1 Şubat 2013 Cuma


18.  YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI                                                                                        7. ÜNİTE
XVIII. Yüzyılda Nesir: XVIII. yüzyılın nesir dili, ana hatları itibarıyla bir önceki asrın devamı niteliğindendir. Estetik nesirde önceki yüzyılın üstatları Veysî ve Nergisî'nin tarzı takip edilmiş ve bu tarz, asra büyük oranda damgasını vurmuştur. Naima, Raşit, İzzî, Şe­fik gibi yazarlar tarih kitaplarında; Koca Ragıp Paşa, Osmanzade Taip, Çelebizade Âsım, Kânî, Raşit, Nevres-i Kadîm, Âtıf, Beylikçi İzzet ve Nahifî gibi şair ve münşiler münşeat mecmualarında; Safayî, Salim ve Ramiz gibi tezkireciler ise tezkirelerinde bu tarzı benim­semişlerdir. Ancak bu yüzyılda birçok ya­zarın benimsediği bu üslubun süslü nesirle (üslub-ı müzeyyen) ağdalı nesir (üslub-ı âlî) arasında gidip gelen değişken bir yapı arz ettiğini, hatta aynı müellifin farklı eserlerinde farklı üslupları kullanabildiğini, dahası aynı eserin muhtelif bölümlerinde dahi üslubun içeriğe göre değişkenlik gösterdiğini önemle belirtmek gerekir. Sözgelimi Fındıklılı Silahdar Mehmet Ağa'nın Silahdar Tarihinde, Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın Marifetnamesinde ve Yirmisekiz Mehmet Çelebi'nin Sefaretname sinde, özellikle öykülemeye dayalı bölümler­de Evliya Çelebi'yi hatırlatan akıcı ve nükteli bir anlatım tarzının benimsendiği, sade nesir örneği kabul edilebilecek metinlerin yer aldığı görülmektedir. Bu farklı üslup tercihlerini tek bir sebebe bağlamak mümkün değildir. Veysî ve Nergisî gibi yazarların tarzını sürdürenler, "sanatlı, ağdalı, mutantan" gibi sıfatlarla nitelendirilen, Arapça Farsça kelime ve tamlamalarla yüklü, secinin önemli bir ahenk unsuru olarak kullanıldığı bir anlatım tarzını benimsemişlerdir. Bu yüzyılda daha sade bir üslubu tercih edenler ise ya İbrahim Hakkı (Marifet­name) örneğinde olduğu gibi topluma vereceği bir mesajı olan müelliflerdir ya da şiirdeki ma­hallileşme eğiliminin nesir alanındaki temsilcileridir.
Giritli Ali Aziz Efendi'nin Muhayyelat-ı Aziz Efendi adlı ese­ri, Binbir Gece ve Binbir Gündüz Hikâyeleri'nden ilham alınarak yazılan bir hikâyeler külliyatıdır. Eser, muhtevanın değişkenliğine göre kimi bölümlerinde müellifin "dervişler dili" dediği konuşma diline oldukça yaklaşan bir dille, kimi bölümlerinde münşiyane bir edayla kaleme alınmıştır. Halk hikâyeleri, masal, hikmet ve roman karışımı bir eser olan Muhayyelat'ı farklı ve orijinal kılan da bu özelliğidir. Muhayyelat, Batı romanıyla ancak yarım yüzyıl sonra ciddi olarak karşılaşacak olan Türk edebiyatında oldukça etkin olmuş bir eserdir. Ahmet Midhat Efendi'den Namık Kemal'e Muallim Naci'den Behçet Necatigil'e kadar pek çok yazara ilham kaynağı olmuştur. Bununla birlikte özellikle Tanzimat yazarları ta­rafından küçümsenen Muhayyelat'ın Batılı anlamdaki romanın bizdeki ilk ürünü değilse de "habercisi" olduğuna kuşku yoktur.  Yazarın Batı edebiyatını tanı­dığı, eserini de "roman" türünden etkilenerek kaleme aldığı açıktır. Vasfi Mahir Kocatürk, bu eseri dil ve üslup bakımından divan nesriyle Tanzimat sonrasındaki şuurlu sadelik arasında bir "köprü" olarak değerlendirmiştir.
XVIII. yüzyıl klasik Türk nesri denince, özellikle edebiyat tarihi ve şair biyografileri bakımından değeri tartışılmaz eserler olan şair tezkireleri akla gelir. XVII. yüzyıl tezkirecilerinin şairler hakkında biyog­rafik bilgiden ziyade şiirlerinden alınan örnek metinlerin esere taşındığı bir tarzı tercih etmeleri, tezkireleri, şiir severlerin beğenisine sunulan birer şiir mecmuasına veya antolo­jiye dönüştürmüştür. Başta Salim ve Safayî olmak üzere XVIII. yüzyıl tezkirecileri tezkireleri yine Türk nesir edebiyatının en önemli eserleri arasına dâhil etmişlerdir. Bununla birlikte bu yüzyılda antoloji tipi tezkirecilik geleneği de Bursalı Belîğ'in Zübdetü'l-Eşar'a ve Silahdarzade'nin Belîğ'e yazdığı zeyillerle süregelmiştir. XVI­II. yüzyıl tezkireciliğinin ilginç bir örneği de Ahmet Lutfî adlı bir mahkeme kâtibi tarafından yazılan Tezkire-i Şuaradır. 1708-1740 tarihleri arasında Tekirdağ'da yetişen yirmi şairin biyografilerini içeren Tezkire-i Şuara, sadece belli bir şehirde yetişen şairleri kap­saması açısından ilginçtir.
Bu yüzyıl nesrinin en belirgin özelliklerinden biri de "yeni ve yerli"  türlerin ortaya çıkmasıdır. Bir önceki yüzyılda bir tek örneği gö­rülen sefaretnamelere bu asırda pek çok yeni örnek eklenmesi, XVI. yüzyıldan beri görül­mekle birlikte sûrname yazıcılığının bu dönemde zengin bir edebiyat vücuda getirmesi ve gazavatname yazıcılığının artarak devam etmesi dikkat çekicidir. XVIII. yüzyıl, biyografi geleneği çerçevesinde düşünüldüğünde de üretken bir devir­dir. Şakayık zeyillerinin en önemlilerinden olan Şeyhî'nin Vakayiu'l-Fuzala'sı ve diğer ze­yillerle birlikte zümre biyografileri, yani belirli meslek sahiplerine dair biyografik eserler de bu asırda yoğun bir şekilde kaleme alınmıştır.

XVIII. YÜZYILDA BAŞLICA MENSUR TÜRLER
            Biyografiler: Taşköprüzade'nin ünlü eseri Şakayık'a zeyil ve tercüme yazma geleneği bu asırda da de­vam etmiştir. Uşşakizade Seyyid İbrahim Hasib'in, Nevizade Atayî'nin bıraktığı yerden devam ederek yazdığı Zeyl-i Şakayıkta, 1633-1703 arasındaki olaylar anlatılır. Şakayık zeyillerinden en önemlisi olan Vakayi'u'l-Fuzala da bu yüzyılda Şeyhî Mehmet Efendi ta­rafından kaleme alınmıştır. Vakayi'u'l-Fuzala'nın çok önemli bir özelliği her padi­şah döneminin sonunda şairlerin ayrı bir bölüm hâlinde ve klasik bir şairler tezkiresi tar­zında takdim edilmiş olmasıdır. Bu yönüyle Âlî'nin Künhü'l-Ahbar adlı tarihindeki siste­min aynısını uygulayan Şeyhî Mehmet Efendi'nin zeyli bu yüzyılda yazılmış şuara tez­kirelerindendir. Salim Tezkiresi gibi oldukça önem­li bir şair tezkiresine kaynaklık etmiştir.  Bu yüzyıl, biyografi yazıcılığının zirveye ulaştığı bir dönemdir.  XVIII. yüzyılda vakanüvis denilen resmî tarih yazıcıları tarafından türlü devlet erkânının biyografilerinin makam ve rütbelerine göre aktarıldığı eserler de kaleme alın­mıştır. Osmanzade Ahmet Taip'in Damat İbrahim Paşa'ya sunduğu Hadikatü'l-Mülûk adlı eserinde Osman Gazi'den II. Mustafa'ya kadar tahta çıkan Osmanlı padişahlarının ha­yat ve hayratları anlatılmaktadır. Osmanzade Taip'in en tanınmış biyografik eseri olan Hadikatü'l-Vüzera'sı Osmanlı vezirlerinin hayatının toplu olarak yer aldığı ilk eserdir.  Ahmet Resmî de Sefinetür-Rüesa adıyla tanınan eserinde altmış dört reisülküttabın biyografisine yer vermiştir. Ahmet Resmî, Hamiletü'l-Kübera adlı eserinde otuz yedi darüssaade ağasının biyografilerini anlatmıştır. Müstakimzade Süleyman Sadettin, şeyhülislamların hayatlarına yer verdiği Devhatü'l-Meşayih adlı eseri yazmıştır.. Suyolcuzade Mehmet Necip'in Devhatü'l-Küttab ve Müstakimzade Sü­leyman Sadettin'in Tuhfe-i Hattatin adlı eserleri ise sadece hattatların biyografilerinin yer al­dığı kitaplardır. Şeyhülislam Esat Efendi'nin Tezkire-i Hanendegân diye de bilinen Atrabü'l-Âsar fi Tez-kireti Urefai'l-Edvar adını verdiği eserinde doksan yedi musikişinas tanıtılmıştır.
Vefeyatnameler: vefat etmiş ünlü kimselerin biyografilerinin verildiği eserlerdir. Nakşi şeyhlerinden Seyyit Hasib-i Üsküdarî'nin Vefeyat-ı Ekâbir-i İslamiyye adlı eseri bu türdedir. XVIII. yüzyılda şehir vefeyatnameleri de kaleme alınmıştır. Tezkire sahibi İsmail Belîğ'in, tam adı Güldeste-i Riyaz-ı İrfan ve Vefeyat-ı Danişveran-ı Nadiredan olan ese­rinde, 1723-1782 yılları arasında Bursa'da vefat eden muhtelif ilim, devlet ve sanat adamlarından 261 kişinin hayatı hakkındadır. Hafız Hüseyin Ayvansarayî'nin yazmış olduğu Vefeyat-ı Selatin ve Meşahir-i Ricaldir. Hafız Hüseyin Ayvansarayî'nin biyografiye dair bir başka eseri Mecmua-i Tevarih'tir. Eser, müellifin İstanbul'daki seyahatleri esnasında tespit ettiği tarih manzumelerini ve biyogra­fileri içermesiyle değil, kahve ve muz gibi ürünlerin tüketimiyle ilgili tes­pit ve gözlemlere de yer vermesinden ötürü bir tür seyahatname olarak da kabul edilebi­lir. Hafız Hüseyin Ayvansarayî'nin, önemli bir başka eseri ise İstanbul'daki camileri adlarına göre alfabetik olarak sıralayıp bilgi verdiği Hadikatü'l-Cevami'dir.
Tarihler: Bu yüzyılda, tarih yazıcılığının başta vakanüvisler olmak üzere müverrihler tarafından devam ettirildiği görülmektedir. Dönemin belli başlı vakanüvisleri Raşit, Çelebizade Âsım, Mustafa Şefik, Şakir, Subhî, Samî ve Süleyman İzzî'dir. İkinci Osmanlı vakanüvisi Masrafzade Mehmet Şefik'in  Edirne Vakası'nı kaleme aldığı Şefikname'sinin yanı sıra basılmamış bir de Osmanlı Tari­hi vardır. Raşit Mehmet Paşa da Naima Tarihi'nin bıraktığı yerden 1722 yılına kadar gerçekleşen olayları Tarih-i Raşit isimli eserinde anlatmıştır. Raşit'in dili sanatlı nes­rin tam bir örneği olmamakla beraber genellikle ağır ve özentilidir, yer yer cinas ve seciye de başvurulmuştur. Raşit'ten sonra vakanüvisliğe getirilen Küçük Çelebizade İsmail Âsım ise Tarih-i Âsım adlı eserinde, vakanüvislik yaptı­ğı dönemde vuku bulan olayları yazmıştır.  Arpaeminizade Mustafa Samî, Hüseyin Şakir, Mehmet Subhi,  İzzî Süleyman Efendi,  Seyyit Hâkim Mehmet Efendi, Çeşmizade Mustafa Reşit, Enverî Sadullah, Behcetî Hasan Efendi, Ömerzade Süleyman, Vâsıf Ahmet Efendi, Şemdanizade Süleyman Efendi yüzyılın diğer tarih yazarlarıdır. Özellikle Kâtip Çelebi'nin yazdıklarına düştüğü şerhler bakımından Osmanlı tarihle­rinin tahlil ve değerlendirme bakımından en zengini sayılır.
Gazavatnameler: Fetihname veya zafername gibi adlarla da anılan gazavatnameler, sa­dece bir kumandanın yaptığı savaşları veya yalnız bir savaş, sefer veya zaferi anlatan eser­lerdir. Tarihlerden temel farklılığı, tarihler daha genel eserler iken bunların bir tek savaş üzerine yoğunlaşmış olmasıdır. Bu dönemde gerek manzum gerekse mensur çok sayıda gazavatname yazılmıştır. Tarihçi Raşit'in Fetihname-i Cezire-i Morası, Vahid Mahtumî'nin Mora Seferi, Damat Ali Paşa'nın Ravzatü'l-Âlî'si Sadrazam Silahdar Şehid Ali Paşa'nın 1715'deki Mora adasını fethetme­sinin anlatıldığı eserlerdir. Seyyit Vehbî'nin Avusturyalılarla yapılan savaş ve barışları an­lattığı Risale-i Sulhiyyesi, Abdurrezzak Nevres'in Tebriziyye-i Hekimoğlu Ali Paşa adlı ese­ri, Antakyalı Münîf'in Zafername veya Fetihname-i Belgrad adlarıyla bilinen eseri Ziyâyî mahlasıyla şiirleri bulunan İsmail Ziyaettin'in, babası Hekimoğlu Ali Paşa'yı anlattığı Tarih-i Ali Paşa'sı bu yüzyılda yazılmış belli başlı gazavatnamelerdir.
Sûrnameler: Bu yüzyıl nesir edebiyatının en belirgin özelliklerinden biri olan "yeni ve yerli" eserlerin başında bu dönemde yaygınlaşan sûrnameler ve sefaretnameler gelmektedir. XVI. yüzyılda İntizamî'nin, XVII. yüzyılda da Abdî'nin birer mensur sûrname yaz­dıkları bilinmektedir. Bu yüzyılda ise Vehbî, Hafız Mehmet, Haşmet ve Melek İbrahim'in sûrnamelerinden başka müellifi tespit edilemeyen mensur üç sûrname kaleme alınmıştır. Bunlar arasında dil ve üslup bakımından en sanatlısı ve üzerinde durulması gerekeni kuş­kusuz Vehbî'nin Sûrname 'sidir. XVIII. yüzyılda yazılan ikinci sûrname, sûr emini Hafız Mehmet Efendi tarafından kaleme alındığı halde bazı kaynaklara yanlışlıkla Hazin Sûrnamesi olarak geçmiştir. Eserde, Vehbî'nin Sûrname'si gibi III. Ahmet'in şehzadelerinin sünnet düğünleri ile kızları Ayşe Sultan ve Emetullah Sultan'ın evlilik törenleri anlatılmaktadır. Haşmet'in Viladetname-i Hümayun olarak da bilinen Sûrname'si, III. Mustafa'nın kızı Hibetullah Sultan'ın doğumu üzerine yapılan şenlikleri konu edinmektedir. Düğün günlerinin akışına göre değil de yapılan eğlencelerin türüne göre tertip edilen eser bu yönüyle diğer sûrnamelerden ayrılır. Eserde esnaf alaylarına, eğ­lencelere ve bazı kıyafetlerin tarifine ağırlık verilmiştir. Bu yüzyılda yazılan viladetname konulu bir başka sûrname Melek İbrahim adlı meç­hul bir yazara aittir. Viladetname-i Hatice Sultan adlı eserde I. Abdülhamit'in kızı Hatice Sultan'ın on gün süren doğum şenlikleri anlatılır. Bu sûrname, zamanın teşrifat (protokol) kuralları, eğlence hayatı ve ye­mekleri hakkında bilgiler verdiği için kültür tarihimiz açısından önemlidir.
VEHBÎ: XVIII. yüzyılın divan sahibi şairlerindendir. Asıl adı Hüseyin'dir. Ataları ehl-i beyte dayandığı için Seyyid Vehbî olarak anılmıştır. İlk gençlik yıllarında Hüsamî olan mah­lasını Vehbî olarak değiştirmiştir. Vehbî, bu devrin en önemli şairleri arasındadır. Şiirde önceleri Nabî'nin tarzını örnek almış, daha sonra Nedim'in yolunu benimse­miş, onun birçok şiirine tahmisler yazmıştır. Kasidede Nefî'yi usta olarak seçmiştir. "Reis-i şairan" Osmanzade Taip, ondan "mana ülkesinin sultanı" diye söz etmiştir. Seyyid Vehbî'nin, yirmi civarında el yazması nüshası olan Türkçe divanı, manzum Hadis-i Erbain Tercümesi, Pasarofça Antlaşması hakkında bilgi veren Sulhiyye adlı küçük bir risalesi vardır. Vehbî'yi Türk nesir edebiyatında önemli kılan ve sanatının orijinal tarafını ortaya koyan  eseri Sûrname'sidir.
Sûrname-i Vehbî: III. Ahmet'in şehzadeleri Sultan Süleyman, Mustafa, Mehmet ve Bayezit'in sünnet düğünleri ile kızları Ayşe Sultan ve Emetullah Sultan'ın evlenme mera­simlerini anlatan bir eserdir. Eser, o devirdeki kıyafetler, gösteriler, esnaf alayları, eğlen­celer ve hediyeleri anlatması açısından devrin saray ve toplum hayatının canlı bir aynası gibidir. Vehbî Sûrnamesi, mensur olmakla birlikte yer yer şair, kendi manzumeleriyle eseri­ni süslemiştir. Lale Devrinin başlangıcı olarak kabul edilen bu düğün, gün gün bütün ayrıntılarıyla aktarılmaktadır. Sûrnameler içinde dili en süslü ve estetik nesrin yer yer bütün özelliklerini aksettireni de budur. Eseri ilk defa neşreden Mertol Tulum onu tanıtırken Vehbî'nin eserdeki dil ve üslu­bunun hem devletin, hem de düğünün ihtişamına yaraştığını ifade etmektedir.
Sefaretnameler ve Seyahatnameler: Sûrnameler gibi hem manzum hem mensur örnekleri görülen sefaretnameler de bu yüz­yılda yaygınlaşan türlerdendir. Sefaretnameler, elçile­rin gittikleri yerlerdeki siyasî hadiselerin dışında, oraların tarihî, coğrafi ve mimari yapısı­nın yanı sıra toplumsal ve kültürel özellikleri hakkında da yer yer bilgi vermesi bakımın­dan bir çeşit seyahatname de kabul edilebilir. Osmanlı sefaretnamelerinin edebî ve tarihî bakımdan en ünlüsü bu yüzyılda yazılan Yirmisekiz Mehmet Çelebi'nin Fransa Sefaretnamesidir. İran'a elçi olarak gönderilen Vanlı Ahmet Dürrî, Seyyit Mehmet Refî ve Yasincizade Seyyit Abdulvehhab Efendi de İran'da görüp tespit ettiklerini yazıya dökmüşlerdir. Ahmet Dürrî Efendi'nin İran Sefaretnamesi, yazarının elinden çıkmış oriji­nal nüshası elde olan ilk sefaretnamedir. Sivas valisi Hacı Ahmet Paşa'nın İran Sefaretnamesi vardır. Reisülküttapların hayatlarını anlatan Sefinetür-Rüesa, darüssaade(harem) ağalarının hayatla­rını anlatan Hamiletül'-Kübera adlı eserlerin de müellifi olan Ahmet Resmî'nin Viyana Sefaretnamesi ; Prusya Se­faretnamesi (Sefaretname-i Ahmet Resmî ), Şehdî Osman Efendi'nin Rusya Sefaretnamesi vardır. Bu yüzyılda yazılan son sefaretnamelerden biri de Vasıf Efendi'nin İspanya Sefaretnamesidir. XVII. yüzyılda Nabî'nin Tuhfetü'l-Harameyni kaleme alması, yeni hac seyahatnameleri yazımında et­kili olmuştur. İbrahim Hanif'in, Hasıl-ı Hacc-ı Şerif li-Menazili'l-Harameyn’i,  Mehmet Edib'in, Behcetü'l-Menaziii bu tür eserlerdendir.
Tasavvufî Eserler ve Şerhler: Sanat endişesinden ziyade didaktik gayeyle kaleme alınan bu eserlerin en ünlüleri, Er­zurumlu İbrahim Hakkı'nın Marifetname'siyle, yine ünlü mutasavvıf olan Bursalı İsmail Hakkı'nın Ruhu'l-Beyan adlı tefsiridir. XVIII. yüzyıl nesir edebiyatında tasavvuf büyüklerinin eserlerine yapılan şerhler de önemli bir yekûn tutmaktadır. Yusuf-ı Sineçâk'ın Cezire-i Mesnevisi, Şeyh Galip tarafından sanatkârane bir üslupla, Şerh-i Cezire-i Mesnevi adıyla şerh edilmiştir. XVI. yüzyıl şairlerinden Şahidî'nin manzum Farsça-Türkçe sözlüğü Tuhfe-i Şahidİye bu asırda on beş kadar şerh yazılmıştır. Bu şerhlerin bazıları Şahidî'nin eseri gibi man­zum, bazıları manzum-mensur karışık, bazıları ise Şahidî'ye ait beyitler dışında mensurdur. Bunlar arasında Atfî Ahmed-i Bosnevî'nin Şerh-i Tuhfe'si, Pirî Paşazade Cemalî Mehmet'in Tuhfe-i Miri, Şahinzade Şeyh Ali Maraşî'nin Tuhfetü'l-Vüzera'sı sayılabilir. Bursalı İsmail Hakkı'nın, Mesnevi şerhi olarak kaleme aldığı Ruhu'l-Mesnevİsi ile Yazıcıoğlu'nun Muhammediyye'sinin şerhi olan Ferahur-Ruh belli başlı şerhlerdendir.
Münşeat Mecmuaları: Sanatkârane nesrin, başta mektuplar olmak üzere türlü yazışma örneklerinin bir arada toplandığı eserlerdir. Bu eserleri diğer nesir türlerinden pek çok bakımdan ayıran hususlar vardır. Bütün diğer türlerle manzum olarak da eser yazılabilirken sadece münşeat mec­muaları sadece nesre özgü bir türdür. Münşeat mecmualarını oluşturanlar ya bütünüyle kendi yazdıkları mektupları, ya kendi mektuplarıyla birlikte başkalarının da mektuplarını ya da sadece başkalarının yazdığı mektup örneklerini bir araya toplarlar. Nasıl olursa olsun bütün münşeat mecmualarının ortak ta­rafı; türünün en seçkin, en latîf, en zarif,örneklerinin bir araya toplandığı eserler olması­dır. Bu yönüyle münşeat mecmuaları gizli "inşâ yarışı"na sahne oluyor hem de bu seçkin örnekleri gören, okuyan heveskârlar için bir ta­lim alanı, bir tür atölye veya "mektep" vazifesi görüyordu. Münşeatlar bu yüzyılda Koca Ragıp Paşa, Osmanzade Taib, Çelebizade Âsım, Tokatlı Kânî, Raşit, Nevres-i Kadîm, Âtıf Efendi, Beylikçi İzzet, Nahifî ve Nesîb gibi müelliflerin kalemiyle ortaya konmuştur. Koca Ragıp Paşa'nın reisülküttap iken hazırladığı telhislerden oluşan Telhisat adlı eseri, münşeat mecmualarının en ün­lüleri arasındadır. Telhisat'ta günlük hayatın hemen her safhasına ait resmî ve hususî hayat konuları ile ilgili türünün en başarılı örnekleri olarak kabul edilmiş birçok mektup bulun­maktadır. Tokatlı Ebubekir Kânî'nin Münşeat'ı da kendi türünün önemli örneklerindendir. Osmanzade Taib'in elliye yakın mektubundan oluşan Münşeat'ı da bu türün kayda değer örneklerindendir. Eser ihtiva ettiği mektuplara göre dört bölümden oluşmaktadır. Şeyhülislam Karaçelebizade Âsım Efendi'nin Münşeatı ba­sılmıştır. Raşit Efendi'nin yazdığı iki Münşeattan biri Halep kadısıyken diğeri İran elçisiyken yazdığı mektuplardır. Nevres-i Kadîm'in sürgün yıllarında yazdığı Münşeat ise elli dokuz mektubundan oluşmaktadır.
KÂNİ :  Nüktedan, kibar ve hoşsohbet, hemen her sözünde nükte bulunan ve çevresinde çok sevilen Kânî, bir mizah ustası olarak tanınmıştır. Bükreş'te bulunduğu sırada sevdiği bir kızın kendisinden Hıristiyan olmasını istemesi üzerine söylediği, "Kırk yıllık Kânî olur mu Yani" sözü bugün dahi kullanılan bir vecize hâline gelmiştir. Kânî bir divan oluşturacak miktarda şiir söylemiş olmakla beraber asıl ününü nesir alanında yapmıştır. Sanatkârlığı, hiçbir kural ve kayda bağlı olmaksızın içinden geldiği gibi yazdığı mektuplarında öne çı­kar. Secilerle süslediği mektupları ince nükte ve hicivlerle doludur. Halk deyimlerinden büyük ölçüde yararlanan Kânî'nin Münşeat'ı estetik nesrin önemli örnekleri arasındadır.
Münşeat: Letaif ve Hezliyyat adlarıyla da anılan ve 120 civarında mektuptan mey­dana gelen eser, döneminin ifade zenginliği ve üslup özelliklerini yansıtan zarif nükte­ler ve hiciv örnekleriyle doludur. Çağın örfleri, anlayış tarzı ve sosyal hayatından başka kaynaklarda bulunmayan ayrıntılar bulunduran mektuplar arasında özellikle üç tanesi oldukça meşhurdur. Bunlardan "Hirrename" adıyla bilinen metin bir kedinin ağzından sahibine yazılmış hoş bir mizah örneğidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder