19 Temmuz 2012 Perşembe

AÖF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 3. SINIF 16.YY. TÜRK EDEBİYATI 3. ÜNİTE

16.YY. TÜRK EDEBİYATI 3. ÜNİTE FUZULÎ (1483-1556) Osmanlı şair tezkirelerinde onun hakkında verilen bilgiler oldukça sınırlıdır. Bunda Fuzuli'nin ha¬yatı boyunca Bağdat ve Kerbela çevresinde yaşaması, İstanbul'a hiç gelememesi, yani bi¬raz gözden ırakta kalması etkili olmuştur. O dönemde şairlerin şöhrete ulaşmalarında sos¬yal statülerinin ve devlet adamlarıyla kurdukları yakınlıkların payı vardır. Fuzulî bu ba¬kımdan da pek talihli değildir. Ayrıca Fuzuli'nin Şii mezhebine bağlı oluşu ve yaşadığı dö¬nemde Osmanlı-İran savaşlarından ötürü Şiiliğe iyi bakılmaması da göz ardı edilmesine sebep olmuştur. Fuzulî, ömrü boyunca Bağdat ve çevresindeki şehirlerde yaşamıştır. Kaynaklar, bilginliğinden ötürü ondan Mevlana Fuzuli diye bahsederler. İlk kasidesini, 1504 yılında ölen Akkoyunlu Elvend Beye sunmuştur. Bu coğrafyada etkili olan Muşaşailerden Ali bin Muhsin'e de kasideler sunduğu bilinir. Bağdat, Şah İsmail'in eline geçince Fuzulî, Bettg ü Bade adlı küçük mesnevisini ona takdim etmiştir. Ayrıca Şah İsmail'in Bağdat valisi olan İbrahim Han Musullu da kendisine iki kaside ve bir terci-bent sunan Fuzulî'yi korumuş¬tur. Kanunî, Bağdat'ı fethettiğinde Fuzulî bu fethi tebrik amacıyla padişaha uzun bir kaside sunmuş ve sonunda da; "Geldi burc-ı evliyaya pâdişâh-ı nâmdâr" (Şanlı sultan, büyük velilerin yattığı Bağdat'a geldi) dizesini tarih düşürmüştür. Kanunî'ye kasi¬deler yazan Fuzulî, ayrıca Sadrazam İbrahim Paşa, Kazasker Abdulkadir Çelebi ve Nişan¬cı Celalzade Mustafa Çelebi gibi devlet ileri gelenlerine de kasideler takdim etmiş ve on¬ların yakınlığını kazanmaya çalışmıştır. Bu fetih, Osmanlı ordusuyla birlikte Bağdat'a ge¬len şairlerden Hayalî ve Taşlıcalı Yahya Bey'le Fuzulî'nin tanışmasına vesile olmuştur. Ley¬la ve Mecnun mesnevisinin önsözünde anlattığına göre şair, bu eserini adı geçen iki şairin teşvikiyle kaleme almıştır. Edebî Kişiliği Fuzulî hiç şüphesiz XVI. yüzyıl Türk edebiyatının en büyük şairidir. Türkçe ve Farsça divanlarının dibacelerinde şiir sanatı konusundaki görüşleri¬ni ortaya koymuştur. Fuzuli'nin şiirinin belirgin özellikleri¬ şunlardır: 1. Fuzuli'nin şiirlerinde okuyucu ile bütünleşen ve onu etkisi altına alan yalın ve içten bir söyleyiş tarzı vardır. 2. Türkçe, insan duygularını en ince ayrıntılarına kadar ifade edebilecek sihirli bir kemana dönüşür. Fuzulî, sözün çağrışım gücüne inanır. Onun için birden fazla anlamı olan kelimeleri bir arada kullanır. Gazellerinde sadelik ve halk zevki¬ne yakınlık, kasidelerinde ise düşünce ve belagat öne geçer. O, bilgin tavrını kasidelerine, coşkusunu ise gazellerine yansıtır. 3. Fuzuli'nin şiir dili ağırlıklı olarak Azeri Türkçesinin özelliklerini yansıtmakla be¬raber devrinin Osmanlı Türkçesinden ve Çağatay Türkçesinden de uzak değildir. Onun Azeri sahasının dışında, hem Anadolu hem de Çağatay sahasında sevilmiş olmasının se¬beplerinden biri de bu özelliği olmalıdır. Bu bakımdan bütün Türk dünyasında Fuzulî Divam'nm el yazmalarına rastlanır. Tebriz, Bulak, Hive, İstanbul, Taşkent ve Bakü'de çok sayıda baskısının yapılması da bundandır. 4. Fuzulî, üç dilde şiir söylemiş ve farklı alanlarda eser vermiştir. Onun Arapça şiirleri orta seviyededir. Buna karşın Farsça şiirlerinde tıpkı Türkçe şiirleri gibi üstün bir kabili¬yet sergilemiştir. 5. Bilgin bir şair olan Fuzulî’nin bilgisi şiire ayrı bir derinlik ve boyut katmaktadır. An¬cak şair, ilk bakışta bu bilgiyi lirizmin arkasına ustaca saklar. Birbiri üzerine katlanmış gül yaprakları gibi şiirin anlam tabakaları dikkatli bir incelemeyle kendini ele verir ve sakladı¬ğı zengin kültür malzemesi açığa çıkar. Onun şiirleri, okurlar üzerinde çok kolay söylen¬miş izlenimi uyandırmasına karşın, belki muamma söylemekteki yeteneğinin de etkisiyle bazı şiirlerini ustaca kurduğu görülür. 6. Fuzulî'nin şiirinin ayırıcı özelliklerinden biri de iç musikisidir. Belki halk zevkine yakın oluşundan gelen cinaslar, söz ve ses tekrarları onun şiirlerine musiki çeşnisi katar. Şair, çok zaman anlattığı konuya uygun sesler seçer 7. Fuzulî'nin şiiri, Türkçenin aruza uyum sürecindeki önemli aşamalardan biridir. Onun şiirlerinde imale ve zihaf gibi aruz arızaları neredeyse yok denecek kadar azdır. Şai¬rin kafiye ve redifi, ele aldığı konuyla kaynaştırması da ustacadır. Fuzulî, daha önce kulla¬nılmamış kafiye ve redifler yanında, kullanılmış olanlarına da yepyeni bir ruh üflemiştir. 8. Fuzuli daima gündemde kalmasını; insanlığın ortak duygu ve düşünceleri olan aşk, ıstırap, dünyevi zevk ve zenginliklerin boşluğu ve hiç kimsenin pençesinden kurtulamaya¬cağı ölüm düşüncesi gibi, evrensel ve asla modası geçmeyen temaları işlemesine borçludur. 9. Divan şairlerinden hiçbiri Fuzulî kadar aşkı derinden duymamış ve duyuramamıştır. Fuzulî'de aşk, sadece bir duygu değil, adeta varlık sebebidir. "Aşk imiş her ne var âlemde" dizesiyle bunu ifade eder. Aşk kavrayışı bakımından şair, bir yandan geleneğe bağlı kalır¬ken diğer taraftan gelenek içinde kendisine özgü etkileyici bir tutum geliştirmiştir. Fuzulî'de aşk evrenseldir ve her şeyi kapsar. Şaraptaki sarhoş edicilik de neydeki yakı¬cılık da aşkın etkisiyledir. Aşk, bugün başlayıp yarın bitecek bir oyun değil, ezelde yazılmış ve hiç bitmeyecek bir Tanrı takdiridir Fuzulî'yi Etkileyen Şairler ve Fuzulî'nin Etkileri Fuzulî'nin şiirlerinde hem Fars edebiyatının hem de Türk edebiyatının etkilerini tespit etmişlerdir. Fars şairlerin¬den en fazla Hafız, Molla Cami, Nizamî ve Selman-ı Savecî'nin şiirlerinden ilham almıştır. Türk şairleri arasında ise bilhassa aynı lehçenin temsilcisi olan Habibî'nin tesiri altında¬dır. Anadolu sahasından da Ahmedî, Şeyhî, Karamanlı Nizamî ve bilhassa Necati'nin izle¬rini görmek mümkündür. Ancak onun en fazla ilgi duyduğu ve birçok şiirine nazire yaz¬dığı şair, Çağatay sahasının büyük ismi Ali Şir Nevayî'dir. Ayrıca Bağdat fethi münasebe¬tiyle tanıştıkları Hayalî ile Fuzulî'nin birbirine nazire niteliğinde şiirleri mevcuttur. Fuzulî, kendisinden sonra yetişen şairler üzerinde daha hayattayken başlayan derin tesirler bırakmış, bir nevi ekol olmuştur. Onun gazellerine nazire söylememiş divan şairi yok dense yeridir. Hemen her cönkte ona ait şiirlere rastlanması onun halk şairleri tara¬fından da benimsendiğini gösterir. Fuzulî, günümüzde de ilhamını tazelemek isteyen her şairin ilk başvurduğu kaynak¬lardandır, onun şiiri biçim bakımından olmasa da içerik olarak yeni şiiri besleyen ana damarlardan biridir. Eserleri Fuzulî, üç dilde manzum ve mensur eser vermiştir. Arapça divan tertip ettiği söylense de günümüze sadece on bir Arapça kasidesi ulaşmıştır. Bir de kelam ilmiyle ilgili Matla'u'l-itikadji marifeti'I-mebde ve'l-mead adlı mensur bir eseri vardır. Fuzuli'nin Farsça, hacim¬li bir divanı vardır. Farsça eserleri arasında Heft-cam; Hüsn ü Aşk diye de bilinen Sıhhat u Maraz mesnevisi ve Rind w Zahid adlı mensur eseri tanınmıştır. Fuzulî, Türkçe eserleriyle üne kavuşmuştur. Özellikle Türkçe gazelleri, Leyla vü Mec¬nun mesnevisi ve Hadikatü's-Süeda adlı makteli beğenilmiştir.(Maktel: Hz. Hüseyin'in şehit edilişini anlatan eserlere verilen genel ad) Fuzuli Divanı: Fuzuli’nin şiire dair görüşlerini anlattığı mensur bir mukaddimeyle başlayan divan; kaside, gazel, musammat, kıta ve rubailerden oluşur. Kasideler arasında en meşhuru "Su" redifli naattir. Fuzuli Divanı'nda üç yüz civarında gazel vardır. Divan çok okunduğu için yazma ve matbu nüshaları oldukça fazladır Hadis-i Erbain Tercümesi: Bir hadis-i şerifteki, kırk hadis ezberleyen ve onlarla amel edenlerin cennetlik olduğu şeklindeki müjde, islam dünyasında bir çok hadis-i erbain/ kırk hadis derlemesi yapılmasını ve bunların çok zaman nazmen tercüme edilmesini teş¬vik etmiştir. Bu derleme ve tercümelerin en meşhurlarından biri de Molla Camî'ye ait ola¬nıdır. Fuzulî de bu eserdeki her hadisi bir kıtayla Türkçeye uyarlamış ve aktarırken Ali Şir Nevayî'nin Çağatayca çevirisinden yararlanmıştır. KARACAN AKADEMİ SULTAN UĞURLU BAKİ (1526727-16009): Bakî, iyi bir medrese eğitimi gördü. Karamanizade Mehmet ve Ahmet Efendilerden ders aldı. Baki'nin arkadaşları arasında ileride her biri alanında meşhur olan Nevi, Üsküplü Valihî, Edirneli Mecdî, Hoca Sadettin ve Karamanlı Muhyittin gibi kişiler vardı. Bu dönemde şehirde bazı devlet adamları¬nın ve üstat şairlerin etrafında oluşmuş şiir mahfilleri/çevreleri vardı. Bu mahfillerden bi¬risi de devrin tartışmasız üstatlarından kabul edilen Zatî'nin Beyazıt Camii avlusundaki dükkânıydı. Dükkânın asıl önemi, şairlerin uğrak yerle¬rinden biri olmasıydı. Zatfye uğrayan ve denemelerini ona gösteren genç şairlerden birisi de Bakî idi. İlk gazelini Zatfye gösterdiğinde o, böylesi ustaca söyleyişin bu ka¬dar genç birine ait olabileceğine inanamamış ve başkalarının şiirlerini alıp kendisine mal etmemesi için ona nasihatlerde bulunmuş. Ancak daha sonra gerçeği anlamış ve kendisi¬ni çok takdir etmiş. Bu takdir kısa zamanda öyle ilerledi ki Zatî onun bir beytini tazmin edip gazel hâline getirdi. Normalde genç şairler ustaları tazmin ettiği için bu davranış, şa¬irler arasında şaşkınlık uyandırdı. Ancak Zatî, "Bakî gibi bir şairin şiirini almak ayıp de¬ğildir" diyerek ona duyduğu güveni belirtti. Zatî vefat ettiğinde (1546) Bakî henüz yirmi yaşlarında idi. Bu sıralarda Hocası Karamanizade Mehmet Efendi'ye yazdığı "Sünbül Ka¬sidesi" Zatî'nin ona duyduğu güvende ne kadar haklı olduğunu gösterdi. Baki, Halep'te dört yıl kadar kaldı. Orada Şah Abbas'ın kütüphanecisi ve Mecmau'I-Havas adlı şairler tezkiresinin de yazarı Sadıki-i Kitabdar ile tanışıp sohbetlerde bulundu. Kadızade, 1560 yılında Halep kadılığından isti¬fa ederek İstanbul'a dönerken Bakî de onunla birlikte döndü. Kafile Konya'ya ulaştığında, o sırada Şam'a kadı olarak atanan Şeyhülislam Ebussuud'un oğlu Mehmet Çelebi de ora-daydı. Bu fırsatı değerlendiren Baki, bir kaside takdim ederek ondan, babasına hitaben bir tavsiye mektubu aldı. İstanbul'a vardığında bu tavsiye mektubuyla birlikte "Lâmiyye" (sonu "J" harfiyle biten) kasidesini Ebussuud Efendi'ye sundu ve onun himayesine girdi. Bakî, Kanunî'nin isteği üzeri¬ne o zamana kadar yazdığı şiirleri bir araya toplayarak divan tertip etti ve padişaha sundu. Kaynaklar padişahın şaire verdiği değeri gösteren şu sözünü nakleder: "Padişahlığımın en büyük mutluluklarından biri saltanat zamanımda Baki gibi bir şairin yetişmiş olmasıdır." Kanunî devrinde el üstünde tutulan Bakî'nin hayatı daha sonraki üç hükümdar, yani II. Selim, III. Murat ve III. Mehmet devirlerinde inişli çıkışlı bir seyir izledi. II. Selime tah¬ta çıkışını tebrik maksadıyla bir cülusiye takdim eden şair, umduğu caizeyi alamadığı gibi sebepsiz yere Murat Paşa Medresesi müderrisliğinden de azledildi Ken¬disi de şair olan ve Muradi mahlasını kullanan padişahın gazellerine yazdığı nazirelerle onun ilgisini çekmeyi başardı. Edebî Kişiliği Bakî, Kanunî'nin iltifatına nail olmuş ve sultanüş-şuara (şairler sultanı) unvanıyla anıl¬mıştır. Onun adı ve eserleri Osmanlı sınırlarını aşmış, Azerbaycan, Iran ve Hint saray¬larına kadar ulaşmıştır. Bakî, Osmanlı şiirinde klasik söyleyişin en büyük ustası olarak kabul edilir. Çok sağ¬lam ve kusursuz bir söyleyişi vardır. Şiirlerinde mana ve aruz uyumu en üst düzeye ulaş¬mış, çağdaşlarında rastlanan imale ve zihaf gibi söyleyiş kusurları asgari seviyeye inmiştir. Bakî, hem gazel hem kaside tarzında başarılı örnekler vermiştir. Birçok ünlü kasidesine rağmen o daha çok, bir gazel şairidir. Bakî, büyüklüğünün farkında olan sanatkârlardandır ve isminin kalıcılığından da emindir. Hayatın zevk ve eğlenceleri, insanın bu dünyada gününü gün etmesi gerektiği gibi gö¬rüşler gazellerinin başlıca temasıdır. Deruni aşk, ıstırap duygusu ve manevi bahislere ya¬hut derin bir tefekküre Bakî'nin şiirinde nadiren rastlanır. Dolayısıyla onun şiirlerini bü¬yük kılan şey, hayallerindeki orijinallikten çok, ifade kudretidir. Zevkçi ve dünyevi özel¬likleriyle Bakî, çağdaşı olan Fuzuli’ten çok farklıdır. İki şair arasındaki tematik farklılık şiir tekniğinde de kendisini gösterir. Fuzuli'nin aksine Bakî'de coşkun ilhamlar yoktur. O, şekil mükemmeliyetine önem verir. Şiirini ince hayaller ve nüktelerle süsler ve bilhas¬sa iham, tevriye ve harf oyunları ile zenginleştirir. Bu tip söyleyişlerde ustalıkla saklanmış olan ikinci manayı yakalamak kolay değildir. Kısacası Fuzuli’nin şahsiyeti kendi üslubunda gizlidir, Baki’nin üslubu da kendi şuh ve nükteci karakterini yansıtır. Şeyhülislamlığına ramak kalmış olduğu hâlde hemen her şai¬rin divanında yer alan tevhit, münacat, naat gibi dinî ve tasavvufi içerikli türlere iltifat et¬memiştir. Öyle anlaşılıyor ki Bakî, şiirini dünyevi arzularını ifade ve isteklerini temin et¬mek yolunda kullanmıştır. Dinî konuları ise mensur eserlerine saklamıştır. Baki'nin şiir¬lerinde tabiat ve İstanbul'dan çizgilere sık sık rastlanır. Bilhassa devrinin zenginlik, güç ve görkemiyle bunlardan gelen iftihar hisleri çok belirgindir. Baki'nin şiirlerinde, yeni teşekkül etmekte olan İstanbul Türkçesi özelliklerine ve kıs¬men halk söyleyişine rastlanır. Bakî'nin şiirindeki söyleyiş kudreti, devrinden başlayarak pek çok şairi büyülemiştir. Yahya Kemal'in sevdiği şairler arasında yer almasının nedeni de budur. Cumhuriyet son¬rası Türk şiirinde de Baki, genellikle Nedim'le birlikte anılır. Fakat divan şiirinden yarar¬lanan şairlerin yaptıkları göndermeler ve iktibaslara şöyle bir göz atıldığında pek çok şair gibi Bakî'nin de antolojilere giren şiirleriyle tanındığı görülür. Böyle olsa bile XVI. yüzyı¬lın şairler sultanının bu kubbede "hoş sadâ" bıraktığı bellidir: Avâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal Bakî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş Eserleri Bakî Divanı:Divanını henüz kırk yaşlarında iken Kanunî Sultan Süleyman'ın isteğiyle tertip ettiğini belirtmiştik- Bu tertipten sonra yaklaşık otuz beş sene daha yaşamış ve birçok yeni şiir yazmıştır. Bu yeni şiirlerin ilavesiyle değişik tarihlerde di¬vanın yeni tertipleri yapılmıştır. Bu yüzden divan nüshaları arasında hacim bakımından büyük farklar mevcuttur. Günümüze ulaşan yüzden fazla nüshası Bakî Dîvanının ne ka¬dar çok okunduğunun göstergesidir. Sadece Bakî Dîvanı çoğaltarak geçinen kâtipler oldu¬ğunu haber veren kaynaklar da bu bilgileri teyit etmektedir.Bakî Divanı'nın son baskısı Sabahattin Küçük tarafından hazırlanmıştır. Fezâilü'İ-Cihad: Muhyittin Ahmet b. İbrahim'e ait, kısa adı Meşari'u'l-Eşvak olan ve ci¬hadın faziletlerinden bahseden Arapça eserin tercümesidir. Fezail-i Mekke: Şair, Mekke kadılığı esnasında Sokullu'nun emriyle Arapça'dan tercü¬me ettiği bu eserini İstanbul'a döndüğünde III. Murat'a sunmuştur. Mealimü’l- Yakin fî Sireti Seyyidi'l-Mürselin: Şehabettin Ahmet b.Hatibel-Kastallanî'nin Mevahîbü'l-Ledünniyye isimli meşhur siyerinin tercümesidir. Her üç eser, önsözleri bir tarafa bırakılırsa, sade ve edebi bir Türkçe ile kaleme alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder