18. YÜZYIL
TÜRK EDEBİYATI 7. ÜNİTE
XVIII. Yüzyılda Nesir: XVIII.
yüzyılın nesir dili, ana hatları itibarıyla bir önceki asrın devamı
niteliğindendir. Estetik nesirde önceki yüzyılın üstatları Veysî ve Nergisî'nin
tarzı takip edilmiş ve bu tarz, asra büyük oranda damgasını vurmuştur. Naima,
Raşit, İzzî, Şefik gibi yazarlar tarih kitaplarında; Koca Ragıp Paşa,
Osmanzade Taip, Çelebizade Âsım, Kânî, Raşit, Nevres-i Kadîm, Âtıf, Beylikçi
İzzet ve Nahifî gibi şair ve münşiler münşeat mecmualarında; Safayî, Salim ve
Ramiz gibi tezkireciler ise tezkirelerinde bu tarzı benimsemişlerdir. Ancak bu
yüzyılda birçok yazarın benimsediği bu üslubun süslü nesirle (üslub-ı
müzeyyen) ağdalı nesir (üslub-ı âlî) arasında gidip gelen değişken bir yapı arz
ettiğini, hatta aynı müellifin farklı eserlerinde farklı üslupları
kullanabildiğini, dahası aynı eserin muhtelif bölümlerinde dahi üslubun içeriğe
göre değişkenlik gösterdiğini önemle belirtmek gerekir. Sözgelimi Fındıklılı
Silahdar Mehmet Ağa'nın Silahdar
Tarihinde, Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın Marifetnamesinde ve Yirmisekiz
Mehmet Çelebi'nin Sefaretname
sinde, özellikle öykülemeye dayalı bölümlerde
Evliya Çelebi'yi hatırlatan akıcı ve nükteli bir anlatım tarzının benimsendiği,
sade nesir örneği kabul edilebilecek metinlerin yer aldığı görülmektedir. Bu
farklı üslup tercihlerini tek bir sebebe bağlamak mümkün değildir. Veysî ve
Nergisî gibi yazarların tarzını sürdürenler, "sanatlı, ağdalı,
mutantan" gibi sıfatlarla nitelendirilen, Arapça Farsça kelime ve
tamlamalarla yüklü, secinin önemli bir ahenk unsuru olarak kullanıldığı bir
anlatım tarzını benimsemişlerdir. Bu yüzyılda daha sade bir üslubu tercih
edenler ise ya İbrahim Hakkı (Marifetname)
örneğinde olduğu gibi topluma vereceği bir
mesajı olan müelliflerdir ya da şiirdeki mahallileşme eğiliminin nesir
alanındaki temsilcileridir.
Giritli Ali Aziz
Efendi'nin Muhayyelat-ı Aziz Efendi adlı
eseri, Binbir Gece ve Binbir Gündüz Hikâyeleri'nden ilham alınarak yazılan bir
hikâyeler külliyatıdır. Eser, muhtevanın değişkenliğine göre kimi bölümlerinde
müellifin "dervişler dili" dediği konuşma diline oldukça yaklaşan bir
dille, kimi bölümlerinde münşiyane bir edayla kaleme alınmıştır. Halk
hikâyeleri, masal, hikmet ve roman karışımı bir eser olan Muhayyelat'ı farklı ve orijinal
kılan da bu özelliğidir. Muhayyelat,
Batı romanıyla ancak yarım yüzyıl sonra ciddi
olarak karşılaşacak olan Türk edebiyatında oldukça etkin olmuş bir eserdir.
Ahmet Midhat Efendi'den Namık Kemal'e Muallim Naci'den Behçet Necatigil'e kadar
pek çok yazara ilham kaynağı olmuştur. Bununla birlikte özellikle Tanzimat
yazarları tarafından küçümsenen Muhayyelat'ın
Batılı anlamdaki romanın bizdeki ilk ürünü değilse de "habercisi"
olduğuna kuşku yoktur. Yazarın Batı
edebiyatını tanıdığı, eserini de "roman" türünden etkilenerek kaleme
aldığı açıktır. Vasfi Mahir Kocatürk, bu eseri dil ve üslup bakımından divan
nesriyle Tanzimat sonrasındaki şuurlu sadelik arasında bir "köprü"
olarak değerlendirmiştir.
XVIII. yüzyıl klasik
Türk nesri denince, özellikle edebiyat tarihi ve şair biyografileri bakımından
değeri tartışılmaz eserler olan şair tezkireleri akla gelir. XVII. yüzyıl
tezkirecilerinin şairler hakkında biyografik bilgiden ziyade şiirlerinden
alınan örnek metinlerin esere taşındığı bir tarzı tercih etmeleri, tezkireleri,
şiir severlerin beğenisine sunulan birer şiir mecmuasına veya antolojiye
dönüştürmüştür. Başta Salim ve Safayî olmak üzere XVIII. yüzyıl tezkirecileri
tezkireleri yine Türk nesir edebiyatının en önemli eserleri arasına dâhil
etmişlerdir. Bununla birlikte bu yüzyılda antoloji tipi tezkirecilik geleneği
de Bursalı Belîğ'in Zübdetü'l-Eşar'a
ve Silahdarzade'nin Belîğ'e yazdığı
zeyillerle süregelmiştir. XVIII. yüzyıl tezkireciliğinin ilginç bir örneği de
Ahmet Lutfî adlı bir mahkeme kâtibi tarafından yazılan Tezkire-i Şuaradır. 1708-1740 tarihleri
arasında Tekirdağ'da yetişen yirmi şairin biyografilerini içeren Tezkire-i Şuara, sadece belli bir
şehirde yetişen şairleri kapsaması açısından ilginçtir.
Bu yüzyıl nesrinin en
belirgin özelliklerinden biri de "yeni ve yerli" türlerin ortaya çıkmasıdır. Bir önceki
yüzyılda bir tek örneği görülen sefaretnamelere bu asırda pek çok yeni örnek
eklenmesi, XVI. yüzyıldan beri görülmekle birlikte sûrname yazıcılığının bu
dönemde zengin bir edebiyat vücuda getirmesi ve gazavatname yazıcılığının
artarak devam etmesi dikkat çekicidir. XVIII. yüzyıl, biyografi geleneği
çerçevesinde düşünüldüğünde de üretken bir devirdir. Şakayık zeyillerinin en
önemlilerinden olan Şeyhî'nin Vakayiu'l-Fuzala'sı
ve diğer zeyillerle birlikte zümre
biyografileri, yani belirli meslek sahiplerine dair biyografik eserler de bu
asırda yoğun bir şekilde kaleme alınmıştır.
XVIII. YÜZYILDA BAŞLICA
MENSUR TÜRLER
Biyografiler: Taşköprüzade'nin
ünlü eseri Şakayık'a zeyil ve tercüme yazma geleneği bu asırda da devam
etmiştir. Uşşakizade Seyyid İbrahim Hasib'in, Nevizade Atayî'nin bıraktığı
yerden devam ederek yazdığı Zeyl-i
Şakayıkta, 1633-1703 arasındaki olaylar anlatılır.
Şakayık zeyillerinden en önemlisi olan Vakayi'u'l-Fuzala
da bu yüzyılda Şeyhî Mehmet Efendi tarafından
kaleme alınmıştır. Vakayi'u'l-Fuzala'nın
çok önemli bir özelliği her padişah
döneminin sonunda şairlerin ayrı bir bölüm hâlinde ve klasik bir şairler
tezkiresi tarzında takdim edilmiş olmasıdır. Bu yönüyle Âlî'nin Künhü'l-Ahbar adlı tarihindeki
sistemin aynısını uygulayan Şeyhî Mehmet Efendi'nin zeyli bu yüzyılda yazılmış
şuara tezkirelerindendir. Salim
Tezkiresi gibi oldukça önemli bir şair tezkiresine
kaynaklık etmiştir. Bu yüzyıl, biyografi
yazıcılığının zirveye ulaştığı bir dönemdir.
XVIII. yüzyılda vakanüvis denilen resmî tarih yazıcıları tarafından
türlü devlet erkânının biyografilerinin makam ve rütbelerine göre aktarıldığı
eserler de kaleme alınmıştır. Osmanzade Ahmet Taip'in Damat İbrahim Paşa'ya
sunduğu Hadikatü'l-Mülûk adlı
eserinde Osman Gazi'den II. Mustafa'ya kadar tahta çıkan Osmanlı padişahlarının
hayat ve hayratları anlatılmaktadır. Osmanzade Taip'in en tanınmış biyografik
eseri olan Hadikatü'l-Vüzera'sı Osmanlı
vezirlerinin hayatının toplu olarak yer aldığı ilk eserdir. Ahmet Resmî de Sefinetür-Rüesa adıyla tanınan
eserinde altmış dört reisülküttabın biyografisine yer vermiştir. Ahmet Resmî, Hamiletü'l-Kübera adlı eserinde otuz
yedi darüssaade ağasının biyografilerini anlatmıştır. Müstakimzade Süleyman
Sadettin, şeyhülislamların hayatlarına yer verdiği Devhatü'l-Meşayih adlı eseri
yazmıştır.. Suyolcuzade Mehmet Necip'in Devhatü'l-Küttab
ve Müstakimzade Süleyman Sadettin'in Tuhfe-i Hattatin adlı eserleri ise
sadece hattatların biyografilerinin yer aldığı kitaplardır. Şeyhülislam Esat
Efendi'nin Tezkire-i Hanendegân diye
de bilinen Atrabü'l-Âsar fi Tez-kireti
Urefai'l-Edvar adını verdiği eserinde doksan yedi
musikişinas tanıtılmıştır.
Vefeyatnameler:
vefat etmiş ünlü kimselerin biyografilerinin verildiği eserlerdir. Nakşi
şeyhlerinden Seyyit Hasib-i Üsküdarî'nin Vefeyat-ı Ekâbir-i İslamiyye adlı
eseri bu türdedir. XVIII. yüzyılda şehir vefeyatnameleri de kaleme alınmıştır.
Tezkire sahibi İsmail Belîğ'in, tam adı Güldeste-i
Riyaz-ı İrfan ve Vefeyat-ı Danişveran-ı Nadiredan olan
eserinde, 1723-1782 yılları arasında Bursa'da vefat eden muhtelif ilim, devlet
ve sanat adamlarından 261 kişinin hayatı hakkındadır. Hafız Hüseyin
Ayvansarayî'nin yazmış olduğu Vefeyat-ı
Selatin ve Meşahir-i Ricaldir. Hafız Hüseyin
Ayvansarayî'nin biyografiye dair bir başka eseri Mecmua-i Tevarih'tir. Eser, müellifin
İstanbul'daki seyahatleri esnasında tespit ettiği tarih manzumelerini ve
biyografileri içermesiyle değil, kahve ve muz gibi ürünlerin tüketimiyle
ilgili tespit ve gözlemlere de yer vermesinden ötürü bir tür seyahatname
olarak da kabul edilebilir. Hafız Hüseyin Ayvansarayî'nin, önemli bir başka
eseri ise İstanbul'daki camileri adlarına göre alfabetik olarak sıralayıp bilgi
verdiği Hadikatü'l-Cevami'dir.
Tarihler: Bu
yüzyılda, tarih yazıcılığının başta vakanüvisler olmak üzere müverrihler
tarafından devam ettirildiği görülmektedir. Dönemin belli başlı vakanüvisleri
Raşit, Çelebizade Âsım, Mustafa Şefik, Şakir, Subhî, Samî ve Süleyman İzzî'dir.
İkinci Osmanlı vakanüvisi Masrafzade Mehmet Şefik'in Edirne Vakası'nı kaleme aldığı Şefikname'sinin yanı sıra
basılmamış bir de Osmanlı
Tarihi vardır. Raşit Mehmet Paşa da Naima Tarihi'nin bıraktığı yerden
1722 yılına kadar gerçekleşen olayları Tarih-i
Raşit isimli eserinde anlatmıştır. Raşit'in dili
sanatlı nesrin tam bir örneği olmamakla beraber genellikle ağır ve
özentilidir, yer yer cinas ve seciye de başvurulmuştur. Raşit'ten sonra
vakanüvisliğe getirilen Küçük Çelebizade İsmail Âsım ise Tarih-i Âsım adlı eserinde,
vakanüvislik yaptığı dönemde vuku bulan olayları yazmıştır. Arpaeminizade Mustafa Samî, Hüseyin Şakir,
Mehmet Subhi, İzzî Süleyman Efendi, Seyyit Hâkim Mehmet Efendi, Çeşmizade Mustafa
Reşit, Enverî Sadullah, Behcetî Hasan Efendi, Ömerzade Süleyman, Vâsıf Ahmet
Efendi, Şemdanizade Süleyman Efendi yüzyılın diğer tarih yazarlarıdır.
Özellikle Kâtip Çelebi'nin yazdıklarına düştüğü şerhler bakımından Osmanlı
tarihlerinin tahlil ve değerlendirme bakımından en zengini sayılır.
Gazavatnameler: Fetihname
veya zafername gibi adlarla da anılan gazavatnameler, sadece bir kumandanın
yaptığı savaşları veya yalnız bir savaş, sefer veya zaferi anlatan eserlerdir.
Tarihlerden temel farklılığı, tarihler daha genel eserler iken bunların bir tek
savaş üzerine yoğunlaşmış olmasıdır. Bu dönemde gerek manzum gerekse mensur çok
sayıda gazavatname yazılmıştır. Tarihçi Raşit'in Fetihname-i Cezire-i Morası, Vahid
Mahtumî'nin Mora Seferi, Damat
Ali Paşa'nın Ravzatü'l-Âlî'si Sadrazam
Silahdar Şehid Ali Paşa'nın 1715'deki Mora adasını fethetmesinin anlatıldığı
eserlerdir. Seyyit Vehbî'nin Avusturyalılarla yapılan savaş ve barışları anlattığı
Risale-i Sulhiyyesi, Abdurrezzak
Nevres'in Tebriziyye-i Hekimoğlu Ali
Paşa adlı eseri, Antakyalı Münîf'in Zafername veya Fetihname-i Belgrad adlarıyla bilinen
eseri Ziyâyî mahlasıyla şiirleri bulunan İsmail Ziyaettin'in, babası Hekimoğlu
Ali Paşa'yı anlattığı Tarih-i
Ali Paşa'sı bu yüzyılda yazılmış belli başlı
gazavatnamelerdir.
Sûrnameler: Bu
yüzyıl nesir edebiyatının en belirgin özelliklerinden biri olan "yeni ve
yerli" eserlerin başında bu dönemde yaygınlaşan sûrnameler ve
sefaretnameler gelmektedir. XVI. yüzyılda İntizamî'nin, XVII. yüzyılda da
Abdî'nin birer mensur sûrname yazdıkları bilinmektedir. Bu yüzyılda ise Vehbî,
Hafız Mehmet, Haşmet ve Melek İbrahim'in sûrnamelerinden başka müellifi tespit
edilemeyen mensur üç sûrname kaleme alınmıştır. Bunlar arasında dil ve üslup
bakımından en sanatlısı ve üzerinde durulması gerekeni kuşkusuz Vehbî'nin Sûrname 'sidir. XVIII.
yüzyılda yazılan ikinci sûrname, sûr emini Hafız Mehmet Efendi tarafından
kaleme alındığı halde bazı kaynaklara yanlışlıkla Hazin Sûrnamesi olarak geçmiştir.
Eserde, Vehbî'nin Sûrname'si
gibi III. Ahmet'in şehzadelerinin sünnet
düğünleri ile kızları Ayşe Sultan ve Emetullah Sultan'ın evlilik törenleri
anlatılmaktadır. Haşmet'in Viladetname-i
Hümayun olarak da bilinen Sûrname'si, III. Mustafa'nın kızı
Hibetullah Sultan'ın doğumu üzerine yapılan şenlikleri konu edinmektedir. Düğün
günlerinin akışına göre değil de yapılan eğlencelerin türüne göre tertip edilen
eser bu yönüyle diğer sûrnamelerden ayrılır. Eserde esnaf alaylarına, eğlencelere
ve bazı kıyafetlerin tarifine ağırlık verilmiştir. Bu yüzyılda yazılan
viladetname konulu bir başka sûrname Melek İbrahim adlı meçhul bir yazara
aittir. Viladetname-i Hatice Sultan
adlı eserde I. Abdülhamit'in kızı Hatice
Sultan'ın on gün süren doğum şenlikleri anlatılır. Bu sûrname, zamanın teşrifat
(protokol) kuralları, eğlence hayatı ve yemekleri hakkında bilgiler verdiği
için kültür tarihimiz açısından önemlidir.
VEHBÎ: XVIII.
yüzyılın divan sahibi şairlerindendir. Asıl adı Hüseyin'dir. Ataları ehl-i
beyte dayandığı için Seyyid Vehbî olarak anılmıştır. İlk gençlik yıllarında
Hüsamî olan mahlasını Vehbî olarak değiştirmiştir. Vehbî, bu devrin en önemli
şairleri arasındadır. Şiirde önceleri Nabî'nin tarzını örnek almış, daha sonra
Nedim'in yolunu benimsemiş, onun birçok şiirine tahmisler yazmıştır. Kasidede
Nefî'yi usta olarak seçmiştir. "Reis-i şairan" Osmanzade Taip, ondan
"mana ülkesinin sultanı" diye söz etmiştir. Seyyid Vehbî'nin, yirmi
civarında el yazması nüshası olan Türkçe divanı, manzum Hadis-i Erbain Tercümesi, Pasarofça
Antlaşması hakkında bilgi veren Sulhiyye
adlı küçük bir risalesi vardır. Vehbî'yi Türk
nesir edebiyatında önemli kılan ve sanatının orijinal tarafını ortaya
koyan eseri Sûrname'sidir.
Sûrname-i Vehbî: III. Ahmet'in
şehzadeleri Sultan Süleyman, Mustafa, Mehmet ve Bayezit'in sünnet düğünleri ile
kızları Ayşe Sultan ve Emetullah Sultan'ın evlenme merasimlerini anlatan bir
eserdir. Eser, o devirdeki kıyafetler, gösteriler, esnaf alayları, eğlenceler
ve hediyeleri anlatması açısından devrin saray ve toplum hayatının canlı bir
aynası gibidir. Vehbî Sûrnamesi, mensur
olmakla birlikte yer yer şair, kendi manzumeleriyle eserini süslemiştir. Lale
Devrinin başlangıcı olarak kabul edilen bu düğün, gün gün bütün ayrıntılarıyla
aktarılmaktadır. Sûrnameler içinde dili en süslü ve estetik nesrin yer yer
bütün özelliklerini aksettireni de budur. Eseri ilk defa neşreden Mertol Tulum
onu tanıtırken Vehbî'nin eserdeki dil ve üslubunun hem devletin, hem de
düğünün ihtişamına yaraştığını ifade etmektedir.
Sefaretnameler ve
Seyahatnameler: Sûrnameler gibi hem
manzum hem mensur örnekleri görülen sefaretnameler de bu yüzyılda yaygınlaşan
türlerdendir. Sefaretnameler, elçilerin gittikleri yerlerdeki siyasî
hadiselerin dışında, oraların tarihî, coğrafi ve mimari yapısının yanı sıra
toplumsal ve kültürel özellikleri hakkında da yer yer bilgi vermesi bakımından
bir çeşit seyahatname de kabul edilebilir. Osmanlı sefaretnamelerinin edebî ve
tarihî bakımdan en ünlüsü bu yüzyılda yazılan Yirmisekiz Mehmet Çelebi'nin Fransa Sefaretnamesidir. İran'a
elçi olarak gönderilen Vanlı Ahmet Dürrî, Seyyit Mehmet Refî ve Yasincizade
Seyyit Abdulvehhab Efendi de İran'da görüp tespit ettiklerini yazıya
dökmüşlerdir. Ahmet Dürrî Efendi'nin İran
Sefaretnamesi, yazarının elinden çıkmış orijinal
nüshası elde olan ilk sefaretnamedir. Sivas valisi Hacı Ahmet Paşa'nın İran Sefaretnamesi vardır.
Reisülküttapların hayatlarını anlatan Sefinetür-Rüesa,
darüssaade(harem) ağalarının hayatlarını
anlatan Hamiletül'-Kübera adlı
eserlerin de müellifi olan Ahmet Resmî'nin Viyana Sefaretnamesi ; Prusya Sefaretnamesi
(Sefaretname-i Ahmet Resmî ),
Şehdî Osman Efendi'nin Rusya
Sefaretnamesi vardır. Bu yüzyılda yazılan son
sefaretnamelerden biri de Vasıf Efendi'nin İspanya
Sefaretnamesidir. XVII.
yüzyılda Nabî'nin Tuhfetü'l-Harameyni kaleme
alması, yeni hac seyahatnameleri yazımında etkili olmuştur. İbrahim Hanif'in, Hasıl-ı Hacc-ı Şerif
li-Menazili'l-Harameyn’i, Mehmet Edib'in, Behcetü'l-Menaziii bu tür eserlerdendir.
Tasavvufî Eserler ve
Şerhler: Sanat endişesinden
ziyade didaktik gayeyle kaleme alınan bu eserlerin en ünlüleri, Erzurumlu
İbrahim Hakkı'nın Marifetname'siyle,
yine ünlü mutasavvıf olan Bursalı İsmail Hakkı'nın Ruhu'l-Beyan adlı tefsiridir.
XVIII. yüzyıl nesir edebiyatında tasavvuf büyüklerinin eserlerine yapılan
şerhler de önemli bir yekûn tutmaktadır. Yusuf-ı Sineçâk'ın Cezire-i Mesnevisi, Şeyh Galip tarafından
sanatkârane bir üslupla, Şerh-i
Cezire-i Mesnevi adıyla şerh edilmiştir. XVI. yüzyıl
şairlerinden Şahidî'nin manzum Farsça-Türkçe sözlüğü Tuhfe-i Şahidİye bu asırda on beş
kadar şerh yazılmıştır. Bu şerhlerin bazıları Şahidî'nin eseri gibi manzum,
bazıları manzum-mensur karışık, bazıları ise Şahidî'ye ait beyitler dışında
mensurdur. Bunlar arasında Atfî Ahmed-i Bosnevî'nin Şerh-i Tuhfe'si, Pirî Paşazade Cemalî
Mehmet'in Tuhfe-i Miri, Şahinzade
Şeyh Ali Maraşî'nin Tuhfetü'l-Vüzera'sı
sayılabilir. Bursalı İsmail Hakkı'nın, Mesnevi şerhi olarak kaleme
aldığı Ruhu'l-Mesnevİsi ile
Yazıcıoğlu'nun Muhammediyye'sinin şerhi
olan Ferahur-Ruh
belli başlı şerhlerdendir.
Münşeat Mecmuaları: Sanatkârane
nesrin, başta mektuplar olmak üzere türlü yazışma örneklerinin bir arada
toplandığı eserlerdir. Bu eserleri diğer nesir türlerinden pek çok bakımdan
ayıran hususlar vardır. Bütün diğer türlerle manzum olarak da eser
yazılabilirken sadece münşeat mecmuaları sadece nesre özgü bir türdür. Münşeat
mecmualarını oluşturanlar ya bütünüyle kendi yazdıkları mektupları, ya kendi
mektuplarıyla birlikte başkalarının da mektuplarını ya da sadece başkalarının
yazdığı mektup örneklerini bir araya toplarlar. Nasıl olursa olsun bütün
münşeat mecmualarının ortak tarafı; türünün en seçkin, en latîf, en
zarif,örneklerinin bir araya toplandığı eserler olmasıdır. Bu yönüyle münşeat
mecmuaları gizli "inşâ yarışı"na sahne oluyor hem de bu seçkin
örnekleri gören, okuyan heveskârlar için bir talim alanı, bir tür atölye veya
"mektep" vazifesi görüyordu. Münşeatlar bu yüzyılda Koca Ragıp Paşa,
Osmanzade Taib, Çelebizade Âsım, Tokatlı Kânî, Raşit, Nevres-i Kadîm, Âtıf
Efendi, Beylikçi İzzet, Nahifî ve Nesîb gibi müelliflerin kalemiyle ortaya konmuştur.
Koca Ragıp Paşa'nın reisülküttap iken hazırladığı telhislerden oluşan Telhisat adlı eseri, münşeat
mecmualarının en ünlüleri arasındadır. Telhisat'ta
günlük hayatın hemen her safhasına ait resmî ve hususî hayat konuları ile
ilgili türünün en başarılı örnekleri olarak kabul edilmiş birçok mektup bulunmaktadır.
Tokatlı Ebubekir Kânî'nin Münşeat'ı
da kendi türünün önemli örneklerindendir. Osmanzade Taib'in elliye yakın
mektubundan oluşan Münşeat'ı
da bu türün kayda değer örneklerindendir. Eser ihtiva ettiği mektuplara göre
dört bölümden oluşmaktadır. Şeyhülislam Karaçelebizade Âsım Efendi'nin Münşeatı basılmıştır. Raşit
Efendi'nin yazdığı iki Münşeattan
biri Halep kadısıyken diğeri İran elçisiyken
yazdığı mektuplardır. Nevres-i Kadîm'in sürgün yıllarında yazdığı Münşeat ise elli dokuz
mektubundan oluşmaktadır.
KÂNİ : Nüktedan, kibar ve hoşsohbet, hemen her
sözünde nükte bulunan ve çevresinde çok sevilen Kânî, bir mizah ustası olarak
tanınmıştır. Bükreş'te bulunduğu sırada sevdiği bir kızın kendisinden
Hıristiyan olmasını istemesi üzerine söylediği, "Kırk yıllık Kânî olur mu Yani" sözü
bugün dahi kullanılan bir vecize hâline gelmiştir. Kânî bir divan oluşturacak
miktarda şiir söylemiş olmakla beraber asıl ününü nesir alanında yapmıştır.
Sanatkârlığı, hiçbir kural ve kayda bağlı olmaksızın içinden geldiği gibi
yazdığı mektuplarında öne çıkar. Secilerle süslediği mektupları ince nükte ve
hicivlerle doludur. Halk deyimlerinden büyük ölçüde yararlanan Kânî'nin Münşeat'ı estetik nesrin
önemli örnekleri arasındadır.
Münşeat: Letaif
ve Hezliyyat
adlarıyla da anılan ve 120 civarında
mektuptan meydana gelen eser, döneminin ifade zenginliği ve üslup
özelliklerini yansıtan zarif nükteler ve hiciv örnekleriyle doludur. Çağın
örfleri, anlayış tarzı ve sosyal hayatından başka kaynaklarda bulunmayan
ayrıntılar bulunduran mektuplar arasında özellikle üç tanesi oldukça meşhurdur.
Bunlardan "Hirrename" adıyla bilinen metin bir kedinin ağzından
sahibine yazılmış hoş bir mizah örneğidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder