: Eserin bilinen on bir nüshası vardır. Eserin Londra’da bir, Leningrad'da altı, Paris'te bir, Bakü'de bir ve İsveç'te iki nüs¬hası vardır. Eserin dil özelliklerini yansıtması bakımından en iyi ve en eski nüshası Londra British Museum nüshasıdır. Öbürlerine göre daha iyi bir durumdaki bu nüsha Kaare GR0NBECH tarafından basılmıştır. Bu nüs¬haya dayanarak Aysu Ata 1997 yılında eserin çevriyazılı metnini ve dizinini iki cilt olarak hazırlamış, H. Boeschoten, M. Vandamme ve S. Tezcan ise, 1995'te eserin di¬ğer nüshalarıyla karşılaştırmalı metnini ve İngilizceye çevirisini yayımlamışlardır. İslâm ve Mu'înü'l-Mürîd'i Harezm sahası eserlerinden biri de Mûînü'l-Mürîd'dir. Eserde yer alan ve aşağıda verilen dört¬lüklerde, yazarın adının İslâm olduğu ve bu eseri 713/1313 tarihinde yazdığı anlaşılmaktadır. J. Eckmann da Mu'înü'l-Mürîd için "Harezm Türkçesi" adlı çalışmasında ese¬rin müellifini "İslâm" olarak vermiştir. Fakat Z. V. Togan, müellifin adını ta¬yin etmenin güç olduğunu belirtmiştir. Ebulgazi Bahadır Han ise Şecere-i Terâkime adlı eserinde Mu'înü'l-Mürîd"in müelli¬fi olarak Şeyh Şeref Hâce'yi göstermiştir. Mu'înü'l-Mürîd için Ebulgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Terâkimesi'ndeki bu açıklamalar Aşkabad Türkmen rivayetinde tespit edilen Revnaku'l-İslâm için de aynı biçimde tekrar edilmektedir. F. Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi çalışmasında Z. V. Togan gibi Mu'înü'l-Mürîd'in mü¬ellifi hususunda kararsızdır. Mu'înü'l-Mürîd, dinî-tasavvufî konuların ele alındığı didaktik manzum bir eserdir. Şah-nâme, Kutadgu Bilig ve Atebetü'l-Hakâyık gibi mütekarip bahrinde fe'ûlün fe'ûlün fe'ûlün fe'ûl vezninde dörtlüklerle yazılmıştır. F. Köprülü Mu'înü'l-Mürîd'in, az sayıda eseri içine alan fakat Türk dili tarihi konusunda Karahanlı ve Çağa¬tay Türkçelerine geçiş dönemini kapsayan Harezm Türkçesi dairesindeki önemini vurgu¬lamıştır. Dil ve üslubu açısından geniş halk kitleleri için yazıldığı anlaşılan Mu'înü'l-Mürîd'in bugüne kadar bilinen tek nüshası Bursa Orhan Kütüphanesindedir. Eser üzerinde Recep Toparlı'nın çalışması vardır. Ali Feh¬mi Karamanlıoğlu'nun profesörlük takdim tezi olarak hazırladığı Mu'înü'l-Mürîd üzerine çalışması, 2004 yılındaki ölümünden dolayı yayımlanmamıştır. Karamanlıoğlu'nun eser üzerindeki notları 2006 yılında yayına hazırlayan Osman Fikri Sertkaya'dır. Eser üzerinde en son çalışma ise 2008 yılında Recep Toparlı ve Mustafa Argunşah tarafından yapılmıştır. Mu'înü'l-Mürîd'in bu nüshasında Cevâhirü'l-Esrâr adlı eserden alınmış 7 dörtlük ile kime ait olduğu belli olmayan bir kıssa ve dizeler de yer almaktadır. Esas eserin kenarın¬da yer alan bu eklemelerin kimin tarafından ve ne zaman yazıldığına dair herhangi bir ka¬yıt yoktur. Fakat bu alıntılar konu itibarıyla Mu'înü'l-Mürîd'le aynıdır. Kerderli Mahmud b. Ali ve Nehcü'l-Ferâdîs'i Nehcü'l-Ferâdîs'in yazarı, Kerderli Mahmud bin Ali'dir. Yazar, eserinden anlaşıldığına göre tefsir, hadis, fıkıh, ferâiz, megâzi, menâkıp gibi ilimlere yabancı olmayan biridir. Bu itibar¬la medrese eğitimi görmüş olup tarikat ehlidir. Ele alıp örnek verdiği ayet ve hadisler doğ¬ru ve yerinde görünmekte olup eseri sağlam kaynaklara dayanmaktadır. Nehcü'l-Ferâdîs, 1358 yılında Saray'da yazılmış bir kırk hadis tercümesidir. Dört bölüm halinde düzenle¬nen eserde aynı konuda birbiri ile ilgili olan hadisler onar onar ele alınmıştır. Eser, tertibi ve hadis sayısı yönünden Kırk hadis türünün Türkçedeki ilk örneğidir. Eserin yazarı, yazılış yeri ve tarihi ile ilgili ilk bilgiler, Şihabettin Mercânî'nin şahsî kü-tüphanesinde bulunan fakat sonradan ortadan kaybolan Nehcü'l-Ferâdîs nüshasında ka¬yıtlıdır. Dinî ve didaktik nitelikte bir eser olan Nehcü'l-Ferâdîs, Harezm Türkçesinin dil özel¬liklerini tespit etmek için en önemli kaynak eserlerden birisidir. Eser, kısaca dünya ve ahirette mutlu olmanın yollarını ortaya koyan Müslümanlık bilgilerini içermektedir. Bunu ortaya koyarken de yazar sanat amacı gütmemiş ve sade bir dil kullanmıştır. Ayrıca yazar, dinî konuları ele alırken akıcı hikâyelerle eserini süslemesini bilmiştir. Eser dört "bâb" ve her "bâb" da onar "fasl"dan oluşmaktadır. İlk bölümde Hz. Muhammed'in hayatı ve ailesi, Peygamber'e vahiy gelmesi, sahabelerin müslüman oluşu ve bu arada çektikleri zorluklar ile Mekke'den Medine'ye göç, Hz. Muhammed'in mucize¬leri, yaptığı savaşlar ve vefatı konuları işlenmektedir. İkinci bölümde, Hz. Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin, Ebu Hanife, İmam Şafi, İmam Malik ve İmam Hanbel ile ilgili hadiseler ve onların erdemleri anlatılır. Üçüncü bölüm, Hakka yaklaştıra¬cak, dördüncü bölüm de Hak'tan uzaklaştıracak amellere ayrılmıştır. Nehcü'l-Ferâdîs'in Nüshaları: Eserin bilinen dokuz nüshası vardır. İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi, Yeni Cami kısmı: Eserin dil özelliklerini veren en iyi nüshasıdır. Harekelidir. Bu nüshanın tıpkıbasımı Janos Eckmann tara¬fından 1956 yılında yapılmış olup Eckmann bu çalışmanın ardından hemen eserin çevriyazılı metnini hazırlamaya koyulmuşsa da vefatı üzerine onun çalışmalarını bir araya getirip yayımlayan Hamza Zülfikar ve Semih Tezcan olmuştur. Aysu Ata ise bu eserin üçüncü cildini, 1998 yılında Dizin-Sözlük adı ile yayımlamıştır. Şihabettin Mercânî Nüshası. Paris Bibliotheque Nationale, Yalta Nüshası. Kazan Nüshaları.( 3 tane) Leningrad Nüshaları.(2 tane) HAREZM-ALTIN ORDU TÜRKÇESİ ESERLERİ Kutb ve Hüsrev ü Şîrîn'i Nizâmî'nin Hüsrev ü Şîrîn adlı mesnevisini ilk defa Türkçeye çeviren şair Kutb'dur. Kutb, Hüsrev ü Şîrîn adlı eserini, Altın Ordu hükümdarı Tını Beg Han ile eşi Melike Hatun adına yazmıştır. Kutb, eserini Nizâmî'nin aynı adlı mesnevisinden tercüme etmiştir. Ancak esere yapı¬lan ilaveler ve eserin hacmi bakımından kelimesi kelimesine bir çeviri olmadığı anlaşıl¬makta ve Kutb'un şairlik yeteneği de ortaya çıkmaktadır. Kutb, Hüsrev ü Şîrîn'in Farsça orijinalinden farklı tarihî ve sosyal ilişkileri eserine ka¬tarak bu unsurlarla onu Altın Ordu halkının hayatına uygun hâle sokmuştur. Romantik bir mesnevi olan Hüs-rev ü Şîrîn, yazıldığı saha ve dönemde konusu itibarıyla da ilk olması bakımından dikkat çekicidir. Altın Ordu sahasında yazıldığı bilinen ilk edebî eser olan Hüsrev ü Şîrîn'in bugüne ka¬dar gün ışığına çıkan tek nüshası Paris Bibliotheque Nationale’dedir. Bu nüsha, Fakih adlı bir Kıpçak tarafından İskenderiye'de Altın Boga adına istinsah edilmiştir Berke Fakih'in eserin sonuna ilave ettiği manzumesi başkası bulununcaya kadar Mısır'da yazılan ilk Kıpçakça metin sayılabi¬lir Hüsrev ü Şîrîn'in metin yayınına dair çalışmalar A. İnan, A. Zajaczkowski ve N. Hacıeminoğlu'na aittir. Hacıeminoğlu, Kutbun Hüs¬rev ü Şirini ve Dil Hususiyetleri adlı çalışmasında ise giriş bölümünden sonraki imlâ, ses ve şekil hususiyetleri konularının ardından Hüsrev ü Şîrînin transkripsiyonlu tam metni¬ni vermiştir. Harezmî ve Muhabbet-nâme'si Muhabbet-nâme, Harezmî tarafından Sir Derya'da Muhammed Hâce Beg'in Sıgnak'taki sarayında yazılmış, Altın Ordu sarayı etrafında oluşmuş klâsik edebiyata örnek teşkil eden manzum bir eserdir. Sevgi ve sevgilinin güzelliği konularının işlendiği Muhabbet-nâme'de bazı bölümler Farsça yazılmıştır. Hatime bölümünde eserin adı, yazılış yeri, müellifi ve yazılış tarihi ve¬rilmektedir: J. Eckmann'a göre bu eserin dili için Samoyloviç'in söylediği "Oğuzca-Kıpçakça" hük¬mü isabetsizdir ve eserin Arap alfabesiyle yazılmış olan Londra nüshasının dili büyük çapta Çağatayca Türkçesinin tesirinde kalmıştır. Eckmann, T. Gandjei'nin Muhabbet¬nâme'nin tenkitli metin neşri ve İtalyancaya tercümesini tanıttığı yazısında ise Muhabbet-nâme'yi Harezm-Altın Ordu edebiyatının başlıca eserlerinden biri olarak görmektedir. Muhabbet-nâme'nin Nüshaları: Eserin biri Uygur harfleriyle olmak üzere dört nüs¬hası bulunmaktadır: British Museum’deki iki nüshanın biri Uygur harfli, diğeri Arap harflidir. İstanbul, Millet Kütüphanesinde de diğer iki nüshası bulunmaktadır. Bu tefsirlerden birinin haşiyesinde Hocendî'nin Letâfet-nâme'si de yer almak¬tadır ilk olarak F. Köprülü bilgi vermiş¬tir. XIV. ve XV. yüzyılda yazıldığı tahmin edilen Letâfet-nâme vezin, şekil, tertip ve konu itibarıyla Muhabbet-nâme'nin naziresi sayılabilecek niteliktedir. Hocendî, Emîr-zâde Mahmud Tarhan'a takdim ettiği bu eserini Harezmî'nin Muhabbet-nâme'sine cevap olarak yazdığını eserinde bildirmektedir. Hüsâm Kâtib ve Dâsitân-ı Cumcuma'sı Dâsitân-ı Cumcuma veya Cumcuma-nâme, Hüsâm Kâtib tarafından edebî bir gaye güdül¬meden geniş halk kitleleri için Altın Ordu'da 770H.= 1368-1369M. yılında mesnevi nazım şekli ile yazılmış dinî lirik bir hikâyedir. Cumcuma-nâme, nazım şekli, vezni ve muhtevası bakımından Attâr'ın aynı isimli ese¬rinin tercümesidir. Fakat İsa peygamber ile Kesikbaş hikâyesini anlatan bu eser, cennet ve cehennem konularının daha ayrıntılı olarak ele alınması ile asıl metinden ayrılmaktadır. F. Köprülü, Altın Ordu sahasına ait olan Cumcuma-nâme'ye bizzat o muhitin yetiştir¬diği biri tarafından yazıldığı için büyük bir önem vermektedir Altın Ordu'daki müslüman Türkler tarafından çok rağbet gören bu eser, 995/1548 yı-lında Kırım Hanı Sahib Giray bin Hacı Giray'ın emri ile Harezm-Altın Ordu Türkçesinden Anadolu Türkçesine çevrilmiştir. Samoyloviç, eserin Leningrad Asya müzesinde iki nüshasının daha bulunduğunu bil¬dirmektedir. Ayrıca Cumcuma-nâme'nin XVIII. yüzyıl Çağatay Türkçesine tercüme edildiği nüshası Paris Bibliotheque Nationale’dedir. Eserin tam metnini ihtiva etmeyen neşri Kazan'da yapılmıştır. Mi'râc-nâme Mi'râc-nâme, gerek dil ve üslup ge¬rekse işlediği konu açısından Nehcü'l-Ferâdîs'e benzeyen anonim bir eserdir. Miraç olayını anlatan bu eser, konula¬rın sıralanışı itibarıyla Nehcü'l-Ferâdîs ile aynı olmakla beraber sadece gök tasviri konusundaki ayrıntılarda ay¬rılmaktadır. Eserin mukaddimesin¬de bu kitabın Nehcü'l-Ferâdîs (veya Nehecü'l-Ferâdîs) adlı bir eserden ter¬cüme edildiği ifade edilmektedir. Mi'râc-nâme'nin Uygur harfleri ile yazılmış tek nüshası Paris Bibliotheque Nationale’de bulunmaktadır. Bu nüsha Ma¬lik Bahşı tarafından Herat'ta istinsah edilmiştir. Mi'râc-nâme'nin Arap harfleriyle Çağataycaya tercüme edilmiş nüshası İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder