1 Şubat 2013 Cuma


ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATLARI-1                                                                  6. ÜNİTE                                                                                                           
Çağdaş Kırım Tatar Edebiyatı-I

KIRIM VE KIRIM'DA TÜRK-TATAR EDEBİYATI
Kırım tarihin eski zamanlarından beri Türk halklarının bulunduğu bir coğrafyadır. Za­man zaman doğudan batıya uzanan Türk göçlerinin veya muha­ceretinin yolu üzerinde bulunması sebebiyle de tarih boyunca yeni sakinler kabul et­miş ve burada çok katlı bir kültür yapısı ortaya çıkmıştır. 1475'te Osmanlı devletine tâbi olduğu tarihte Kırım'daki hâkim kültür, Müslü­man Kıpçak ve Oğuz temeline üzerinde gelişmişti. Yazı dili ve edebiyat gelenekleri de Türkistan'a Çağatay Türkçesi ve edebiyatına bağlıydı. Üç yüz yıldan fazla süren Osman­lılarla siyasî, iktisadî, kültürel ilişkiler, Kırım'da Osmanlı Türkçesi'nin yazı ve edebiyat dili olarak benimsenmesini sağladı.
Kırım'ın sözlü edebiyatı, Türkistan'la ve Anadolu’yla temas hâlindedir. Kırım'daki bazı destanlar ve aşk destan­ları aralarındaki varyant farklılıklarıyla birlikte İdil-Ural ve Kazak bozkırıyla ortaktır. Bazı hikâyeler ise Anadolu'dan Kırım'a geçmiştir. Ayrıca kaynağı ya­zılı Doğu edebiyatı olan bazı mesnevi veya halk hikâyeleri de İslâm-Türk kültür dünyasıyla ortaktır.
Osmanlılarla yakın ilişkiler sebebiyle bazı dinî ve edebî eserlerin Kırım yoluyla İdil-Ural bölgesine oradan da Kıpçak Bozkırı'na kadar yayılıp benimsenmiştir. Bu gibi eserlerin o bölgelere ulaşma sebebi, yakın ilişkiler yanında, İstanbul'da matbaanın fa­aliyete geçmesi el yazmalara göre çok daha ucuz olan basılı eserlerin kültürel ihtiyaç (eği­tim) ticaret, seyahat (özellikle de Hac ziyareti) sebebiyle kuzey bölgelerine götürülmesi­dir. Kırım'ın Anadolu ve Türkistan'la ilişkilerini kuvvetlendiren bir başka sebep de tarikatler olmuştur. Türkistan'dan Yesevî hikmetleri, Bakırgan kitabı, Sufî Allahyar'ın şiirle­ri, Anadolu'dan da Yunus Emre'nin ilahîleri, Kemal Ümmî'nin şiirleri Kırım'da da sevi­lerek okunmuştur. Dinî edebiyattan ise Ahmediye, Muhammediye adlı eserler, Süleyman Dede'nin Mevlidi örnek olarak gösterilebilir. Aynı şekilde Çağatay yazılı edebiyatı da baş­ta Nevaî olmak üzere Kırım'da takip edilmiştir.
Kırım-Anadolu ilişkilerini kuvvetlendiren özellikle sözlü edebiyat ürünlerinin karşı­lıklı ulaşımını sağlayan diğer bir husus da Osmanlıların Avrupa, Kafkasya ve İran'daki seferlerine Kırım Han ordusunun da katılmasıdır. Bu savaşlar sırasında ordu içindeki âşıklar, hikâye anlatıcıları veya Kırım ordusunun geçtiği yerlerde halkla teması, karşılıklı ilişkilerin temelini oluşturur. Kefe'de bulunan Osmanlı Yeniçeri birliğinin de Anadolu kül­türünü Kırım'a aktarmada bir rol oynadığı düşünülebilir.
Âşık Ömer, Gevheri [Cevherî], Dertli gibi. Sümmanî de Kırım'ı dolaşmış Han Sarayı hakkında şiir yazmıştır. Kırım hanları ve kalgayları (veliahtları) içerisinde, bir müddet Türkiye'de ikamet eden­ler de ilişkilerin geliş­mesine etki etmiştir. Kırım hanları içinde Osmanlı Türkçesiyle şiir yazanlar arasında Bora lakaplı Gazi Geray (mahlası Gazayî) epeyce meşhurdur. Özellikle sözlü Kırım edebiyatı çok zengin­dir, fakat, bu ülkenin Rus istilasından sonra yaşadığı acılı günler, bu bölgedeki sözlü ve yazılı edebiyatın büyük ölçüde tahrip ve yok ol­masına yol açmıştır. 1944'teki toplu sürgün ise Kırım'ı bir yangın yerine çevirmiş, kültür hayatının son izlerini de silip süpürmüştür. Rus istilasından sonra Türkiye'ye kitleler hâlinde göçün başlaması da edebiyat hayatı için tam bir çöküş dö­nemi oluşturur. Bu dönemde Kırım aydını susturulmuş ve pek çok âlim Türkiye'ye göç etmek zorunda kalmıştır. Çar hükümetinin istilacılık siyaseti sonucu, Potemkin'in (Potemkin: Rus generali, panslavist. Kırım'ı istilasında çok gaddar davrandı, birçok sivilin ölmesine sebep oldu.)  ve daha sonrakilerin zulmünden, yüz binlerce insan "Ak [Hak] Toprak" dedikleri Türkiye ve Dobrucaya göç etti.
KIRIM'DA MODERN EDEBİYAT
İsmail Gaspıralı ve Tercüman Dönemi
İsmail Gaspıralı'nın Hayatı: İsmail Bey, babasından kendisine intikal eden soyluluk ünvanı sebebiyle, babasının doğum yerini belirten "Gasprinski" familya adını kullanmıştır.
Moskova'da içinde bulunduğu muhit onda milliyetçilik duygularının doğmasına sebep olur. 1867'de Girit'teki Rum ayaklanması sırasında Müslümanlar çok zor durumda kalmış­lardı. Moskova askerî lisesinde Türklerin ve Müslümanların sürekli aşağılandıklarını, Girit'teki Rum isyancıların ise coşkunca alkışlandığını gören İsmail Bey, Mustafa Mirza Davidoviç'le İstanbul'da gönüllü subay olarak orduya yazılıp, Girit'e gitmeyi kararlaştırdı.
Türkiye'ye gitmek için vapura binmeye çalışırlarken pasaportları olmadığı için yakalanır ve askerî okuldan atılırlar. Yalta'da Dereköy mektebinde ve Zincirli Medresede Rusça hocalığı yapar. Zincirli Medresedeki öğretmenliği sırasında, görevi olmadığı hâlde öğren­cilere Türkçe öğretmesi; eski öğretim metotlarını eleştirmesi; Rusça ders saatlerini çan ça­larak belirtmesi gibi sebeplerden dolayı öğrencilerin ve medrese yöneticilerinin sert tep­kileriyle karşılaşır. Hatta ölümle tehdit edildiğinden medreseden ayrılmak zorunda kalır.
İsmail Bey, Osmanlı ordusuna subay olarak girip milletine hizmet etmeyi ideal edinmiş­tir. İyi derecede Fransızca bilmesinin bu işi kolaylaştıracağını düşündüğünden Fransızcayı geliştirmek amacıy­la Paris'e gider. Orada iken Turgenyev'in muhitinde bu­lunur, onun yazdıklarını temize çeker. Avrupa Medeniyetine Bir Nazar-ı Muvazene adlı eserindeki bazı ifadelerine bakılırsa Londra'ya da gitmiş olmalıdır.
1874'te İstanbul'a gelir. İsmail Bey'in gazeteciliği, yazarlığı da İstanbul'da başlar: Buradayken Mos­kova ve Petersburg'daki bazı Rus gazetelerine İstanbul ve Osmanlı hayatı hakkında "do­ğulu renklerle süslü, yarı hayalî mektuplar" yazar.
1875 kışında Kırım'a döndüğünde Fransa ve Türkiye'de edin­diği bilgi ve gözlemlerinin de etkisiyle Kırım Türklerinin sosyal hayatını yakından in­celer. 1906'da yazdığı Gün Doğdu hikâyesindeki Danyal adlı kahraman büyük ölçüde İsmail Bey'i temsil eder.
Sadece Kırım'ı yakından tanımakla kalmaz; değişik tarihlerde Litvanya'yı, Rusya'nın birçok yerini, İdil-Ural bölgesini, Kafkasya'yı dolaşır. 1883'te Tercüman gazetesini çıkarmaya baş­ladığında bu seyahatlerinin tecrübesinden yararlanır. İsmail Bey'le ortak idealleri paylaşan ay­dınlar, Tercüman gazetesinin Rusya'nın her köşesine yayılmasında, hatta zamanla Türkiye, İran, Mısır, Balkanlar, Doğu Türkistan'a kadar ulaşmasında ona çok yardımcı olmuşlardır.
1905'ten sonra Rusya'da meşrutiyet ilan edildiktan sonra İsmail Bey, Abdürreşit İbrahim (Reşid Kadı), Yusuf Akçura, Hüseyinzade Ali Bey, Seyit Geray Alkin, Ali Merdan Topçubaşı vd.nin öncülüğünde "Rusya Müslü­manları Kongreleri" düzenlenmeye başlandığında Tercüman gazetesinin bu yolda ne kadar önemli hizmetlerde bulunduğu anlaşılır. Y. Akçura, İsmail Bey'i üstadı olarak kabul eder. İsmail Bey'in ölümünden sonra yazdığı "Mu­allime Dair" yazısında, Gaspıralı'yı bütün Türk milletinin "mual­limi" olarak değerlendirmiştir.
1911'de İs­mail Gaspıralı ile Azerbaycanlı Hüseyinzade Ali Bey, İttihat ve Terakki Partisi'nin genel merkezine seçilirler. Yusuf Akçura'nın İstanbul'da çıkartmaya başla­dığı Türk Yurdu'nda, Sırat-ı Müstakim'de ve o yıllarda yayımlanan bazı gazete ve dergi­lerde hem İsmail Bey'in Beyle yapılan görüşmeler, hem de "dünya Müslümanlarını eği­tim meselelerini görüşmek üzere bir kongrede toplamak" girişimi hakkında çeşitli yazı­lar, haberler yayımlanır.
1905'ten sonra "İttifak-ı Müslimin" (kısaca İttifak) adlı siyasî partinin kurucuları arasın­da yer alır. İsmail Bey'in ölümü Türk dünyasında üzüntüyle karşılanır.
Eserleri:
İlk Yazısı: "Bahçesaray'dan Gönderilen Mektup"
Bilinen ilk yazısı "Bahçesaray şehir emaneti meclisinden İsmail Mirza' imzasıyla 1879'da Tiflis'te Ziya gazetesinde "Bahçesaray'dan Gönderilen Mektup" adıyla yayımlanır. Bu mektubunda söyledikleri onun gelecekteki hedefini de açıklamaktadır.
Rusça İlk Makaleleri, Eserleri
Bahçesaray Mektupları, Rusya Müslümanları: Kırım'daki ilk yazıları Akmescit'te Rusça yayımlanan Tavrida gazetesinde çıkar: Önce "Küçük Molla' imzasıyla "Bahçesaray Mektubları"nı ardından aynı makaleyi ye­niden işleyip daha olgun hâle getirerek bu sefer "Genç Molla' imzasıyla ve "Rusya Müs­lümanları" adıyla aynı gazetede tefrika ettirir ve aynı yıl kitap hâlinde de bastırır.
Rus aydınlarını ve resmî makamlarını muhatap alarak Rusça yazdığı "Rusya Müslümanları"nda daha sonra hayatı boyunca sadık kalacağı bir program çizer, Rus-Müslüman ilişkilerinin nasıl olması gerektiği hakkındaki düşüncelerini belirtir.
İsmail Bey, bu eserini oldukça dikkatli, diplomatik bir dille, zaman zaman Rus yöne­timin ve Rusların iyi yanlarını öne çıkartarak zaman zaman da ölçülü ve mantıklı bir şe­kilde onları eleştirerek uzlaşmacı bir yaklaşımla yazar. Eserde Rusya Müslümanlarının da kötü yönleri açıkça eleştirir, iyi yönleri ise objektif bir şekilde anlatılır.
Gaspıralı, bu eserinde muhatabını incitmeyen, açık bir dille, Rusların, Müslümanları-Türkleri asimile etmek, Hristiyanlaştırmak siyasetinden artık vazgeçmesi gerektiğini, bu siyasetin Müslümanları Rusya'ya düşman etmeden başka bir işe yaramadığını da ısrarla belirtir. Rus yöneticilerinin, artık Rusya'nın dünyadaki en büyük İslam ülkelerinden biri olduğu gerçeğini kabullenmelerini ister. Bu sebeple Müslümanların eğitimi de bir dev­let görevi olmalıdır. Hükûmet Müslümanlar için okullar açacak maddî güce sahip değil­se, hiç olmazsa medrese ve cami yanlarındaki mekteplerde yapılan eğitimin ıslah edil­mesine izin vermelidir. İsmail Bey, bu mekteplerde eğitimin anadilinde yapılması, te­mel İslamî bilgiler yanında tarih, coğrafya, matematik, diğer fen bilimleri ve Rusça'nın da okutulması gerektiğini ileri sürer. Bunun gerçekleşebilmesi için imamlar, hocalar da ayrıca eğitilmelidir.
Bu eserde, Rusya yönetimi altında yaşayan Müslümanların-Tatarların tek bir kitle olduğu kabul ediliyor, onların kültürel ve siyasî haklarından söz ediliyordu. Kurtuluşun tek yolu; eğitimle Batı medeniyetine yaklaşmak, onun bilimdeki seviyesine ulaşmaktı. Bu ölmüş durumdaki Türk-İslâm ruhunu diriltme­nin tek yolu idi.
Eser, çığır açıcı bir özelliğe sahipti. İsmail Bey, düşüncelerini biraz kapalı ve ihtiyatlı bir dil ile söylemesine ve Rus kanunlarına bağlı ve saygılı olduğunu defalarca tekrarlama­sına rağmen, bir kısım Rus aydınları, bazı panslavistler, misyonerler onun bu eserde öne sürdüğü samimî düşünceleri hep şüpheyle karşıladılar ve başta İlminski olmak üzere onu "pantürkist" ve "panislamist" olmakla suçladılar; birçok mektupla, resmî yazışmalarla Rus hükûmetine şikâyet ettiler, Tercüman'ın kapatılmasını istediler.
İsmail Bey 1896'da Rusça yayımladığı "Rus-Doğu Anlaşması" adlı eserinde Ruslarla Müslüman ülke­leri arasında Batı emperyalizmine ve "sarı ırka" (Moğollar, Man­çular, Çinliler ve Japonlar) karşı bir ittifak oluşturulmasının gerektiğinden söz eder. 1908'de Tercüman'da ya­yımlanan Şark-ı Ekber Meselesi adlı makalesinde bu görüşlerini bir kere daha açıklar. Meşrutiyetten sonra Yusuf Akçura, İsmail Bey'in bu eserde ele aldığı görüşleri Türk Yurdu'nda basılan "Türk-Rus Mukareneti" adlı yazısında ele alır.
Türkçe İlk Yayınları (Neşriyat-ı İsmailiye)
Tonguç, Şafak
1875'te Kırım'a döndükten sonra bazı gazetelerde yazılar yazarak ve bir mat­baa kurarak işe başlar. Gaspıralı Bahçesaray'da matbaasını kurduktan sonra deneme mahiyetinde, taşbasma olarak Tonguç'u yayımlar (1881). Baskı çok kötüdür, metin iyi okunmamaktadır. Bu se­beple Tonguçu Tiflis'te Ziya Matbaası'nda yeniden bastırır (1881). Tonguç, İsmail Bey'in birbiri ardından yayımladığı küçük "süreli yayınların" ilkidir. Ardından aynı yılda Şafak'ı bastırır. İsmail Bey, "gazete şeklinde mecmualar" diye tanımladığı, her biri 4-8 sayfa civarında olan ve birbirini izleyen on kadar "süreli yayın" neşreder. Bir yazısında bunları "Neşriyat-ı İsmailiye" olarak adlandırır. Bu eserler Rus yönetminin gözünden kaçmaz; İsmail Bey, sansür görevlilerinden "izinsiz yayın yapı­yorsun" şeklinde sert bir uyarı alınca, yayınlarını durdurmak zorunda kalır. Bu "süreli yayınların"ın bazılarının adları bilinmektedir ama, ilk ikisinden başka günümüze kadar ulaşan olmamıştır; sadece Mirat-ı Cedid adını taşıyan "mecmuası" hakkında kay­naklarda bilgi bulunmaktadır. Tonguçun ilk yazısı olan "Söz-i Evvel"de ilk yazılarının dili ve amacı görülür.  
Yazısında "milletin dili"ni işlenmemiş, kullanılmamış olarak görmesi, amacını herkes­le tartışma, görüşme olarak açıklaması, tartışılacak konuları da toplumun yaşam tarzı­nı değiştirme, eksikliklerini giderme, bazı ahlak bozukluklarının çaresini bulma... olarak açıklaması dikkati çeker. Rus sansürü yüzünden sözlerini daha açık söyleyemez. İleri sür­dükleri toplumun topyekûn ıslah edilmesi olarak değerlendirilebilir. "Tatar dili"ni ilerlet­mekten kasdı sade Türkçe kullanmaktır. Bunu ileride dil hakkında yazdığı birçok makale­sinde açıkça ortaya koymuştur.
"Tatar Dili": XIX. asrın sonlarında Ruslar, yönetimleri altında yaşayan Müslüman Türk halklarının hepsine "Tatar" diyor, "Türk" sözünü sadece Osmanlı Türkleri için kullanıyorlardı. Kitaplarda, gazetelerde Rusya vatandaşı Türk boylarının kendilerinden "Türk" diye söz etmeleri yasaktı. Bu sözü kullanmak bile "pantürkizm" sayılıyordu. İsmail Bey ileride Tercüman ı çıkarmaya başladığında "Türk dili" tabirinde ısrar edecek Osmanlı Türklerinin dilini de sansürün baskılarına karşı "Osmanlıca" olarak tanımlayacaktır.
Tercüman Gazetesi, Faaliyetleri ve Fikirleri: 10 Nisan 1883'de, Bahçesaray'da Tercüman gazetesinin ilk sayısını yayımlar.
Rus yönetimi 1840'lı yıllardan itibaren gazete çıkartmak için kendisine başvuran Kaf­kasyalı, İdil-Urallı birçok Türk aydınına izin vermemiştir; çünkü, Rusya Müslümanları için bir gazete aynı zamanda okul demekti. Bu açıdan bakılınca gazete çıkarma izni alması, Tercüman'ı uzun yıllar çıkarta­bilmesi onun en büyük başarılarından biridir. Rus yönetimi Türkçe ve Rusça, her iki taraf da birbirinin aynı olmak şartıyla gaze­te çıkartmasına izin vermiştir. Tercüman'ın başlık klişesinde "Ahvalât-ı dâhiliyeye ve hâriciyeye, maârif ve edebiyâta dâir haftalık gazete" ifadeleri bulunmaktadır.
Tercüman ikisi Türkçe, ikisi de Rusça olarak, küçük boyda ve 4 sayfadır. Genel olarak haftada bir kere çıkartılır. Sonraki yıllarda haftada 3-5 kere çıkartılabilmiştir.
1905'te başlık klişesi "Tercüman-ı Ahvâl-i Zaman" olarak değiştirilir, 1908'in sonu­na kadar böyle kalır, sonra yine "Tercüman"a dönülür. 1886'da gazetenin amacı "Rus­ya ülkesinde sâkin ehl-i İslâmın fevâid-i maneviye ve maddiyesine hizmet etmek" şeklin­de açıklanır.
Tercüman'daki Rus­ça kısmı kaldırabilmek için İsmail Bey, 10 yıl kadar uğraşır, sonunda izin alır. Yine de gerekli gördüğünde, az da olsa, Rusça yazı­lara gazetesinde yer verir.
İsmail Bey Tercüman'ı 1883'ten ölüm tarihi olan 24 Eylül 1914'e kadar idare eder. Ölümünden sonra gazete, oğlu Rıfat Bey'in sahipliğinde ve Hasan Sabri Ayvazof'un baş mu­harrirliğinde, Kırım'da Kurultay hükümetinin yıkılmasına, tahminen 23 Şubat 1918'e ka­dar yayın hayatını sürdürür. Son sayısının hangi tarihte çıktığı tam olarak bilinmemekte­dir. Nisan 1918'de Almanlar Kırım'ı işgal edince İsmail Bey'in kızı Şefika Hanım, matba­ayı tekrar açar, başka yayın organları basılır ama, Tercüman çıkmaz. Ağustos 1918'de Be­yaz Rusların lideri Denikin'in Kırım'ı elde etmesiyle Tercüman Matbaası'na el konulur.
Gaspıralı, Tercüman'ın 10. yıl jübilesinde gazete çıkarmada kendisine yardımcı olanla­rı açıklar. Gazetenin 10., 20. ve 25. yılları, Bahçesaray'da büyük törenlerle kutlanır. Bu jübileler, o yıllarda Rusya Müslümanlarının istişare toplantılarına dönüşür.
Zaman zaman Ku­zey Batı Türkçesinden kelimeler, ifadeler kullansa da Tercüman'ın dili, sade bir Türkiye Türkçesidir (yani İstanbul Türkçesi). Zamanla Bulgaristan'dan Doğu Türkistan'a kadar yayılan Tercüman'da okuyucuların konuyu daha iyi anlamasını sağlamak için, lüzum gördüğünde Batı ve Doğu Türkçelerine ait kelimeleri yan yana kullanır. Tercüman'da her zaman açık bir anlatım ve kısa cümleler dikkati çeker; amaç, "Boğaziçindeki balıkçıdan Kaşgardaki deveciye kadar" herkesin bu dili anlamasıdır. Tercüman gazetesi, yayınının devam ettiği 35 yıl boyunca İs­mail Bey'in dil konusundaki şuurlu ve ısrarlı tavrı sebebiyle Türk dünyasında ortak edebî dilin oluşmasında büyük bir rol oynar ve bunda da sanıldığından daha büyük bir başarı­ya ulaşır. Türkiye'de okunduğu ve aynı zamanda yasaklanıp serbest bırakıldığı 1895-1897 yılla­rı arasında gazetede "İlave-i Tercüman", "Koşma", "Zamime" adlarıyla yayımlanan Türk­çe, iki sayfalık ilim, fikir, edebiyat ve diğer kültürel konularının işlendiği ekler çıkartılır. Bu eklerin daha çok Türkiyeli okuyucular için çıkartıldığı, bazı nüshaların da Rusya içinde dağıtılanlardan içerik olarak az-çok farklı olduğu tespit edilmiş­tir
Tercüman'ın eki olarak Mektep; Ha Ha Ha! adlı mizah dergisi; Âlem-i Nisvan, Âlem-i Sıbyan adlı dergiler yayımlanır. Millet adlı ayrı bir gazete çıkarma teşebbüsü ise bir ör­nek sayıyla kalır; fakat, Millet'in başlık klişesi altındaki epigramda yer alan "Til birliği, fikir birliği ve bu da amel birliğini mucip olur" ifadesi dikkati çeker. Bu ifade­yi daha da veciz hâle getirerek 1912'den sonra Tercüman'da "Dilde, fikirde, işte birlik" şek­linde kullanır. Tercüman ilk sayılarından itibaren sadece bir gazete değil aynı zamanda hitap etti­ği Rusya Müslümanlarının ortak kürsüsü, bir fikir mahfeli olur. Rusya Müslümanlarının modernleşme süreci, bu sürecin din, fikir ve edebiyat hayatına ne şekilde yansıdığı, her şeyden önce Tercüman koleksiyonu dikkatli bir şekilde araştırılıp incelenmeden öğrenilemez.
İsmail Bey, Tercümanla Rusya Türklerine içine düştükleri durumu, geriliği anlat­mak; varlıklarını sürdürebilmeleri için onlara ihtiyaç duydukları bilgiyi vermek istiyordu. Bunun için gazete­siyle başlattığı ""uyandırma" işine, 1884'te sonradan "Usul-i Cedid" olarak adlandırılan eğitim-öğretim faaliyetleriyle, "savtî [fonetik] usule" dayanan okuma-yazma kurslarıyla, ilk eğitim için gerekli olan kitapları yazarak ve bunları yayımlayarak devam etti. Gaspıralı, medrese ve mekteplerde eğitimin ıslah edilmesini, modernleşmenin ilk basamağı ola­rak görüyordu. Onun alfabe ve ilk okuma kitabı olarak yazdığı Hoca-i Sıbyan ol­dukça fazla ilgi görmüş bütün Rusya Müslümanları arasında kulla­nılmıştır. Bu eserin ardından ilk ve orta okullar seviyesinde okutulmak için dil, din, tarih, coğrafya, tabiat, ahlak vd. konularda birçok kitap yazıp bastı. İsmail Bey'in başlattığı fone­tik usulle okuyup yazma ve ilköğrenim, Rusya Türkleri arasında süratle yayıldı, Türk bur­juvazisi bu hareketi maddî ve manevî destekledi. 1905'e gelindiğinde binlerce "Usul-i Cedid" okul açılmıştı. Gaspıralı kız çocuklarının da eğitimine büyük önem veriyor ve her vesileyle bu konu üzerinde duruyordu. Bütün bu sebeplerle İsmail Bey, Rusya Türkleri ara­sında "milletin atası" olarak anılmaya başladı.
Gaspıralı, ilk sayılarından itibaren gazetesinde, Türkiye fikir ve edebiyat hayatın­dan serbest bir şekilde yararlanır. İslâmiyetle ilgili bazı eserleri Tarih-i İslâm, Medeniyet-i İslâmiye, Türkiye fikir ve edebiyat hayatını yansıtan Maişet ve Edebiyat-ı Osmanî ve Neşriyât-ı Osmanî"  başlıklı seri yazıları yayımlar. Şemsettin Sami'nin Kamusü'l-Alâm adlı eserinden geniş bir şekilde yararlanılarak ha­zırlanan Derya-yı Bilik adlı ansiklopediyi ve daha sonra Kamus-i İlmî ve Fennî adlı diğer bir ansiklopediyi gazetesinin ilâvesi olarak okuyuculara verir, hatta kitap olarak bastırıp abonelere hediye eder.
O, Rusya Müslümanları arasında yanlış din anlayışını; bir bahane olarak ileri sürülen "bu iş İslâmiyete aykırıdır, kâfirliktir!" itirazlarını yok etmek, İslâm dinini, halka basit, ama doğru bir şekilde tanıtmak istiyordu.
Sözü edilen konularda Türkiye kaynaklarını kullanması tesadüfî değildir: Halifenin ülkesindeki İslâm anlayışını, mecburî değişimi, reformları, onlara örnek olarak göster­mek, bu işlerin İslâmın kalesi kabul edilen İstanbul'da da yapıldığını ve asla "kâfirlik" ol­madığını anlatmak istiyordu. Bu bakımdan Tercüman'ın ilk sayılarından itibaren ileri görüşlü din adamlarını cehaletle mücadele için kendi yanına çekmeye çalışmış, bu gibi din adamları, öğ­retmenler hakkında gazetesinde iltifatkâr bir dille, övücü yazılar yazmıştır.
1905 Rus meşrutiyeti İsmail Bey'in düşüncelerini daha rahat ve açık bir şekilde dile ge­tirmesine imkân verir. Gerek Sözler adlı yazısında siyasî, fikrî hayatta ortaya çıkan büyük değişimlere işaret ederken "Tercümanın devre-i evveli bitti, şimdi devre-i sanisi başlıyor" diyordu. İsmail Bey, 1911'de Tercüman'ı kapatıp Zaman adlı oğlunun yöneteceği bir gazete çıkarmak istemişse de Rus yönetiminden izin alamamıştır.
1905'ten sonra Rusya'da ortaya çıkan serbest ortamda Müslümanlar-Türkler arasın­da matbuat hayatı canlandı; gazeteler, dergiler çıktı. Rus okullarından yetişmiş gençle­rin önemli bir kısmı sosyalist eğilimlidir. Bu gençler, millî meseleleri değil, sınıf mücadelesini, dünya ihtilâlini düşünüyorlardı. Halk yığınlarını sınıf mücadelesine çekebilmek, amaçlarına çabuk ulaşabilmek için "ortak Türkçe" veya "edebî Türk dili"yle değil, mahallî şivelerle yazmayı tercih ettiler. Buna rağ­men sosyalistler önderler arasında bile Gaspıralı'nın millî kültür ve dil idealine bağlı olan­lar vardı.
1920'li yıllardan sonra Sovyet hükümeti, "dil birliği"ni bozmakla kalmadı; Türk birliğini, eski ve yekpâre Türk millî coğrafyasını da parçaladı; yeni "milletler" ve devletler icat etti. Ta­rih, Gaspıralı'yı haklı çıkardı.
Tercüman gazetesi, 35 yıl boyunca Rusya Müslümanlarını-Türklerini uyandırma ve muasır dünya medeniyetine ulaştırma yolundaki olağanüstü hizmetleri sebebiyle Rusların Noveya Vremya ve İngilizlerin The Times gazeteleriyle karşılaştırılmış, hatta Tercümanın onlardan daha etkili olduğu belirtilmiştir.


Avrupa Medeniyetine Bir Nazar-ı Muvazene
İsmail Bey'in 1885'te İstanbul'da bastırdığı bu eser, Avrupa medeniyeti ve sosyalizmin ma­hiyeti hakkında bir eleştiridir.
Gaspıralı Mısır, Yunan ve Roma medeniyetlerinin oluşmasında kölelerin büyük emeği olduğu hâlde onların hiçbir haklarının olmadığını söyledikten sonra Eski Yunanlıların ve Romalıların insanlığa hizmet ettiklerini inkâr etmediğini ama, on binlerce insanın emeği­ni bir kişinin benimsemesini medeniyetteki eksiklik olarak gördüğünü açıklar. Ona göre Avrupa medeniyeti de yeni değil bu eksik medeniyetlerin devamıdır. Avrupanın üniversitelerinde okutulan bilimler insanı hayretler içinde bırakıyor fakat, daha da şaşıla­cak şey, "ahlâk ve tam hakkaniyetlin ne olduğunun bilinmemesidir!
Gaspıralı, Avrupa medeniyetinin bu eksik ve cürük esaslar üzerine kurulduğunu kav­rayan değişik görüşlere sahip sosyalistlerin köklü değişiklikler yapmak, yeni esaslar üzeri­ne yeni bir medeniyet kurmak istediklerini ama, bu medeniyetin temelindeki "haksızlığı" fark ettikleri için, söyledikleri gibi "insanlar arasında eşitlik" sağlayarak bu eksikliği gide­remeyecekleri kanaatindedir. Gaspıralı yine de Avrupa yaşam biçiminin "bir adamı güldürüp, yüz adamı ağlatıp mut­suzluğuna" sebep oldukça sosyalist düşüncelerin etkisinin devam edeceği kanatindedir.
İsmail Bey, Avrupa yaşam biçiminin "şahsî yarar ve çıkar"a dayandığını, ahlak, terbi­ye ve hukukun hep buna göre düzenlendiğini ileri sürerek; bu Avrupa'daki bu "eksik me­deniyetin" yaşamda zulme sebep olduğunu söyler. Ona göre insan ilişki­lerinde çıkardan önce gözetilmesi gereken "hakkaniyet"tir. İnsan ilişkileri "hakkaniyet"e dayandığında zulüm de ortadan kalkacaktır. "Yeni medeniyet", ileride "hakkaniyet" ilkesi üzerine kurulan bir yaşam tarzının sonucu olacaktır. Gaspıralı bu yeni medeniyeti ancak Müslümanların kurabileceği kaatindedir; çünkü bu iş için onlardan daha fazla "serveti" olan bir millet yoktur. Bu "sermaye" ise esas hükmü "hakkaniyet" olan Kuran'dır:
İsmail Bey, Rus Meşrutiyetinden sonra sosyalizm hakkındaki düşüncelerini yeniden ga­zetesinde açıklamak gereğini duyar bu eserine de atıfta bulunarak "Mezheb-i İştirakiyyûn"  adlı seri makalelerini yayımlar (1906).
Çarlık yönetiminin Müslümanlar hakkındaki görüş ve davranışlarını 1910 yılı sonları­na doğru Tercümanda yayımladığı "Rusya'nın Siyaset-i İslamiyesi" adlı seri yazılarında yeniden değerlendirmek gereğini hisseder, eskiden kapalı söylemek zorunda olduğu bazı düşüncelerine açıklık getirir.
Roman ve Hikâyeleri
İsmail Gaspıralı, dönemin şartları gereği zaman zaman bazı takma adlardan yararlanır. Onun en çok kullandığı imzalarından biri Mol­la Abbas Fransevî'dir. Bu imzayla o, Taşkentli Molla Abbas adlı kahramanının Avrupa ve Afrikada'ki seyahatlerini, maceralarını konu alan, birbirinin devamı olan eserler yazar.
Birkaç yıl Avrupa'da dolaştığı için eserde "Molla Abbas Fransevî" şeklinde takdim edi­len roman kahramanı Taşkentli Molla Abbas'ın güyâ Tercüman gazetesine "mektuplar" hâlinde gönderdiği seyahatnamesinin ilk kısmını oluşturan Frengistan Mektupları 1887 yılı ocak-kasım ayları arasında Tercümanda tefrika edilir. Bunu Darürrahat Müslüman­ları, Sudan Mektupları, Kadınlar Ülkesi ve bunların uzantısı olarak kabul edebileceğimiz Molla Abbas Fransevî'ye Tesadüf-Gülbaba Ziyareti izler. Bütün bu eserler, ortak bir kahramana (Molla Abbas) sahiptir ve ayrı ayrı epizot­lar olarak tasarlanmış tek bir roman olarak kabul edilebilirler. Rusya Türklerinin alışık oldukları bu tarz hikâyeler, dönemin ihtiyaçlara cevap verebilecek bir mektep ve eğitimden yoksun olan Müslüman­lar arasında cehaleti gidermede, arzu edilen zihniyet değişikliğini yapmada önemli bir rol oynayabilirlerdi. Bu sebeplerle İsmail Gaspıralı düşüncelerini geniş halk yığınları arasın­da daha anlaşılır bir hâle getirmek için modern bir hikâye anlatma tarzı olan romanı bi­linçli olarak seçmişti.
Frengistan Mektuplarında Taşkentli Molla Abbas'ın ülkesinden ayrılıp Fransa'ya ka­dar gelmesi ve Avrupa'da özellikle Paris'teki gözlemleri anlatılır. Daha sonraki tefrika­larda Mola Abbas'ın İspanya seyahatine çıkması, burada başından geçenler hikâye edilir. Gaspıralı'nın ileride adını "Darürrahat Müslümanları" koyacağı ve 1906'da müstakil bir roman olarak bastıracağı bölüm de budur.
Sudan Mektupları, Frengistan Mektupları ve Darürrahat Müslümanlarının şeklen de­vamıdır. Molla Abbas, İspanya'dan Paris'e döner, ama çok geçmeden eski Fransız sevgilisi Margarita'nın teşviki ile Paris'ten üç Fransızla birlikte, İngilizlere karşı mücadele etmekte olan Sudan Arapları'nın li­deri Mehdîlik tarikatının kurucusu Muhammed Ahmet'e yardım etmeye gider. Bu kısımda o dönemdeki Fransız-İngiliz rekabeti öne çıkartılmış, İngiliz emperyalizmi ifşa edilmiştir.
Kadınlar Ülkesi de Sudan Mektuplarının şeklen devamıdır. Sudan'a Muhammed Ahmet'e yardıma giden Molla Abbas ve arkadaşları, Büyük Sahra'da bir çöl fırtınasında yollarını kaybedip kadın askerlere esir düşer. Burası "Kadınlar Ülkesi"dir. Ülkede kadınlarla erkek­lerin konumu terstir.
Bu epizotta aslında İslâm toplumunun ters yüz edilmiş bir şekli ile karşılaşırız. Bu fantazi sayesinde Gaspıralı, İslâm toplumunda kadının içine düşürüldüğü konumu alaycı bir dille sergileme imkânı bulur.
Molla Abbas Fransevîye Tesadüf: Gül Baba Ziyareti, Frengistan Mektupları ile başla­yan Molla Abbas'ın maceraları, Kadınlar Ülkesi ile yarıda kalmış bir roman izlenimi ve­rir. Daha sonra İsmail Bey, "Molla Abbas'ın Şakirdi" imzasıyla Gülbaba Ziyareti adlı kısmı yayımlar. Böylece ro­man, kendini Molla Abbas'ın öğrencisi olarak kabul eden bir başka "anlatıcı"nın dilinden Macaristan'da Budapeşte şehrindeki Gülbaba Ziyareti'nde bu "öğrencinin" Molla Abbas'la karşılaşması ve aralarındaki konuşmalarla tamamlanır.
İsmail Bey'in bu romanından başka Arslan Kız, Gün Doğdu gibi birkaç büyük hikâyesi ve Ahmet Bey Taşkesenli ve Bedros Ağa Karakaşyan, İvan ve Süleyman, Mükâleme-i Sela­tin, Bela-yı İslam... gibi bazı küçük hikayeleri de vardır.
Arslan Kız, Eserin konusu, Doğu Türkistan'ın Kaşgar bölgesindeki Üç turfan şehrinin Çinliler ve Kalmuklar tarafından kuşatılması, halkın Kaşgar'dan yardım beklemesidir. Kuşatma altında­ki Üç turfan şehrinin ileri gelenleri Şeyh İzzet Ata'nın evinde toplanıp bir çare düşünürler. Meclistekilerin birçoğu teslim olmanın münasip olacağı fikrindedir. Şeyh İzzet Ata'nın bir erkek gibi yetiştirilmiş, medrese tahsili görmüş cesur ve güzel kızı Gülcemal (Arslan Kız), erkek gönüllü olarak Kaşgar'a gitdip yar­dım istemeye karar verdiğini açıklar. Kaşkar'a varıp orada Çinliler ta­rafından satın alınmış Taştimur Bey ve adamlarını ifşa eder, halkın desteğini kazanır. Çin­lilerle savaşmak için hazırlıklar yapan Hokant'lı Yakup Bey'in adamlarıyla alaka kurar ve onların da yardımı ile şehri Çin istilasından kurtarmayı başarır.
Bu hikâyedeki "yi­ğit kız" (Arslan Kız) tipinin eski Türk destanlarından ve hikâyelerinden alındığı, yazarın anlatım dilindeki epik unsurlardan da belli olmaktadır. Böylece Gaspıralı, modern edebi­yata, eski Türk kültürün ne şekilde kaynak olabileceğini göstermiş, millî edebiyat anlayı­şına uygun bir hikâye yazmıştır.
Gün Doğdu, "Kart Ağay" takma adıyla 1905 ve 1906'da olmak üzere Tercüman'da iki kere tefrika edilir. Eserin kahramanı Danyal Bey, Kırım'lı soylu bir gençtir. Hukuk öğreni­mi görüp memleketine döndükten sonra kendi toplumunu kalkındırmak için halk arasın­da dolaşıp çözüm yolları aramaya başlar. Yarım kalmış, tamamlanamamış bu eserin oto­biyografik bir yanı olduğu, İsmail Bey'in hayat ve faaliyetinden izler taşıdığı Y. Akçura ve Z. V. Togan tarafından açıklamıştır.
Bütün bu eserler İsmail Gaspıralı'ya, Türk dünyasının ilk roman ve hikaye yazarların­dan biri sıfatını da kazandırmaktadır.
Frengistan Mektupları
İsmail Bey, bu eserinde zengin bir tüccar çocuğu olan ve medresede iyi bir öğrenim gören Taşkentli Molla Abbas'ın gözüyle, daha doğrusu Müslüman bir Türkün gözüyle Avrupa ve özellikle Fransa'yı anlatır. Aslında Rusya'da Türkistan'daki hayattan farklı bir hayat tarzını gören ve bu farklılıklara bir dereceye kadar alışık olan Molla Abbas, Avrupa'da gördükle­ri karşısında bazen şaşkına döner, bazen de hayret ve hayranlığını gizleyemez. Nasıl hay­rete düşmesin ki Taşkent'te yirmi yıl medrese tahsili gören bir insan Fransa'da bir ilkokul çocuğu kadar bilgiye sahip olmadığını anlamıştır; Türkistan'da küçümsenip okutulmayan kadınlar bile kendisinden daha bilgilidir!
İsmail Bey, bu eserde Avrupa'nın genel durumunu, basit bir şekilde, olaylara ve örneklere bağlı olarak anlatmıştır. İsmail Bey, Frengistan Mektupları ve Darürrahat Müslümanları nda Avrupa (özellik­le Fransa)'yı o dönemde Batı kültürünü en az tanıyan Türkistan'la karşılaştırarak bu iki zıt kutbun (Fransa-Türkistan), ne kadar farklı olduğunu anlatma imkânı bulur. Bu iki eser, Doğu-Batı çatışmasının edebiyatımızdaki en önemli ve ilginç eserler arasında yer alır. Ayrıca Rusya'yı şöyle böyle tanıyıp kendilerinden üs­tün olduğunu gören Müslümanlara, Ruslardan daha ileri seviyede bir Avru­pa toplumu olduğunu anlatmak ister. Eserde iktisadî hayata özel bir önem verilmesi de dikkati çeker. Çünkü bilgili toplum, aynı zamanda zengin, düzenli ve âdil yönetimi olan bir toplumdur.
İsmail Bey, kahramanı Molla Abbas'ın ağzından veya onun bu romanda karşılaştığı insanların söyledikleriyle Türkistan'a, Rusya Müslümanlarına başta eğitim olmak üze­re, din ve bilim anlayışı, siyaset, ticaret gibi konularda sert tenkitler yöneltir. Bu bakım­dan Frengistan Mektupları ile başlayıp Gülbaba Ziyareti ile sona eren, ayrı ayrı epizot­lardan oluşan bu ilgi çekici roman, Gaspıralı'nın fikir dünyasının ahahtarlarını taşımak­tadır.
Frengistan Mektupları ile romanın ikinci kısmını oluşturan "Darürrahat Müslü­manları" aslında hem yapı bakımından hem de konu itibarıyla birbirinden çok farklıdır. Gaspıralı'nın daha sonra müstakil bir roman hâline getirdiği Darürrahat Müslümanları ütopik bir romandır; yazarın hayalindeki mükemmel İslam toplumunu anlatır.
Darürrahat Müslümanları
Molla Abbas Paris'te tanıdığı yaşlı bir Arap olan Şeyh Celal'in tavsiyesi üzerine Endülüs Müslümanlarından kalmış eserleri görmek üzere İspanya'ya gider. Endülüste gizli bir vadide ("Darürrahat" ülkesi) yaşayan "Avrupalılardan çok daha ileri bilgi ve yüksek medeniyete sahip Müslümanların hayatı, medeniyeti Molla Abbas'ın gözlemleriyle anlatılır.
Molla Abbas, Endülüs Müslümanlarından kalmış eserleri daha iyi görüp inceleyebil­mek için izin alır, Elhamra Sarayı'nın bahçesinde yatıp kalkmaya başlar. Bir gece, geç saat­lerde Elhamra Sarayı'nda dolaşan genç Arap kızlarını görüp şaşırır. Çünkü saray kapalıdır ve bu kızların nereden geldiklerini anlayamaz. Kızlar kuru bir çeşmeye yaklaşınca, çeşme­den su akmaya başlar, onlar da abdest alıp namaz kılarlar. Sonra Molla Abbas'ı fark edin­ce korkup bağırırlar, bu sırada yanlarındaki ihtiyar adam öne çıkar. Molla Abbas ve ihtiyar adam birbirlerini tanırlar; bu adam Abbas'ın Paris'te gördüğü Şeyh Celal'dir. Molla Abbas, bunların sarayın bahçesine yer altındaki gizli bir dehlizden geldiklerini anlar. İhtiyar adam ve kızlar sırlarını öğrenmiş bu yabancıyı dışarıda bırakamayacakları için alıp kendileriyle birlikte gizli vadiye getirirler. Molla Abbas, Şeyh Celal'den ve kızlar­dan biri olan Feride Banu'dan gizli vadide yaşayan bu müslümanların hikâyesini öğrenir: 1491'de Endülüs devleti, İspanyollar tarafından istila edilip yıkılırken ordunun ileri gelen komutanlarından biri olan Musa bin Ebülgazan (Serdar Musa), kendisine bağlı 140 civa­rındaki cemaate, yanlarına zarurî eşya, alet ve kitapları alıp saraydaki bazı yöneticiler dı­şında kimsenin bilmediği Elhamra sarayının altındaki gizli dehlizden, etrafı yüksek dağ­larla çevrili vadiye geçip orada yerleşmelerini emretmiş ve kendisi de İspanyollarla savaşa gidip kahramanca şehit olmuştur.
Feride Banu'nun Molla Abbas'a anlattıklarına göre, Serdar Musa, Hicrî 1500 yılına ge­linmeden bu memleketten dışarı çıkmayı yasaklamıştır. Bıraktığı vasiyetname ancak o ta­rihte açılıp okunacaktır. Bu ülkeden dışarıya ancak seçkin adamlar çıkabilmekte, dışarı­da olup biteni gözlemleyip tekrar ülkeye dönmektedir. Emirleri, Serdar Musa soyundandır. Ülkenin kanunları "Şer'i-i Şerif ile akl-i selim ve ittifak-ı umumî"ye dayanmaktadır.
Bu ütopik romanda İsmail Gaspıralı'nın idealize ettiği bir Müslüman toplum görülür. "Darürrahat Müslümanları"nın bakış açısıyla Avrupa ve Doğu (özellikle Türkistan) âlemi çok açık ve sert bir şekilde tenkit edilir. İsmail Bey, böylece "ideal İslâm" karşısında Müslü­manların, Türk âleminin ne kadar yanlış, ne kadar geri ve ne kadar zavallı bir hayata sahip olduğunu ortaya koyar. Bu açıdan bakıldığında o dönemde Müslümanların-Türklerin sıkı sıkıya tutunduğu ve korumaya çalıştığı bazı "dinî-ahlâkî değerlerin", kanaat ve âdetlerin ne derecede İslâma uygun olduğu tartışmaya açılır. Roman okuyucusu, ister istemez böyle bir tartışmayı kendi dünyasında başlatacak din anlayışını ve medreselerdeki mevcut eğiti­mi sorgulamak zorunda kalacaktır. Yazarın asıl amacı da budur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder