19 Temmuz 2012 Perşembe

AÖF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 3. SINIF XVI. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI 2. ÜNİTE

XVI. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI 2. ÜNİTE AZERİ VE ÇAĞATAY SAHASI TÜRK EDEBİYATI Azeri sahası, hem coğrafya hem de Türkçenin edebi dil olarak kullanımı bakımından Osmanlı ve Çağatay edebiyatıyla bazı ortak özellikler taşır ve bir bakıma arada köprü işlevi üstlenir. AZERİ SAHASI TÜRK EDEBİYATI: 16.yy. da Azeri sahası klasik Türk edebiyatının Fuzuli’den sonra en önemli temsilcisi, Hatayi mahlasıyla şiirler söyleyen Şah İsmail’dir. Şah İsmail seviyesinde olmasa bile Safevi hanedanı arasında Türkçe şiir söyleme geleneği Şah Tamasb ve Sâni mahlasıyla şiirler söyleyen Şah Abbas tarafından sürdürülmüştür. Şah Abbas döneminden itibaren Erdebil Tekkesi’ni etkisi altına alan tasavvuf anlayışı, safevi muhitlerinde büsbütün terk edilerek şiir, Şiiliğin Safevi yorumunu (gulat) yaymak için bir vasıta olarak kullanılmıştır. Bu dönemde Türkçe söyleyen şairler arasında şiirini bu doğrultuda kullanan şair, Muhammed Emani, hem hece hem de aruz ölçüsünü kullanarak söylediği Türkçe manzumelerinde aşırı Şii düşüncelerini ifade etmiştir. 16.yy.a kadar Azeri sahasındaki tasavvuf edebiyatının gelişiminde Şebusteri, Muhyittin Arabi, Mevlana ve Feridüttin Attar’ın görüşleri etkili olmuştur. Şebusteri’nin Gülşen-i Raz adlı eserine yazılan şerhler, pek çok ilmi tartışmaya zemin hazırlayan Füsus, ilhamını tazelemek isteyen her sufinin başvurduğu Mesnevi ve Mantıku’t-Tayr bu coğrafyadaki tasavvuf edebiyatını biçimlendirir. Azeri sahasındaki kültür ve sanat hayatını Mevlevilik derinden etkiler. Hurufilik ve Mevleviliğin etkileri 16.yy. da da sürmesine rağmen Erdebil Tekkesi bütün mistik oluşumları bastırarak safeviliği egemen kılmıştır. Erdebil Tekkesi’nin şeyhi ve Safevi Devletinin kurucusu Şah İsmail ile onun egemenliğindeki coğrafyadan Kahire’ye göçmek zorunda kalan İbrahim Gülşeni bu yüzyılın en büyük şairleri olarak bilinir. Şah İsmail(Hatayi): Erdebil Tekkesi’nin şeyhi ve Safevi Devletinin kurucusu Şah İsmail, şeyhliği ve hükümdarlığının yanı sıra Hatayi mahlasıyla şiirler söylemesine rağmen çağdaşı olan yazarlar, onun siyasal kişiliği üzerinde daha fazla vurgu yaparlar, Bu yüzden şairliği hep ikinci planda kalmıştır. Hatayi Türkçe şiirleriyle çok geniş kitlelere ideolojisini yaymayı başaran bir şairdir. Nesimi, Habibi ve kendi muhitinde olmamasına rağmen Ali Şir Nevayi’den etkilenerek Türkçenin en güzel gazellerini yazmıştır. Nesimi’den esinlenmesine karşın Hurufi mecaz ve istiarelerini kullanmada Nesimi kadar rahat değildir. Onun şiirlerinde Hurufilik, bir ideal olmaktan çok şiire uygun sembolik diliyle vardır. Pek çok Türk şairin Farsça yazdığı bir dönemde Hatayi’nin ana diliyle şiirler söylemiş olması önemlidir. Türkçenin 16.yy.daki ifade kabiliyetini göstermesi bakımından Hatayi Divanı önemlidir. Türkçe söyleyen şairler ve dervişler Şah İsmail döneminde Safevi sarayında ilgi görmüşlerdir. Seyyid Nesimi ile ivme kazanan ve sözlü gelenekten de beslenerek bir kıvama ulaşan şiir dilini çok başarılı bir biçimde kullanan Hatayi, dini-mistik düşüncenin ideolojik dönüşümüne eserleriyle de katkıda bulunmuştur. Hatayi Divanı çok geniş bir coğrafyada ve farklı çevrelerde okunduğu için Şah İsmail’e atfedilen bazı yazma nüshalarda başka şairlere ait olabileceği muhtemel bazı şiirler bile günümüzdeki yayınlara Hatayi mahlasıyla girmiştir. Eserleri: Hatayi Divanı: Şah ismail’in en önemli eseridir. Dehname: Hatayi’nin mesnevi türünde yazdığı bu eser, Fars ve Çağatay edebiyatında örnekleri bilinen dehnamelerin(on mektup) Azeri sahasında ilk örneğidir. Mef’ûlü/ mefâ’ilün/fe’ûlün kalıbıyla yazılmıştır. Bazı mısralarda bu vezin Mef’ûlün/fâ’ilün/fe’ûlün şekline dönüştürülürek sekt-i melih yapılmıştır. Nasihatname: Hatayi’nin dini görüşlerini anlattığı, öğüt nitelikli küçük bir mesnevidir. Mefâ’îlün/ Mefâ’îlün/ fe’ûlün kalıbıyla yazılmıştır. İbrahim Gülşeni: Başlangıçta Heybeti mahlasıyla şiirler söyleyen İbrahim, daha sonra mürşidi Ruşeni’nin “sen ol bağ-ı bekanın gülşenisin” demesi üzerine Gülşeni mahlasını kullanmıştır. Arapça şiirlerinde isminin çağrışımıyla Halili, diğer eserlerinde ise Gülşeni mahlasını kullanmıştır. Mevlana’nın şiirlerinin mahlas beytinde şems-i Tebrizi’yi anması gibi Gülşeni de gazellerinin makta beyitlerinde kendi mahlasıyla birlikte Ruşeni’yi anmıştır. Gülşeni, sufi gelenekte çok yaygın olmayan bir biçimde soyunu Oğuz Kağan’a KARACAN AKADEMİ SULTAN UĞURLU dayandırmaktadır. Türkmen hükümdarı Uzun Hasan nedenlerle pekiştirdiği Türkçe konusundaki hassasiyeti İbrahim Gülşeni’ye de bir ölçüde yansımıştır. Gülşeni tekkelerinde tapuğların okunması, Gülşeni soyundan gelen sufilerin ve takipçisi olan şairlerin eserlerine gösterilen ilgi, Türkçenin Gülşeni çevresinde yaygın bir biçimde kullanılmasına imkan hazırlamışltır. (Tapuğ; Gülşeni tarikatında okunan ilahilerdir. ) Gülşeni’nin Türk kültür ve sanatı bakımından en önemli mirası, şiirleri ve mistik tecrübesidir. Halvetiliği benimseyip Mevlevilik yorumunu ekleyerek sufi gelenek çinde yeni bir yol açan Gülşeni, hem bir şair hem de mutasavvıf olarak sadece yaşadığı muhitte değil, 16.yy.dan sonra Anadolu ve Rumeli’de takipçilerini yetiştirmiş ve şiirleri bestelenerek tekkelerde asırlarca okunmuştur. Eserleri: Üç dilde (Türkçe, Arapça, Farsça) eserler vermiş, üretken bir şairdir. Özellikle Manevi adlı eseri ve Türkçe şiirleri Türk tasavvuf edebiyatı içinde haklı bir şöhret kazanmasını sağlamıştır. Türkçe eserleri: İbrahim Gülşeni’nin Türk edebiyatı açısından en önemli eseri Türkçe şiirlerini içeren divanıdır. Pendname, Razname, Kıdemname ve Çobanname Türkçe yazdığı diğer eserleridir. Farsça eserleri: Mevlana ve Hafız-ı Şirazi etkisinde söylediği gazellerini Farsça divanında bir araya getirmiştir. Farsça rubailerini ise Kenzü’l-Cevahir adlı ayrı bir kitapta toplayan Gülşeni’nin Farsça yazdığı en önemli eseri Manevi’dir. Manevi: Gülşeni’nin, Mevlana’nın Mesnevi’sine nazire olarak Diyarbakır’da 10 ayda tamamladığı mesnevisidir. İbrahim Gülşeni, Halili mahlasıyla yazdığı Arapça şiirlerini ayrı bir divanda toplamış, ancak Arapça şiirleri Türkçe ve Farsça şiirleri kadar ilgi görmemiştir. ÇAĞATAY SAHASI TÜRK EDEBİYATI: Çağatay edebiyatı en görkemli dönemini Timurlulardan Hüseyin Baykara döneminde Herat çevresinde yaşar. Burada Hüseyin Baykara’nın da şair ve hami sıfatıyla içinde olduğu Herat ekolü oluşur.Baykara döneminde Ali Şir Nevayi’nin olağanüstü yeteneğiyle Çağatay edebiyatı zirveye ulaşır. 16.yy.da Çağatay edebiyatı Şeybaniler ve Babürlüler tarafından temsil edilir. Bu dönem Çağatay edebiyatının ikinci devresidir. Şeybaniler döneminde kültür merkezlerinde Farsça, kırsal kesimde ise sözlü gelenek ve Ahmet Yesevi’nin hikmetleri yaygınlık kazanır. Babür Şah: Nevayi’den sonra Çağatay edebiyatının en büyük şairi ve yazarıdır. Özellikle Babürname edlı eseriyle dünya çapında tanınmıştır. Şiire nasıl başladığından, Nevayi ile tanışmasına kadar birçok ayrıntıya hatıralarında yer verir. Şiir, düzyazı ve kuramsal metinleriyle Ali Şir Nevayi’nin en önemli takipçisidir. Türk kültür ve sanatını Hindistan coğrafyasına taşıyarak Türk dilinin kullanım sahasını genişletmiştir. Edebiyat dışındaki sanatlarla da uğraşmıştır. Bazı besteler yaptığı, hat sanatında hatt-ı Babüri ( Babür’ün Uygur harfleri ve stiliyle Arap harflerini birleştirerek geliştirdiği yazı çeşidi) diye bilinen bir tarz icat edecek kadar usta olduğu bilinir. Eserleri: Babürname: Babür’ün en ünlü eseri Vekayi adıyla da bilinen hatıratıdır. Bu eserinde anılarını çok samimi, yalın ve gösterişten uzak bir dille ayrıntılı olarak anlatır. Birçok dile çevrilmiş olan eseri Reşit Rahmeti Arat da Türkiye Türkçesine çevirmiştir. Babür Divanı: Babür’ün fazla hacimli olmayan divanında şiirler klasik divan tarzında sıralanmamıştır. Kadı Burhanettin gibi bazı hükümdar şairlerin divanında olduğu gibi muhtemelen yazılış sırasına göre sıralanmıştır. Aruz Risalesi: Ali Şir Nevayi gibi Babür de Çağatay edebiyatının kuramsal konularıyla ilgilenmiştir. Bu eserinde aruz vezinlerini ve nazım biçimlerini Farsça ve Türkçe örnekler vererek anlatmıştır. Mübeyyen: Hanefi fıkhıyla ilgili bazı konuları mesnevi biçiminde ve fe’ilâtün/ mefâ’îlün/ fe’ilün ölçüsüyle anlattığı bu eserini çocukları Hümayun ve Kamran’a öğüt vermek amacıyla yazmıştır. Risale-i Validiyye: Ubeydullah Ahrar’ın sufi ahlakıyla ilgili eserinin mesnevi biçiminde ve fe’ilâtün/ fe’ilâtün/fe’ilün ölçüsüyle bir uyarlamasıdır. Hastalıktan kurtulmak ümidiyle çevirdiği bu eser onun tasavvufa ilgisinin de yansıması sayılır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder