ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATLARI-1 6.
ÜNİTE
Çağdaş Kırım Tatar Edebiyatı-I
KIRIM VE KIRIM'DA
TÜRK-TATAR EDEBİYATI
Kırım tarihin eski zamanlarından beri
Türk halklarının bulunduğu bir coğrafyadır. Zaman zaman doğudan batıya uzanan
Türk göçlerinin veya muhaceretinin yolu üzerinde bulunması sebebiyle de tarih
boyunca yeni sakinler kabul etmiş ve burada çok katlı bir kültür yapısı ortaya
çıkmıştır. 1475'te Osmanlı devletine tâbi olduğu tarihte Kırım'daki hâkim
kültür, Müslüman Kıpçak ve Oğuz temeline üzerinde gelişmişti. Yazı dili ve
edebiyat gelenekleri de Türkistan'a Çağatay Türkçesi ve edebiyatına bağlıydı.
Üç yüz yıldan fazla süren Osmanlılarla siyasî, iktisadî, kültürel ilişkiler,
Kırım'da Osmanlı Türkçesi'nin yazı ve edebiyat dili olarak benimsenmesini
sağladı.
Kırım'ın sözlü edebiyatı, Türkistan'la
ve Anadolu’yla temas hâlindedir. Kırım'daki bazı destanlar ve aşk destanları aralarındaki
varyant farklılıklarıyla birlikte İdil-Ural ve Kazak bozkırıyla ortaktır. Bazı
hikâyeler ise Anadolu'dan Kırım'a geçmiştir. Ayrıca kaynağı yazılı Doğu
edebiyatı olan bazı mesnevi veya halk hikâyeleri de İslâm-Türk kültür dünyasıyla
ortaktır.
Osmanlılarla yakın ilişkiler sebebiyle
bazı dinî ve edebî eserlerin Kırım yoluyla İdil-Ural bölgesine oradan da Kıpçak
Bozkırı'na kadar yayılıp benimsenmiştir. Bu gibi eserlerin o bölgelere ulaşma
sebebi, yakın ilişkiler yanında, İstanbul'da matbaanın faaliyete geçmesi el
yazmalara göre çok daha ucuz olan basılı eserlerin kültürel ihtiyaç (eğitim)
ticaret, seyahat (özellikle de Hac ziyareti) sebebiyle kuzey bölgelerine
götürülmesidir. Kırım'ın Anadolu ve Türkistan'la ilişkilerini kuvvetlendiren
bir başka sebep de tarikatler olmuştur. Türkistan'dan Yesevî hikmetleri,
Bakırgan kitabı, Sufî Allahyar'ın şiirleri, Anadolu'dan da Yunus Emre'nin
ilahîleri, Kemal Ümmî'nin şiirleri Kırım'da da sevilerek okunmuştur. Dinî
edebiyattan ise Ahmediye, Muhammediye adlı
eserler, Süleyman Dede'nin Mevlidi örnek
olarak gösterilebilir. Aynı şekilde Çağatay yazılı edebiyatı da başta Nevaî
olmak üzere Kırım'da takip edilmiştir.
Kırım-Anadolu ilişkilerini
kuvvetlendiren özellikle sözlü edebiyat ürünlerinin karşılıklı ulaşımını
sağlayan diğer bir husus da Osmanlıların Avrupa, Kafkasya ve İran'daki
seferlerine Kırım Han ordusunun da katılmasıdır. Bu savaşlar sırasında ordu
içindeki âşıklar, hikâye anlatıcıları veya Kırım ordusunun geçtiği yerlerde
halkla teması, karşılıklı ilişkilerin temelini oluşturur. Kefe'de bulunan
Osmanlı Yeniçeri birliğinin de Anadolu kültürünü Kırım'a aktarmada bir rol
oynadığı düşünülebilir.
Âşık Ömer, Gevheri [Cevherî], Dertli gibi.
Sümmanî de Kırım'ı dolaşmış Han Sarayı hakkında şiir yazmıştır. Kırım hanları
ve kalgayları (veliahtları) içerisinde, bir müddet Türkiye'de ikamet edenler
de ilişkilerin gelişmesine etki etmiştir. Kırım hanları içinde Osmanlı
Türkçesiyle şiir yazanlar arasında Bora lakaplı Gazi Geray (mahlası Gazayî)
epeyce meşhurdur. Özellikle sözlü Kırım edebiyatı çok zengindir, fakat, bu
ülkenin Rus istilasından sonra yaşadığı acılı günler, bu bölgedeki sözlü ve
yazılı edebiyatın büyük ölçüde tahrip ve yok olmasına yol açmıştır. 1944'teki
toplu sürgün ise Kırım'ı bir yangın yerine çevirmiş, kültür hayatının son
izlerini de silip süpürmüştür. Rus istilasından sonra Türkiye'ye kitleler
hâlinde göçün başlaması da edebiyat hayatı için tam bir çöküş dönemi oluşturur.
Bu dönemde Kırım
aydını susturulmuş ve pek çok âlim Türkiye'ye göç etmek zorunda kalmıştır. Çar
hükümetinin istilacılık siyaseti sonucu, Potemkin'in
(Potemkin: Rus generali, panslavist. Kırım'ı
istilasında çok gaddar davrandı, birçok sivilin ölmesine sebep oldu.) ve daha sonrakilerin zulmünden, yüz binlerce
insan "Ak [Hak] Toprak" dedikleri Türkiye ve Dobrucaya göç etti.
KIRIM'DA MODERN
EDEBİYAT
İsmail Gaspıralı ve
Tercüman Dönemi
İsmail Gaspıralı'nın
Hayatı: İsmail Bey, babasından kendisine intikal eden
soyluluk ünvanı sebebiyle, babasının doğum yerini belirten "Gasprinski"
familya adını kullanmıştır.
Moskova'da içinde bulunduğu muhit onda
milliyetçilik duygularının doğmasına sebep olur. 1867'de Girit'teki Rum
ayaklanması sırasında Müslümanlar çok zor durumda kalmışlardı. Moskova askerî
lisesinde Türklerin ve Müslümanların sürekli aşağılandıklarını, Girit'teki Rum
isyancıların ise coşkunca alkışlandığını gören İsmail Bey, Mustafa Mirza Davidoviç'le
İstanbul'da gönüllü subay olarak orduya yazılıp, Girit'e gitmeyi kararlaştırdı.
Türkiye'ye gitmek için vapura binmeye
çalışırlarken pasaportları olmadığı için yakalanır ve askerî okuldan atılırlar.
Yalta'da Dereköy mektebinde ve Zincirli Medresede Rusça hocalığı yapar.
Zincirli Medresedeki öğretmenliği sırasında, görevi olmadığı hâlde öğrencilere
Türkçe öğretmesi; eski öğretim metotlarını eleştirmesi; Rusça ders saatlerini
çan çalarak belirtmesi gibi sebeplerden dolayı öğrencilerin ve medrese
yöneticilerinin sert tepkileriyle karşılaşır. Hatta ölümle tehdit edildiğinden
medreseden ayrılmak zorunda kalır.
İsmail Bey, Osmanlı
ordusuna subay olarak girip milletine hizmet etmeyi ideal edinmiştir. İyi
derecede Fransızca bilmesinin bu işi kolaylaştıracağını düşündüğünden Fransızcayı
geliştirmek amacıyla Paris'e gider. Orada iken Turgenyev'in muhitinde bulunur,
onun yazdıklarını temize çeker. Avrupa Medeniyetine
Bir Nazar-ı Muvazene adlı eserindeki bazı
ifadelerine bakılırsa Londra'ya da gitmiş olmalıdır.
1874'te İstanbul'a gelir. İsmail Bey'in
gazeteciliği, yazarlığı da İstanbul'da başlar: Buradayken Moskova ve
Petersburg'daki bazı Rus gazetelerine İstanbul ve Osmanlı hayatı hakkında "doğulu
renklerle süslü, yarı hayalî mektuplar" yazar.
1875 kışında Kırım'a
döndüğünde Fransa ve Türkiye'de edindiği bilgi ve gözlemlerinin de etkisiyle
Kırım Türklerinin sosyal hayatını yakından inceler. 1906'da yazdığı Gün
Doğdu hikâyesindeki Danyal adlı kahraman büyük
ölçüde İsmail Bey'i temsil eder.
Sadece Kırım'ı
yakından tanımakla kalmaz; değişik tarihlerde Litvanya'yı, Rusya'nın birçok
yerini, İdil-Ural bölgesini, Kafkasya'yı dolaşır. 1883'te Tercüman gazetesini
çıkarmaya başladığında bu seyahatlerinin tecrübesinden yararlanır. İsmail
Bey'le ortak idealleri paylaşan aydınlar, Tercüman
gazetesinin Rusya'nın her köşesine yayılmasında, hatta
zamanla Türkiye, İran, Mısır, Balkanlar, Doğu Türkistan'a kadar ulaşmasında ona
çok yardımcı olmuşlardır.
1905'ten sonra
Rusya'da meşrutiyet ilan edildiktan sonra İsmail Bey, Abdürreşit İbrahim (Reşid
Kadı), Yusuf Akçura, Hüseyinzade Ali Bey, Seyit Geray Alkin, Ali Merdan
Topçubaşı vd.nin öncülüğünde "Rusya Müslümanları
Kongreleri" düzenlenmeye başlandığında Tercüman
gazetesinin bu yolda ne kadar önemli hizmetlerde
bulunduğu anlaşılır. Y. Akçura, İsmail Bey'i üstadı olarak kabul eder. İsmail
Bey'in ölümünden sonra yazdığı "Muallime
Dair" yazısında, Gaspıralı'yı bütün Türk
milletinin "muallimi" olarak
değerlendirmiştir.
1911'de
İsmail Gaspıralı ile Azerbaycanlı Hüseyinzade Ali Bey, İttihat ve Terakki
Partisi'nin genel merkezine seçilirler. Yusuf Akçura'nın İstanbul'da çıkartmaya
başladığı Türk Yurdu'nda,
Sırat-ı Müstakim'de ve o yıllarda
yayımlanan bazı gazete ve dergilerde hem İsmail Bey'in Beyle yapılan
görüşmeler, hem de "dünya Müslümanlarını eğitim meselelerini görüşmek üzere
bir kongrede toplamak" girişimi hakkında çeşitli yazılar, haberler
yayımlanır.
1905'ten sonra "İttifak-ı
Müslimin" (kısaca İttifak)
adlı siyasî partinin kurucuları arasında yer alır. İsmail
Bey'in ölümü Türk dünyasında üzüntüyle karşılanır.
Eserleri:
İlk Yazısı: "Bahçesaray'dan Gönderilen
Mektup"
Bilinen ilk yazısı "Bahçesaray
şehir emaneti meclisinden İsmail Mirza' imzasıyla 1879'da Tiflis'te Ziya
gazetesinde "Bahçesaray'dan
Gönderilen Mektup" adıyla yayımlanır. Bu
mektubunda söyledikleri onun gelecekteki hedefini de açıklamaktadır.
Rusça İlk Makaleleri,
Eserleri
Bahçesaray Mektupları,
Rusya Müslümanları: Kırım'daki ilk
yazıları Akmescit'te Rusça yayımlanan Tavrida gazetesinde
çıkar: Önce "Küçük Molla' imzasıyla "Bahçesaray
Mektubları"nı ardından aynı makaleyi yeniden
işleyip daha olgun hâle getirerek bu sefer "Genç Molla' imzasıyla ve "Rusya
Müslümanları" adıyla aynı gazetede
tefrika ettirir ve aynı yıl kitap hâlinde de bastırır.
Rus
aydınlarını ve resmî makamlarını muhatap alarak Rusça yazdığı "Rusya
Müslümanları"nda daha sonra hayatı boyunca sadık
kalacağı bir program çizer, Rus-Müslüman ilişkilerinin nasıl olması gerektiği
hakkındaki düşüncelerini belirtir.
İsmail Bey, bu eserini oldukça
dikkatli, diplomatik bir dille, zaman zaman Rus yönetimin ve Rusların iyi
yanlarını öne çıkartarak zaman zaman da ölçülü ve mantıklı bir şekilde onları
eleştirerek uzlaşmacı bir yaklaşımla yazar. Eserde Rusya Müslümanlarının da
kötü yönleri açıkça eleştirir, iyi yönleri ise objektif bir şekilde anlatılır.
Gaspıralı, bu eserinde
muhatabını incitmeyen, açık bir dille, Rusların, Müslümanları-Türkleri asimile
etmek, Hristiyanlaştırmak siyasetinden artık vazgeçmesi gerektiğini, bu
siyasetin Müslümanları Rusya'ya düşman etmeden başka bir işe yaramadığını da
ısrarla belirtir. Rus yöneticilerinin, artık Rusya'nın dünyadaki en büyük İslam
ülkelerinden biri olduğu gerçeğini kabullenmelerini ister. Bu sebeple
Müslümanların eğitimi de bir devlet görevi olmalıdır. Hükûmet Müslümanlar için
okullar açacak maddî güce sahip değilse, hiç olmazsa medrese ve cami
yanlarındaki mekteplerde yapılan eğitimin ıslah edilmesine izin vermelidir.
İsmail Bey, bu mekteplerde eğitimin anadilinde yapılması, temel İslamî
bilgiler yanında tarih, coğrafya, matematik, diğer fen bilimleri ve Rusça'nın
da okutulması gerektiğini ileri sürer. Bunun gerçekleşebilmesi için imamlar,
hocalar da ayrıca eğitilmelidir.
Bu
eserde, Rusya yönetimi altında yaşayan Müslümanların-Tatarların tek bir kitle
olduğu kabul ediliyor, onların kültürel ve siyasî haklarından söz ediliyordu.
Kurtuluşun tek yolu; eğitimle Batı medeniyetine yaklaşmak, onun bilimdeki
seviyesine ulaşmaktı. Bu ölmüş durumdaki Türk-İslâm ruhunu diriltmenin tek
yolu idi.
Eser,
çığır açıcı bir özelliğe sahipti. İsmail Bey, düşüncelerini biraz kapalı ve
ihtiyatlı bir dil ile söylemesine ve Rus kanunlarına bağlı ve saygılı olduğunu
defalarca tekrarlamasına rağmen, bir kısım Rus aydınları, bazı panslavistler,
misyonerler onun bu eserde öne sürdüğü samimî düşünceleri hep şüpheyle karşıladılar
ve başta İlminski olmak üzere onu "pantürkist" ve
"panislamist" olmakla suçladılar; birçok mektupla, resmî yazışmalarla
Rus hükûmetine şikâyet ettiler, Tercüman'ın
kapatılmasını istediler.
İsmail Bey 1896'da Rusça yayımladığı "Rus-Doğu
Anlaşması" adlı eserinde Ruslarla Müslüman ülkeleri
arasında Batı emperyalizmine ve "sarı ırka" (Moğollar, Mançular, Çinliler
ve Japonlar) karşı bir ittifak oluşturulmasının gerektiğinden söz eder. 1908'de
Tercüman'da yayımlanan Şark-ı
Ekber Meselesi adlı makalesinde bu görüşlerini bir
kere daha açıklar. Meşrutiyetten sonra
Yusuf Akçura, İsmail Bey'in bu eserde ele aldığı görüşleri Türk Yurdu'nda
basılan "Türk-Rus Mukareneti" adlı yazısında ele alır.
Türkçe İlk Yayınları (Neşriyat-ı
İsmailiye)
Tonguç, Şafak
1875'te Kırım'a döndükten sonra bazı
gazetelerde yazılar yazarak ve bir matbaa kurarak işe başlar. Gaspıralı
Bahçesaray'da matbaasını kurduktan sonra deneme mahiyetinde, taşbasma olarak Tonguç'u
yayımlar (1881). Baskı çok kötüdür, metin iyi okunmamaktadır. Bu sebeple Tonguçu
Tiflis'te Ziya Matbaası'nda yeniden bastırır (1881). Tonguç,
İsmail Bey'in birbiri ardından yayımladığı küçük
"süreli yayınların" ilkidir. Ardından aynı yılda Şafak'ı
bastırır. İsmail Bey, "gazete şeklinde mecmualar" diye tanımladığı,
her biri 4-8 sayfa civarında olan ve birbirini izleyen on kadar "süreli
yayın" neşreder. Bir yazısında bunları "Neşriyat-ı İsmailiye" olarak
adlandırır. Bu eserler Rus yönetminin gözünden kaçmaz; İsmail Bey, sansür
görevlilerinden "izinsiz yayın yapıyorsun" şeklinde sert bir uyarı
alınca, yayınlarını durdurmak zorunda kalır. Bu "süreli yayınların"ın
bazılarının adları bilinmektedir ama, ilk ikisinden başka günümüze kadar ulaşan
olmamıştır; sadece Mirat-ı Cedid
adını taşıyan "mecmuası" hakkında kaynaklarda bilgi bulunmaktadır. Tonguçun
ilk yazısı olan "Söz-i Evvel"de ilk yazılarının
dili ve amacı görülür.
Yazısında
"milletin dili"ni işlenmemiş, kullanılmamış olarak görmesi, amacını
herkesle tartışma, görüşme olarak açıklaması, tartışılacak konuları da toplumun
yaşam tarzını değiştirme, eksikliklerini giderme, bazı ahlak bozukluklarının
çaresini bulma... olarak açıklaması dikkati çeker. Rus sansürü yüzünden
sözlerini daha açık söyleyemez. İleri sürdükleri toplumun topyekûn ıslah
edilmesi olarak değerlendirilebilir. "Tatar dili"ni ilerletmekten
kasdı sade Türkçe kullanmaktır. Bunu ileride dil hakkında yazdığı birçok makalesinde
açıkça ortaya koymuştur.
"Tatar
Dili": XIX. asrın sonlarında Ruslar, yönetimleri
altında yaşayan Müslüman Türk halklarının hepsine "Tatar" diyor,
"Türk" sözünü sadece Osmanlı Türkleri için kullanıyorlardı.
Kitaplarda, gazetelerde Rusya vatandaşı Türk boylarının kendilerinden
"Türk" diye söz etmeleri yasaktı. Bu sözü kullanmak bile
"pantürkizm" sayılıyordu. İsmail Bey ileride Tercüman ı çıkarmaya
başladığında "Türk dili" tabirinde ısrar edecek Osmanlı Türklerinin
dilini de sansürün baskılarına karşı "Osmanlıca" olarak
tanımlayacaktır.
Tercüman Gazetesi,
Faaliyetleri ve Fikirleri: 10 Nisan 1883'de,
Bahçesaray'da Tercüman
gazetesinin ilk sayısını yayımlar.
Rus yönetimi 1840'lı yıllardan itibaren
gazete çıkartmak için kendisine başvuran Kafkasyalı, İdil-Urallı birçok Türk
aydınına izin vermemiştir; çünkü, Rusya Müslümanları için bir gazete aynı
zamanda okul demekti. Bu açıdan bakılınca gazete çıkarma izni alması, Tercüman'ı
uzun yıllar çıkartabilmesi onun en büyük başarılarından biridir. Rus yönetimi
Türkçe ve Rusça, her iki taraf da birbirinin aynı olmak şartıyla gazete
çıkartmasına izin vermiştir. Tercüman'ın
başlık klişesinde "Ahvalât-ı
dâhiliyeye ve hâriciyeye, maârif ve edebiyâta dâir haftalık gazete" ifadeleri
bulunmaktadır.
Tercüman ikisi
Türkçe, ikisi de Rusça olarak, küçük boyda ve 4 sayfadır. Genel olarak haftada
bir kere çıkartılır. Sonraki yıllarda haftada 3-5 kere çıkartılabilmiştir.
1905'te
başlık klişesi "Tercüman-ı Ahvâl-i Zaman" olarak
değiştirilir, 1908'in sonuna kadar böyle kalır, sonra yine
"Tercüman"a dönülür. 1886'da gazetenin amacı "Rusya
ülkesinde sâkin ehl-i İslâmın fevâid-i maneviye ve maddiyesine hizmet
etmek" şeklinde açıklanır.
Tercüman'daki
Rusça kısmı kaldırabilmek için İsmail Bey, 10 yıl kadar uğraşır, sonunda izin
alır. Yine de gerekli gördüğünde, az da olsa, Rusça yazılara gazetesinde yer
verir.
İsmail Bey Tercüman'ı
1883'ten ölüm tarihi olan 24 Eylül 1914'e kadar idare eder. Ölümünden sonra
gazete, oğlu Rıfat Bey'in sahipliğinde ve Hasan Sabri Ayvazof'un baş muharrirliğinde,
Kırım'da Kurultay hükümetinin yıkılmasına, tahminen 23 Şubat 1918'e kadar
yayın hayatını sürdürür. Son sayısının hangi tarihte çıktığı tam olarak
bilinmemektedir. Nisan 1918'de Almanlar Kırım'ı işgal edince İsmail Bey'in
kızı Şefika Hanım, matbaayı tekrar açar, başka yayın organları basılır ama, Tercüman
çıkmaz. Ağustos 1918'de Beyaz Rusların lideri Denikin'in
Kırım'ı elde etmesiyle Tercüman Matbaası'na el konulur.
Gaspıralı, Tercüman'ın
10. yıl jübilesinde gazete çıkarmada kendisine yardımcı olanları açıklar.
Gazetenin 10., 20. ve 25. yılları, Bahçesaray'da büyük törenlerle kutlanır. Bu
jübileler, o yıllarda Rusya Müslümanlarının istişare toplantılarına dönüşür.
Zaman zaman Kuzey Batı Türkçesinden
kelimeler, ifadeler kullansa da Tercüman'ın
dili, sade bir Türkiye Türkçesidir (yani İstanbul Türkçesi). Zamanla
Bulgaristan'dan Doğu Türkistan'a kadar yayılan Tercüman'da
okuyucuların konuyu daha iyi anlamasını sağlamak için, lüzum gördüğünde Batı ve
Doğu Türkçelerine ait kelimeleri yan yana kullanır. Tercüman'da
her zaman açık bir anlatım ve kısa cümleler dikkati çeker; amaç, "Boğaziçindeki
balıkçıdan Kaşgardaki deveciye kadar" herkesin
bu dili anlamasıdır. Tercüman gazetesi,
yayınının devam ettiği 35 yıl boyunca İsmail Bey'in dil konusundaki şuurlu ve
ısrarlı tavrı sebebiyle Türk dünyasında ortak edebî dilin oluşmasında büyük bir
rol oynar ve bunda da sanıldığından daha büyük bir başarıya ulaşır. Türkiye'de
okunduğu ve aynı zamanda yasaklanıp serbest bırakıldığı 1895-1897 yılları
arasında gazetede "İlave-i
Tercüman", "Koşma", "Zamime" adlarıyla
yayımlanan Türkçe, iki sayfalık ilim, fikir, edebiyat ve diğer kültürel
konularının işlendiği ekler çıkartılır. Bu eklerin daha çok Türkiyeli
okuyucular için çıkartıldığı, bazı nüshaların da Rusya içinde dağıtılanlardan
içerik olarak az-çok farklı olduğu tespit edilmiştir
Tercüman'ın
eki olarak Mektep; Ha Ha Ha! adlı
mizah dergisi; Âlem-i Nisvan,
Âlem-i Sıbyan adlı dergiler
yayımlanır. Millet adlı
ayrı bir gazete çıkarma teşebbüsü ise bir örnek sayıyla kalır; fakat, Millet'in
başlık klişesi altındaki epigramda yer alan "Til
birliği, fikir birliği ve bu da amel birliğini mucip olur" ifadesi
dikkati çeker. Bu ifadeyi daha da veciz hâle getirerek 1912'den sonra
Tercüman'da "Dilde, fikirde, işte birlik" şeklinde
kullanır. Tercüman ilk
sayılarından itibaren sadece bir gazete değil aynı zamanda hitap ettiği Rusya
Müslümanlarının ortak kürsüsü, bir fikir mahfeli olur. Rusya Müslümanlarının
modernleşme süreci, bu sürecin din, fikir ve edebiyat hayatına ne şekilde
yansıdığı, her şeyden önce Tercüman koleksiyonu
dikkatli bir şekilde araştırılıp incelenmeden öğrenilemez.
İsmail Bey, Tercümanla
Rusya Türklerine içine düştükleri durumu, geriliği anlatmak;
varlıklarını sürdürebilmeleri için onlara ihtiyaç duydukları bilgiyi vermek istiyordu.
Bunun için gazetesiyle başlattığı ""uyandırma" işine, 1884'te
sonradan "Usul-i Cedid" olarak
adlandırılan eğitim-öğretim faaliyetleriyle, "savtî [fonetik] usule"
dayanan okuma-yazma kurslarıyla, ilk eğitim için gerekli olan kitapları yazarak
ve bunları yayımlayarak devam etti. Gaspıralı, medrese ve mekteplerde eğitimin
ıslah edilmesini, modernleşmenin ilk basamağı olarak görüyordu. Onun alfabe ve
ilk okuma kitabı olarak yazdığı Hoca-i Sıbyan
oldukça fazla ilgi görmüş bütün Rusya Müslümanları arasında kullanılmıştır.
Bu eserin ardından ilk ve orta okullar seviyesinde okutulmak için dil, din,
tarih, coğrafya, tabiat, ahlak vd. konularda birçok kitap yazıp bastı. İsmail
Bey'in başlattığı fonetik usulle okuyup yazma ve ilköğrenim, Rusya Türkleri
arasında süratle yayıldı, Türk burjuvazisi bu hareketi maddî ve manevî
destekledi. 1905'e gelindiğinde binlerce "Usul-i Cedid" okul
açılmıştı. Gaspıralı kız çocuklarının da eğitimine büyük önem veriyor ve her
vesileyle bu konu üzerinde duruyordu. Bütün bu sebeplerle İsmail Bey, Rusya
Türkleri arasında "milletin atası" olarak anılmaya başladı.
Gaspıralı,
ilk sayılarından itibaren gazetesinde, Türkiye fikir ve edebiyat hayatından
serbest bir şekilde yararlanır. İslâmiyetle ilgili bazı eserleri Tarih-i
İslâm, Medeniyet-i İslâmiye,
Türkiye fikir ve edebiyat hayatını yansıtan Maişet
ve Edebiyat-ı Osmanî ve Neşriyât-ı
Osmanî" başlıklı seri yazıları yayımlar. Şemsettin
Sami'nin Kamusü'l-Alâm adlı
eserinden geniş bir şekilde yararlanılarak hazırlanan Derya-yı
Bilik adlı ansiklopediyi ve daha sonra Kamus-i
İlmî ve Fennî adlı diğer bir ansiklopediyi gazetesinin
ilâvesi olarak okuyuculara verir, hatta kitap olarak bastırıp abonelere hediye
eder.
O, Rusya Müslümanları arasında yanlış
din anlayışını; bir bahane olarak ileri sürülen "bu iş İslâmiyete
aykırıdır, kâfirliktir!" itirazlarını yok etmek, İslâm dinini, halka basit,
ama doğru bir şekilde tanıtmak istiyordu.
Sözü edilen konularda
Türkiye kaynaklarını kullanması tesadüfî değildir: Halifenin ülkesindeki İslâm
anlayışını, mecburî değişimi, reformları, onlara örnek olarak göstermek, bu
işlerin İslâmın kalesi kabul edilen İstanbul'da da yapıldığını ve asla
"kâfirlik" olmadığını anlatmak istiyordu. Bu bakımdan Tercüman'ın
ilk sayılarından itibaren ileri görüşlü din adamlarını cehaletle mücadele için
kendi yanına çekmeye çalışmış, bu gibi din adamları, öğretmenler hakkında
gazetesinde iltifatkâr bir dille, övücü yazılar yazmıştır.
1905 Rus meşrutiyeti
İsmail Bey'in düşüncelerini daha rahat ve açık bir şekilde dile getirmesine
imkân verir. Gerek Sözler adlı
yazısında siyasî, fikrî hayatta ortaya çıkan büyük değişimlere işaret ederken "Tercümanın
devre-i evveli bitti, şimdi devre-i sanisi başlıyor" diyordu.
İsmail Bey, 1911'de Tercüman'ı
kapatıp Zaman adlı oğlunun
yöneteceği bir gazete çıkarmak istemişse de Rus yönetiminden izin alamamıştır.
1905'ten sonra
Rusya'da ortaya çıkan serbest ortamda Müslümanlar-Türkler arasında matbuat
hayatı canlandı; gazeteler, dergiler çıktı. Rus okullarından yetişmiş gençlerin
önemli bir kısmı sosyalist eğilimlidir. Bu gençler, millî meseleleri değil,
sınıf mücadelesini, dünya ihtilâlini düşünüyorlardı. Halk yığınlarını sınıf
mücadelesine çekebilmek, amaçlarına çabuk ulaşabilmek için "ortak
Türkçe" veya "edebî Türk dili"yle değil, mahallî şivelerle
yazmayı tercih ettiler. Buna rağmen sosyalistler önderler arasında bile Gaspıralı'nın
millî kültür ve dil idealine bağlı olanlar vardı.
1920'li
yıllardan sonra Sovyet hükümeti, "dil birliği"ni bozmakla kalmadı;
Türk birliğini, eski ve yekpâre Türk millî coğrafyasını da parçaladı; yeni
"milletler" ve devletler icat etti. Tarih, Gaspıralı'yı haklı
çıkardı.
Tercüman
gazetesi, 35 yıl boyunca Rusya Müslümanlarını-Türklerini
uyandırma ve muasır dünya medeniyetine ulaştırma yolundaki olağanüstü
hizmetleri sebebiyle Rusların Noveya Vremya ve
İngilizlerin The Times gazeteleriyle
karşılaştırılmış, hatta Tercümanın onlardan
daha etkili olduğu belirtilmiştir.
Avrupa Medeniyetine Bir Nazar-ı Muvazene
İsmail Bey'in 1885'te
İstanbul'da bastırdığı bu eser, Avrupa medeniyeti ve sosyalizmin mahiyeti
hakkında bir eleştiridir.
Gaspıralı Mısır, Yunan
ve Roma medeniyetlerinin oluşmasında kölelerin büyük emeği olduğu hâlde onların
hiçbir haklarının olmadığını söyledikten sonra Eski Yunanlıların ve Romalıların
insanlığa hizmet ettiklerini inkâr etmediğini ama, on binlerce insanın emeğini
bir kişinin benimsemesini medeniyetteki eksiklik olarak gördüğünü açıklar. Ona
göre Avrupa medeniyeti de yeni değil bu eksik medeniyetlerin devamıdır.
Avrupanın üniversitelerinde okutulan bilimler insanı hayretler içinde bırakıyor
fakat, daha da şaşılacak şey, "ahlâk ve tam
hakkaniyetlin ne olduğunun bilinmemesidir!
Gaspıralı, Avrupa medeniyetinin bu eksik ve
cürük esaslar üzerine kurulduğunu kavrayan değişik görüşlere sahip
sosyalistlerin köklü değişiklikler yapmak, yeni esaslar üzerine yeni bir
medeniyet kurmak istediklerini ama, bu medeniyetin temelindeki
"haksızlığı" fark ettikleri için, söyledikleri gibi "insanlar
arasında eşitlik" sağlayarak bu eksikliği gideremeyecekleri
kanaatindedir. Gaspıralı yine de Avrupa yaşam biçiminin "bir adamı
güldürüp, yüz adamı ağlatıp mutsuzluğuna" sebep oldukça sosyalist
düşüncelerin etkisinin devam edeceği kanatindedir.
İsmail Bey, Avrupa
yaşam biçiminin "şahsî yarar ve çıkar"a dayandığını, ahlak, terbiye
ve hukukun hep buna göre düzenlendiğini ileri sürerek; bu Avrupa'daki bu
"eksik medeniyetin" yaşamda zulme sebep olduğunu söyler. Ona göre
insan ilişkilerinde çıkardan önce gözetilmesi gereken
"hakkaniyet"tir. İnsan ilişkileri "hakkaniyet"e
dayandığında zulüm de ortadan kalkacaktır. "Yeni medeniyet", ileride
"hakkaniyet" ilkesi üzerine kurulan bir yaşam tarzının sonucu
olacaktır. Gaspıralı bu yeni medeniyeti ancak Müslümanların kurabileceği
kaatindedir; çünkü bu iş için onlardan daha fazla "serveti" olan bir
millet yoktur. Bu "sermaye" ise esas hükmü "hakkaniyet"
olan Kuran'dır:
İsmail
Bey, Rus Meşrutiyetinden sonra sosyalizm hakkındaki düşüncelerini yeniden gazetesinde
açıklamak gereğini duyar bu eserine de atıfta bulunarak "Mezheb-i
İştirakiyyûn" adlı seri makalelerini yayımlar (1906).
Çarlık yönetiminin Müslümanlar hakkındaki
görüş ve davranışlarını 1910 yılı sonlarına doğru Tercümanda
yayımladığı "Rusya'nın
Siyaset-i İslamiyesi" adlı seri yazılarında
yeniden değerlendirmek gereğini hisseder, eskiden kapalı söylemek zorunda
olduğu bazı düşüncelerine açıklık getirir.
Roman ve Hikâyeleri
İsmail Gaspıralı, dönemin
şartları gereği zaman zaman bazı takma adlardan yararlanır. Onun en çok
kullandığı imzalarından biri Molla Abbas Fransevî'dir.
Bu imzayla o, Taşkentli Molla Abbas adlı kahramanının Avrupa ve Afrikada'ki
seyahatlerini, maceralarını konu alan, birbirinin devamı olan eserler yazar.
Birkaç yıl Avrupa'da dolaştığı için
eserde "Molla Abbas Fransevî" şeklinde takdim edilen roman kahramanı
Taşkentli Molla Abbas'ın güyâ Tercüman gazetesine
"mektuplar" hâlinde gönderdiği seyahatnamesinin ilk kısmını oluşturan
Frengistan Mektupları 1887
yılı ocak-kasım ayları arasında Tercümanda tefrika
edilir. Bunu Darürrahat Müslümanları,
Sudan Mektupları, Kadınlar
Ülkesi ve bunların uzantısı olarak kabul edebileceğimiz
Molla Abbas Fransevî'ye Tesadüf-Gülbaba Ziyareti
izler. Bütün bu eserler, ortak bir kahramana (Molla Abbas) sahiptir ve ayrı
ayrı epizotlar olarak tasarlanmış tek bir roman olarak kabul edilebilirler. Rusya
Türklerinin alışık oldukları bu tarz hikâyeler, dönemin ihtiyaçlara cevap
verebilecek bir mektep ve eğitimden yoksun olan Müslümanlar arasında cehaleti
gidermede, arzu edilen zihniyet değişikliğini yapmada önemli bir rol
oynayabilirlerdi. Bu sebeplerle İsmail Gaspıralı düşüncelerini geniş halk
yığınları arasında daha anlaşılır bir hâle getirmek için modern bir hikâye
anlatma tarzı olan romanı bilinçli olarak seçmişti.
Frengistan
Mektuplarında Taşkentli Molla Abbas'ın ülkesinden
ayrılıp Fransa'ya kadar gelmesi ve Avrupa'da özellikle Paris'teki gözlemleri
anlatılır. Daha sonraki tefrikalarda Mola Abbas'ın İspanya seyahatine çıkması,
burada başından geçenler hikâye edilir. Gaspıralı'nın ileride adını "Darürrahat
Müslümanları" koyacağı ve 1906'da
müstakil bir roman olarak bastıracağı bölüm de budur.
Sudan Mektupları, Frengistan Mektupları
ve Darürrahat
Müslümanlarının şeklen devamıdır. Molla Abbas,
İspanya'dan Paris'e döner, ama çok geçmeden eski Fransız sevgilisi
Margarita'nın teşviki ile Paris'ten üç Fransızla birlikte, İngilizlere karşı mücadele
etmekte olan Sudan Arapları'nın lideri Mehdîlik tarikatının kurucusu Muhammed
Ahmet'e yardım etmeye gider. Bu kısımda o dönemdeki Fransız-İngiliz rekabeti
öne çıkartılmış, İngiliz emperyalizmi ifşa edilmiştir.
Kadınlar Ülkesi de
Sudan Mektuplarının şeklen
devamıdır. Sudan'a Muhammed Ahmet'e yardıma giden Molla Abbas ve arkadaşları,
Büyük Sahra'da bir çöl fırtınasında yollarını kaybedip kadın askerlere esir
düşer. Burası "Kadınlar Ülkesi"dir. Ülkede kadınlarla erkeklerin
konumu terstir.
Bu epizotta aslında İslâm toplumunun
ters yüz edilmiş bir şekli ile karşılaşırız. Bu fantazi sayesinde Gaspıralı,
İslâm toplumunda kadının içine düşürüldüğü konumu alaycı bir dille sergileme
imkânı bulur.
Molla Abbas Fransevîye
Tesadüf: Gül Baba Ziyareti, Frengistan Mektupları ile
başlayan Molla Abbas'ın maceraları, Kadınlar Ülkesi ile
yarıda kalmış bir roman izlenimi verir. Daha sonra İsmail Bey, "Molla
Abbas'ın Şakirdi" imzasıyla Gülbaba Ziyareti adlı
kısmı yayımlar. Böylece
roman, kendini Molla Abbas'ın öğrencisi olarak
kabul eden bir başka "anlatıcı"nın dilinden Macaristan'da Budapeşte
şehrindeki Gülbaba Ziyareti'nde bu "öğrencinin" Molla Abbas'la
karşılaşması ve aralarındaki konuşmalarla tamamlanır.
İsmail
Bey'in bu romanından başka Arslan Kız, Gün Doğdu gibi
birkaç büyük hikâyesi ve Ahmet Bey Taşkesenli
ve Bedros Ağa Karakaşyan, İvan ve Süleyman, Mükâleme-i Selatin, Bela-yı
İslam... gibi bazı küçük hikayeleri de vardır.
Arslan
Kız, Eserin konusu, Doğu Türkistan'ın Kaşgar
bölgesindeki Üç turfan şehrinin Çinliler ve Kalmuklar tarafından kuşatılması,
halkın Kaşgar'dan yardım beklemesidir. Kuşatma altındaki Üç turfan şehrinin
ileri gelenleri Şeyh İzzet Ata'nın evinde toplanıp bir çare düşünürler.
Meclistekilerin birçoğu teslim olmanın münasip olacağı fikrindedir. Şeyh İzzet
Ata'nın bir erkek gibi yetiştirilmiş, medrese tahsili görmüş cesur ve güzel
kızı Gülcemal (Arslan Kız), erkek gönüllü olarak Kaşgar'a gitdip yardım
istemeye karar verdiğini açıklar. Kaşkar'a varıp orada Çinliler tarafından satın
alınmış Taştimur Bey ve adamlarını ifşa eder, halkın desteğini kazanır. Çinlilerle
savaşmak için hazırlıklar yapan Hokant'lı Yakup Bey'in adamlarıyla alaka kurar
ve onların da yardımı ile şehri Çin istilasından kurtarmayı başarır.
Bu hikâyedeki "yiğit kız"
(Arslan Kız) tipinin eski Türk destanlarından ve hikâyelerinden alındığı,
yazarın anlatım dilindeki epik unsurlardan da belli olmaktadır. Böylece
Gaspıralı, modern edebiyata, eski Türk kültürün ne şekilde kaynak
olabileceğini göstermiş, millî edebiyat anlayışına uygun bir hikâye yazmıştır.
Gün Doğdu, "Kart
Ağay" takma adıyla 1905 ve 1906'da olmak üzere Tercüman'da
iki kere tefrika edilir. Eserin kahramanı Danyal Bey, Kırım'lı soylu bir
gençtir. Hukuk öğrenimi görüp memleketine döndükten sonra kendi toplumunu
kalkındırmak için halk arasında dolaşıp çözüm yolları aramaya başlar. Yarım
kalmış, tamamlanamamış bu eserin otobiyografik bir yanı olduğu, İsmail Bey'in
hayat ve faaliyetinden izler taşıdığı Y. Akçura ve Z. V. Togan tarafından
açıklamıştır.
Bütün bu eserler
İsmail Gaspıralı'ya, Türk dünyasının ilk roman ve hikaye yazarlarından biri
sıfatını da kazandırmaktadır.
Frengistan Mektupları
İsmail Bey, bu eserinde zengin bir
tüccar çocuğu olan ve medresede iyi bir öğrenim gören Taşkentli Molla Abbas'ın
gözüyle, daha doğrusu Müslüman bir Türkün gözüyle Avrupa ve özellikle Fransa'yı
anlatır. Aslında Rusya'da Türkistan'daki hayattan farklı bir hayat tarzını
gören ve bu farklılıklara bir dereceye kadar alışık olan Molla Abbas, Avrupa'da
gördükleri karşısında bazen şaşkına döner, bazen de hayret ve hayranlığını
gizleyemez. Nasıl hayrete düşmesin ki Taşkent'te yirmi yıl medrese tahsili
gören bir insan Fransa'da bir ilkokul çocuğu kadar bilgiye sahip olmadığını
anlamıştır; Türkistan'da küçümsenip okutulmayan kadınlar bile kendisinden daha
bilgilidir!
İsmail Bey, bu eserde Avrupa'nın genel
durumunu, basit bir şekilde, olaylara ve örneklere bağlı olarak anlatmıştır.
İsmail Bey, Frengistan Mektupları ve
Darürrahat Müslümanları nda
Avrupa (özellikle Fransa)'yı o dönemde Batı kültürünü en az tanıyan
Türkistan'la karşılaştırarak bu iki zıt kutbun (Fransa-Türkistan), ne kadar
farklı olduğunu anlatma imkânı bulur. Bu iki eser, Doğu-Batı çatışmasının
edebiyatımızdaki en önemli ve ilginç eserler arasında yer alır. Ayrıca Rusya'yı
şöyle böyle tanıyıp kendilerinden üstün olduğunu gören Müslümanlara, Ruslardan
daha ileri seviyede bir Avrupa toplumu olduğunu anlatmak ister. Eserde
iktisadî hayata özel bir önem verilmesi de dikkati çeker. Çünkü bilgili toplum,
aynı zamanda zengin, düzenli ve âdil yönetimi olan bir toplumdur.
İsmail Bey, kahramanı Molla Abbas'ın
ağzından veya onun bu romanda karşılaştığı insanların söyledikleriyle
Türkistan'a, Rusya Müslümanlarına başta eğitim olmak üzere, din ve bilim
anlayışı, siyaset, ticaret gibi konularda sert tenkitler yöneltir. Bu bakımdan
Frengistan Mektupları ile başlayıp Gülbaba Ziyareti ile sona eren, ayrı ayrı
epizotlardan oluşan bu ilgi çekici roman, Gaspıralı'nın fikir dünyasının
ahahtarlarını taşımaktadır.
Frengistan Mektupları ile romanın
ikinci kısmını oluşturan "Darürrahat Müslümanları" aslında hem yapı
bakımından hem de konu itibarıyla birbirinden çok farklıdır. Gaspıralı'nın daha
sonra müstakil bir roman hâline getirdiği Darürrahat Müslümanları ütopik bir
romandır; yazarın hayalindeki mükemmel İslam toplumunu anlatır.
Darürrahat
Müslümanları
Molla Abbas Paris'te
tanıdığı yaşlı bir Arap olan Şeyh Celal'in tavsiyesi üzerine Endülüs
Müslümanlarından kalmış eserleri görmek üzere İspanya'ya gider. Endülüste gizli
bir vadide ("Darürrahat" ülkesi) yaşayan "Avrupalılardan çok
daha ileri bilgi ve yüksek medeniyete sahip Müslümanların hayatı, medeniyeti
Molla Abbas'ın gözlemleriyle anlatılır.
Molla Abbas, Endülüs
Müslümanlarından kalmış eserleri daha iyi görüp inceleyebilmek için izin alır,
Elhamra Sarayı'nın bahçesinde yatıp kalkmaya başlar. Bir gece, geç saatlerde
Elhamra Sarayı'nda dolaşan genç Arap kızlarını görüp şaşırır. Çünkü saray
kapalıdır ve bu kızların nereden geldiklerini anlayamaz. Kızlar kuru bir çeşmeye
yaklaşınca, çeşmeden su akmaya başlar, onlar da abdest alıp namaz kılarlar.
Sonra Molla Abbas'ı fark edince korkup bağırırlar, bu sırada yanlarındaki
ihtiyar adam öne çıkar. Molla Abbas ve ihtiyar adam birbirlerini tanırlar; bu
adam Abbas'ın Paris'te gördüğü Şeyh Celal'dir. Molla Abbas, bunların sarayın
bahçesine yer altındaki gizli bir dehlizden geldiklerini anlar. İhtiyar adam ve
kızlar sırlarını öğrenmiş bu yabancıyı dışarıda bırakamayacakları için alıp
kendileriyle birlikte gizli vadiye getirirler. Molla Abbas, Şeyh Celal'den ve
kızlardan biri olan Feride Banu'dan gizli vadide yaşayan bu müslümanların
hikâyesini öğrenir: 1491'de Endülüs devleti, İspanyollar tarafından istila
edilip yıkılırken ordunun ileri gelen komutanlarından biri olan Musa bin
Ebülgazan (Serdar Musa), kendisine bağlı 140 civarındaki cemaate, yanlarına
zarurî eşya, alet ve kitapları alıp saraydaki bazı yöneticiler dışında
kimsenin bilmediği Elhamra sarayının altındaki gizli dehlizden, etrafı yüksek
dağlarla çevrili vadiye geçip orada yerleşmelerini emretmiş ve kendisi de
İspanyollarla savaşa gidip kahramanca şehit olmuştur.
Feride Banu'nun Molla Abbas'a
anlattıklarına göre, Serdar Musa, Hicrî 1500 yılına gelinmeden bu memleketten
dışarı çıkmayı yasaklamıştır. Bıraktığı vasiyetname ancak o tarihte açılıp
okunacaktır. Bu ülkeden dışarıya ancak seçkin adamlar çıkabilmekte, dışarıda
olup biteni gözlemleyip tekrar ülkeye dönmektedir. Emirleri, Serdar Musa
soyundandır. Ülkenin kanunları "Şer'i-i Şerif
ile akl-i selim ve ittifak-ı umumî"ye dayanmaktadır.
Bu ütopik romanda
İsmail Gaspıralı'nın idealize ettiği bir Müslüman toplum görülür.
"Darürrahat Müslümanları"nın bakış açısıyla Avrupa ve Doğu (özellikle
Türkistan) âlemi çok açık ve sert bir şekilde tenkit edilir. İsmail Bey, böylece
"ideal İslâm" karşısında Müslümanların, Türk âleminin ne kadar
yanlış, ne kadar geri ve ne kadar zavallı bir hayata sahip olduğunu ortaya
koyar. Bu açıdan bakıldığında o dönemde Müslümanların-Türklerin sıkı sıkıya
tutunduğu ve korumaya çalıştığı bazı "dinî-ahlâkî değerlerin", kanaat
ve âdetlerin ne derecede İslâma uygun olduğu tartışmaya açılır. Roman
okuyucusu, ister istemez böyle bir tartışmayı kendi dünyasında başlatacak din anlayışını ve medreselerdeki mevcut eğitimi sorgulamak zorunda kalacaktır. Yazarın asıl
amacı da budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder