1 Şubat 2013 Cuma


16-19. YÜZYILLAR TÜRK DİLİ                                                                             7. ÜNTE

TÜRKÇEDE SADELEŞME VE DİL TARTIŞMALARI
Tanzimat Dönemi Öncesinde Genel Durum: Batı Türkçesinin, diğer bir ifadeyle Anadolu Türkçesinin gelişme sürecini esas olarak iki devre halinde değerlendirmek mümkündür.
İlk Devre: Eski Anadolu Türkçesi döneminde telif ve tercüme eserlerin dili halkın kolayca anlayabileceği kadar sadedir.
İkinci Devre: XV. yüzyılın sonlarından ve XVI. yüzyılın başlarından itibaren Türkçedeki Arapça ve Farsça gramer unsurları artmaya başlar.
Türkî-i Basît Akımı (Mahallileşme): "Türkî-i Basît" akımı XVI. yüzyılda Arapça ve Farsça kelime ve tamlamaları aşırı şekilde kullanıp dili anlaşılmaz hâle getirenlere bir tepkidir.
Tatavlalı Mahremî, Aydınlı Visalî ve Edirneli Nazmî şiirlerinde özellikle Türkçe kelimeler kullanmışlar, Arapça ve Farsça kelime ve terkipler kullanmaktan kaçınmışlardır.
Basit Türkçe (Türkî-i Basît) akımı temsilcileri içinde özellikle Edirneli Nazmi, bir di­van tutarındaki şiirlerini süslü ve ağdalı dilli kullanıma aykırı biçimde sade Türkçe ile yazmıştır.
Yazarlar daima "sanat" ve "yarar" olmak üzere iki temel amaç gütmüşler; ustalık göstermek istedikleri zaman sanat diliyle, halkı eğitmek ve yararlı olmak istedikleri zaman sade ve anlaşılır Türkçeyle yazmışlardır. Münâzara-i Bahâr u Şitâ adlı eserini sanat kudre­tini göstermek için, Nefehâtü'l-Üns çevirisini ise halka yararlı olmak için yazmış olan XVI. yüzyıl müellifi Lâmi'î Çelebi bu duruma güzel bir örnek teşkil etmektedir.
Eski metin örnekleri topluca göz önünde bulundurulduğunda başlangıcından Tanzi­mat devrine kadar olan süreçte Türkçenin birbirine paralel üç ana kolda gelişmiş olduğu görülür:
a.    Halkın konuştuğu dili esas alan sade dilli metinlerin Türkçesi.
b.    Temel cümle kuruluşu Türkçe olduğu hâlde Arapça ve Farsça tamlama ve gramer unsurlarının fazlaca kullanıldığı, söz sanatlarına da yer veren süslü (müzeyyen) dilli metinlerin Türkçesi.
c.    Arapça ve Farsça gramer unsurlarına yer vermekle beraber sanat kaygısı güdülmeksizin telif edilmiş olan ve kısmen sade nesrin özelliklerini de taşıyan orta sade­likte metinlerin Türkçesi.
Bu üç çeşit içinde orta sadelikte metinlerin Türkçesi, Osmanlı devri Türk dilinin ana gövdesini teşkil eder. Esasen nazım dili de benzer şekildedir ve aynı divanda, nesirde söz konusu edilen dil çeşitliliğinin örneklerini görmek mümkündür.
Tanzimat Devrinde Dil Konularında Yapılan Çalışmalar, Tartışmalar: Tanzimat devrinde dilde yenileşme çalışmaları sadece edebî, ilmî, resmî vb. bir veya bir­kaç alana münhasır kalmamış, Tanzimat anlayışının her alanda toplumsal bir yenileşme hareketi olması hasebiyle dilin vasıta olarak kullanıldığı bütün alanlarda yürütülmüştür.
1839'da Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu adıyla ilan edilen Tanzimat Fermanı, bir bakıma, daha II. Mahmut'un saltanatı yıllarında hız kazanan değişim hareketinin bir resmî bel­ge hâlinde duyurulması demekti. Bu tarihten yaklaşık otuz yıl sonra, tıp öğretiminin Türkçe yapılması maksadıyla 1283 yılında Cemiyyet-i Tıbbiyye-i Osmaniyye kurulmuştur. Bir yıl sonra da Mekteb-i Tıbbiyye-i Mülkiyye kurulmuş ve bu mektepte yalnızca Türkçe ders verilmesi ka­rarlaştırılmıştır.
Pertev Paşa, Münif Paşa, Kâmil Paşa ve Akif Paşa Tanzimat devri dil hareketinin önemli isimleridir ve bu aydın devlet adamları sade dil hareketinin temelini atmışlardır. Onlardan sonra Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi yazarlar da dili yeniden inşa etme çabasında olmuşlardır.
Dârulfünûn, Encümen-i Dâniş, Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniyye kuruluşları yenileşme hareketlerine ve Türkçenin sadeleşmesine öncülük etmişlerdir. Yazı dilinin sadeleştirilmesinde çok büyük hizmetleri geçmiş bulunan Münif Efendi, aynı zamanda Osmanlı alfabesinin yetersizliği üzerinde durup bunun yerine Latin esaslı alfabenin Türkçe için uy­gun alfabe olacağını da söyleyen kişidir.
Türk gazeteciliğinin kurucusu olan Şinasi Bey de Agâh Efendi ile birlikte çıkardıkla­rı Tercüman-ı Ahvâl gazetesinin ilk sayısına yazdığı mukaddimede yazılarının herkesin anlayacağı şekilde sade bir dille yazılacağını ifade etmiştir. Şinasi Bey gerek Tercüman-ı Ahvâl ve gerekse daha sonra çıkardığı Tasvîr-i Efkâr gazetelerine yazdığı yazılarında ol­dukça açık ve sade bir dil kullanmış ve Türk nesir dili içinde bir de "gazete dili" anlayışı­nın doğmasına vesile olmuştur.

Gramer Çalışmaları: Bizde Osmanlı Türkçesini konu alan dilbilgisi kitaplarının ilki Bergamalı Kadri'nin 1530'da yazdığı Müyessiretü'l-Ulûm adlı eseridir. Türkçenin Türklere mekteplerde okutulup öğretilmesi ilk defa bu yıllarda gün­deme gelmiştir. 1847 yılında hazırlanıp Maarif Nezaretince kabul edildiği hâlde yazarı Abdurrahman Fevzi Efendinin Mikyâsül-Lisân Kıstâsül-Beyân adlı gramer kitabı kısmen Batılı gramer anlayışını Türkçe için uygulamış olması sebebiyle Türk gramerciliğinde bir merhaledir.
Cevdet Paşa ve Fuad Paşa'nın birlikte yeni dil anlayışıyla önce Medhal-i Kavâ'id adıyla hazırladıkları ve sonra Kavâid-i Osmâniyye adıyla neşredilen ilk dilbilgisi kitabıdır ki eser Kavâ'id-i Türkiyye adıyla yeniden basılmıştır. Abdullah Ramiz Paşa'nın Emsile-i Türkiyye'si, Ali Nazîmâ'nın Muhtasar Lisân-ı Osmânî adlı dilbilgisi kitabı bu alanda yapılmış önemli çalışmalardandır.
Sadeleşme Çalışmaları: Eğitim kurumlarındaki dil eğitiminin dilde sadeleşme çalışmalarına katkısı olmuştur. Bazı yazar ve edebiyatçıların di­lin sadeleşmesi hakkında özel gayretleri ayrı bir önem taşır.
Şinasi: Şinasi Bey "gazete dili"ni kurmuş olması yanında Tanzimat döneminin dilini nazım ve nesir alanında ilk temsil eden kişidir. Tercüme-i Manzûme adıyla Fran­sız şairlerinin şiirlerinden yaptığı tercümeler, Şair Evlenmesi adlı yenileş­me dönemi edebiyatının da önemli temsilcisi olan tiyatro eseri, kendi şiirlerini topladı­ğı Müntahabât-ı Eşâr, bilinçli bir şekilde Türk atasözlerini ilk defa bir araya toplayan Durûb-ı Emsâl-i Osmâniyye ve Tercüman-ı Ahvâl ile Tasvîr-i Efkârda çıkan dil ve edebiyat konularında yazdığı makaleleri Şinasi'nin bilinen eserleri­dir. Şinasi'nin eserlerinde kullandı­ğı dil asrına göre oldukça yenidir.
Şinasi'nin yenilik hareketi içindeki önemi, onun büyük edebî eserler yazmış ya da yeni bir edebî dil oluşturmuş olmasından değil, özellikle gazetelerinde yazdığı yazılarında kü­çük ve kısa haberleri çok düzgün biçimde anlaşılır ve sade bir dil ile yazmış olmasından gelir. Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi aydınları etkileyip yetişmelerine zemin hazırlamasıyla Tanzimat anlayışının sonraki edebiyat kuşaklarına geçmesine de ze­min hazırlamıştır. Bu bakımdan onun yenileşme dönemi için yaptığı en önemli şey, ken­disinden sonrakilere açtığı çığır olmuştur.
Namık Kemal: Şinasi'nin açtığı yolda Tanzimat sonrası edebî dili asıl işlemeye başlayan Namık Kemal ol­muştur. Şinasi'nin Avrupa'ya gidişine kadar Tasvîr-i Efkâr’da onun yanında bulunmuş ve bir nevi Şinasi'nin çırağı olmuştur.
Namık Kemal'in dil ve özellikle Türkçe ile ilgili görüşleri, edebiyat görüşlerine de yer verdiği "Lisân-ı Osmânînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir" başlıklı yazı­sında bulunmaktadır. Burada meselenin teorik boyutları üzerine durur ve bazı önerilerde bulunur. Mevcut yapıdan ve durumdan Türkçeye geç­mek için ileri sürdüğü beş öneri, öz olarak şunlardır:
1.   Mevcut gramer kitapları düzeltilmeli ve herkesin faydala­nacağı bir yaygınlığa kavuşturulmalı.
2.    Türkçeye mahsus mükemmel bir sözlük hazırlanmalı.
3.    Galat-ı meşhur denilen yaygın kullanılan kelimeler ve ibareler asli şekillerine ter­cih edilmelidir.
4.    Mevcut eserlerin doğal anlatıma sahip olan makalelerinden tertip edilen ve karşı­laştırmalı bir antoloji hazırlanmalı, bunlar okullarda okutulmalıdır.
5.   Dilimize ait bir belâgat kitabı hazırlanmalıdır.
Ziya Paşa: Şinasi'nin yanında ikinci kişi Ziya Paşa'dır, ancak o kültür tarihimizde daha çok edebî ve siyasi kimliğiyle yer alır. Ziya Paşa görüşlerini Hürriyet gazetesinde neşrettiği "Şiir ve İnşâ" makalesi ile manzum olarak yazdığı "Harâbât mukaddimesi"nde edebiyat çerçevesinde ortaya koymuştur.
Ahmet Mithat Efendi: Tanzimat devrinin amaçladığı dilde sadeleşme ve yenileşme hedefine en çok yaklaşan isim Ahmet Mithat Efendi olmuştur. Onun dilin sadeleşmesi noktasında hedeflediği merhaleye varma­sında elbette ki seçtiği konuların ve şahısların halk kitlesinden olmasının da büyük rolü olmuştur. Eserlerinde çağdaşlarına göre onun doğrudan dil konusu­nu işlediği yazısı Dağarcık'ta neşrettiği "Osmanlıca'nın Is­lahı" başlıklı yazısıdır.
Dil konusundaki görüşlerini kendi çıkardığı Tecüman-ı Hakîkat gaze­tesine yazdığı yazılarda da sürdürmüştür. Burada ilköğretim için yazdığı ve imla konuları üzerinde durduğu yazılarını Medrese-i Süleymaniyye Rehnümâ-yı Muallimîn adlı eserinde bir araya getirmiştir.
Ali Suavî: Özellikle gazetecilik dilinin sadeleşmesi için çaba harcamıştır.
Tanzimat nesli içinde Şinasi, Namık Kemal, Ahmet Mithat ve Ali Suâvi dışındakiler, dil konularından çok edebî konular üzerinde durmuşlar; edebiyatın zenginleşmesi, yeni­leşmesi ve gelişmesi için uğraşmışlardır.
Recâîzade Mahmud Ekrem, Abdülhak Hamid, Muallim Naci: Recâîzâde'nin asıl önemi, Şinasi-Namık Kemal çizgisinin Abdülhak Hamid'e ulaşma­sını sağlayan köprü olmasından gelir. Servet-i Fünûnu çıkarıp "Servetifünûn Nesli"nin doğmasına da vesile olmuştur. Araba Sevdası adlı romanı, edebiyatımızda toplumsal hicvin ilk örneklerinden olmak ya­nında, sade dilin edebiyat eserinde tatbik edildiği önemli örneklerden de birisidir. Manzu­melerinde kullandığı dil yenidir ama sade değildir. Ta'lîm-i Edebiyat adlı kitabı bir nevi edebiyat tarihi ola­rak hazırlanmış fakat tamamlanmamış ders kitabıdır.
Dil hakkında; Osmanlıcanın gelişmesi için bağımsız bir dil olarak değerlendi­rilmesini Arap ve Fars kurallarıyla karıştırarak buna Kavâid-i Osmaniyye demek gerektiğini söyler. Türkçenin Osmanlıca diye adlandırılması gerektiğini ifade ederek başından beri sade Türkçe ve Türkçenin istiklali anlayışını benimseyen Ali Suavi, Süleyman Paşa ve Şemsettin Sami gibi aydınlardan farklı bir noktada, diğer Tanzimat nesli gibi müteredditler safında yer alır.
Abdülhak Hamit, manzum ve mensur bütün eserleriyle Namık Kemal ile başlayan yenilikçi edebiyat anlayışının ulaştığı son noktadır.
Muallim Naci, devrinde sade nesrin en güzel örneklerini vermiştir. Şiirlerinde görü­nüşte eskiden kopmamış gözükür ancak anlayış olarak daima yeniye açıktır. Tanzimat nes­linin son halkası Abdülhak Hamit ve Naci gelecek neslin, Tevfik Fikret, İsmail Safa ve Nabizade Nazım gibilerin ilk halkası durumundadır. Onun yenileşme dönemi için esas öne­mi, Lügat-ı Naci adlı sözlüğü, Mekteb-i Edeb adlı okuma kitabı, sahasının bizde en iyi eseri olan Istılâhât-ı Edebiyye adlı belâgat kitabı ve değişik dergi ve gazetelerde yazdığı gramer ve Türkçe konulu yazılarını topladı­ğı İntikâd adlı kitabından gelir.
Tanzimat neslinin dil anlayışındaki yenilikleri şu şekilde sıralanabilir:
a.    Kelime ve tamlamalarda
b.    Cümle ve ifade biçimlerinde
c.    Nesirde seci anlayışında
ç.  Edatların kullanımında
d.    Nesirde yazıya başlamadan önce ağır ve bazen Arapça giriş yapma alışkanlığında
e.    Konuşma üslûbunun yazıda kullanılmasında
f.     İmlayla ilgili olarak noktalama işaretlerinin kullanılmasında
Dilde Yenileşme Tartışmaları: XIX. yüzyılın sonlarına doğru dilde yenileşme hareketi üç temel nokta esas alınarak geliş­meye devam etmiştir. Milli­yetçilik, İslâmcılık, Osmanlıcılık gibi düşünce tarzlarına mensup kimseler, siyasi düşünce­de ve dil anlayışlarında farklı tavır sergileyebilmişlerdir.  Mehmet Akif'in Ömer Seyfettin ve arkadaşlarıyla sade lisan anlayışında, Sü­leyman Nazif ile Tevfik Fikret'in süslü ve ağdalı edebî dilin devamı anlayışında buluşma­ları örnek olarak zikredilebilir. Bu üç temel dil anlayışı şunlardır:
1.    Türk dilinden yabancı kurallarla birlikte yabancı kelimeleri de atmak düşüncesin­de olanlar; siyasi düşünce bakımından Türkçüler denen bu grup "Tasfiyeciler" ola­rak anılmışlardır.
2.    Hiçbir müdahaleyi kabul etmeyerek dili olduğu gibi bırakmak düşüncesinde olanlar.
3.    Dilden yabancı kuralları atmak ama kelimelere dokunmamak düşüncesinde olan­lar. Bu gruptakiler de "Yeni Lisancılar" olarak anılmışlardır.
Ahmet Vefik Paşa: Ahmet Vefik Paşa, yenileşmeyi Batı’dan alınan değerlerin milli değerlerle kaynaştırılmasında görmüş, "Türkçülük" akımınının öncülüğünü yapmıştır. Şecere-i Türkîyi Doğu Türkçesinden Batı (İstanbul) Türkçesine aktardı. Eserleri: Lehçe-i Osmanî, Müntehabât-ı Durûb-ı Emsâl, Hikmet-i Târîh, Şecere-i Türkî, Fezleke-i Târîh-i Osmanî .
Dil ve tarih sahasındaki çalışmaları Ahmed Vefik Paşa'ya memleketimizin en eski hat­ta ilk Türkoloğu olmak sıfatını kazandırmıştır.
İlmî alanda Ahmet Vefik Paşa'nın başlattığı Türkçülük anlayışına uygun çalışmalar, askerî alanda da Süleyman Paşa'nın çabalarıyla yürütülmüştür. Süleyman Paşa; Tarih-i Âlem (Dünya Tarihi), Esmâ-yı Türkiyye (Türk İsimleri), Sarf-i Türkî adıyla Türkçenin gramerine ait bir kitap telif etti.
Şemseddin Sami: Şemseddin Sami,Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat’ı yazmıştır. Muharrir, Aile ve Hafta mecmualarında halkı bilgilendirmeye çalışmıştır. Okuma ve yazma kitapları neşretmiştir. Bunlar Küçük Elifba, Yeni Usûl-i Elifba-i Türkî, Nev-usûl Sarf-ı Türkî, Kırâat-i Türkiyye ve Nev-Usûl Nahv-i Türkî adlı eserleridir. Bunlardan başka Kamus-ı Fransevî, zamanında, Fransızcadan Tükçeye lügatlar arasında en mü­kemmeli olarak kabul edilmiştir. Kâmûs-ı Türkî'si ise, devrinde Türkçeyi temel alan ve Türkçede halkın kullandığı yaygınlık kazanmış keli­meleri Türkçeleşmiş sayan bir anlayışla tertip edilmiş ve hâlâ öneminden bir şey kaybet­memiş temel sözlüklerimiz arasındadır. Zamanında bir nevi İslam ansiklopedisi vazifesi görmüş olan Kamusül-A'lâm, günümüzde bile bilimsel çalışmalar için temel bir kaynaktır.
Şemseddin Sami, dilimizdeki Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçenin gramer kurallarına uydurulması gerektiğini, Türk­çe karşılıkları bulunan ve konuşma dilinde kullanılmayan kelimelerin dilden çıkarılması­nı, İstanbul Türkçesinin ıslah edilmesiyle oluşacak edebî dilin zamanla bütün Türklerin kabul edebileceği ge­nel bir dil hâline gelmesini istemiştir.

SERVET-İ FÜNÛN TOPLULUĞUNUN DİL ANLAYIŞI VE YAPILAN TARTIŞMALAR
Tanzimat'ın ilk yıllarından beri yenileşme anlayışı etrafında oluşturulmaya çalışılan sade lisan fikri, Servetifünuncular, Tanzimat neslinin oluş­turduğu yeni ortamda kendilerine yeni bir sanat dili kurma gayreti içine düşmüşlerdir.
Hemen belirtmek gerekir ki bu sanatçılar arasında da tam bir görüş birliği bulundu­ğunu söylemek zordur. Nesirde Halit Ziya (Uşaklıgil), nazımda Tevfik Fikret kendilerine mahsus özellikleriyle bu neslin öne çıkan isimleri olmuşlardır. Hüseyin Cahit (Yalçın) ve Ahmet Hikmet (Müftüoğlu) sade dil kullanmışlardır.  Meh­met Rauf, Nabizâde Nazım, Cenap Şehâbeddin, Hüseyin Siret, Hüseyin Suat ve Ali Ekrem, bir taraftan yer yer sade konuşma dilini yazıda kullanmayı dener­lerken diğer taraftan yazıda bulunmayan Arapça ve Farsça kelimeleri sözlüklerden çıka­rıp, yeni kelimeler ve birleşikler yaratarak, Türkçe cümle ve ifade biçimlerinde değişiklik­ler yapmışlar. Nazımda şekil değişikliği de yapmışlardır.
Tevfik Fikret'in doğrudan dil konulu yazısı Servet-i Fünûn dergisinde yazdığı "Tasfiye-i Lisan" makalesidir. Fikret bu yazısına, son zamanlarda bazı ediplerin ön ayak olmasıyla yazı dilinin halka doğru yöneldiğini ifade eder ve sevinçle karşılar.
Servet-i Fünûnda "Kâri'lerime Mektuplar" başlıklı yazı­sında Halit Ziya, ateşli sadeleş­me ve Türkçeleşme taraftarlarına karşı bir müdafaa adamı görüntüsündedir. Hatta Servet-i Fünûn dergisinde "Servet-i Lehçe" başlıklı yazısında, yeni lisan anlayışıyla taban tabana zıt gö­rüşlerini belirtir, sadeleşmeye karşı gelmekten çok bir üslûp ustasının yaratıcı­lığının sınırlandırılması endişesi vardır.
Servet-i Fünûncuların Dil Anlayışına Karşı Görüşler: Halit Ziya ve Cenap Şehâbeddin'in şahsında Servet-i Fünûn'un kullandığı dile itiraz eden­ler vardır. Edebiyat tarihimize "Dekadanlar" olarak geçen Sabah gazetesindeki yazısında Ahmet Mit­hat Efendi en sert tepkisini ortaya koymuştur. Ebuzziya Tevfik ve Manastırlı Rıfat sade dil anlayışını savunmuşlardır. Mehmet Emin (Yurdakul) Beyin "Türkçe Şiirler" adıyla basılan sade Türkçe şiirleri edebiyat çevrelerinde ilgi uyandırdı.
II. Meşrutiyetten Sonraki Dil Tartışmaları: II. Meşrutiyet'ten sonra sade dil ve Türkçecilik hareketi için amaç ve tüzüğünde önemli/ programlı hedefleri olan esaslı girişimleri şöyle özetlemek mümkündür:
       Türk Derneği kurularak kendi adında bir dergi ile dil ve folklor tarihi bakımından önemli kimi faaliyetler
       Ömer Seyfettin'in önderliğinde Genç Kalemler dergisi ve Yeni Lisan
       Ziya Gökalp ve faaliyetleri
       Türk Yurdu dergisinin faaliyetleri
Türk Derneği ve Çalışmaları: Necip Asım, Ahmet Mithat, Ahmet Hikmet (Müftüoğlu), Ispartalı İsmail Hakkı, Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Fuat Köseraif ve Veled Çelebi (İzbudak) vb. Türk Derneği'ni kurdular. Dört yıl kadar sonra dernek dağıldı. İçlerinde "Tasfiyeci", "Fesahatçi" ve "Sadeleşmeci" taraftarı olmak üzere her dil anlayışını benimseyen kimseler bulunmaktaydı. Derneğin Türk dili için asıl hizmeti, yedi sayı çıkabilmiş olan Türk Derneği dergisi olmuştur. El-kitâbu Lugatit-Türkiyye (İbnü Mühennâ) ve Sarf-ı Tahlîlî-i Lisân-ı Türkî (Anton Tıngır) adlı eserleri yayımlamışlardır.
Fecr-i Âtî Topluluğunun Dil İle İlgili Görüşleri: Servet-i Fünûnculara benzer şekilde Fecr-i Âtî topluluğunun da sadeleşmeye karşı olup kendi sanat anlayışlarına bağlı bir dil kullanmışlardır.  Bu topluluğa mensup olduğu halde Refik Halit'in sade dilli yazmışlardır. Bu topluluğun dışında olarak Halide Edip, Yakup Kad­ri sade dille yazmışlar.
Yeni Lisan ve Ömer Seyfettin: Türkçenin yenileşme serüveni içinde şüphesiz en önemlisini, Ömer Seyfettin'in öncülüğünde Selanik'te çıkarılan Genç Kalemler dergisinde, 11 Nisan 1911 sayısından itibaren  “Yeni Lisan” başlığı altında yayımlanan seri makalelerle sistemleştirilmiş olan yenileşme Türkçeleşme hareketi alır. Ömer Seyfettin sade dil anlayışının bir program hâlinde sistemleştirilmesine öncü­lük etmekten başka Türkçe için bizatihi yazdıkları da sade lisanın örnekleridir.
Daha sonra sade lisan anlayışını benimsemiş olmakla beraber Fuat Köprülü ve Yakup Kadri yeni lisan hareketine itiraz etmişlerdir. Yeni Lisan makalelerinin 7.si, İstanbul'da yeni çıkacak olan Muhîtü'l-Ma'arif mecmu­asına gönderilen ve içinde 14 maddelik bir ilmî programı ihtiva eden lâyihanın Genç Kalemler'de yayımlanan suretidir. Tahrir Heyeti imzasıyla ancak Ziya Gökalp'in notunu taşıyan bu programın maddelerinin özü şöyledir:
* Arapça ve Farsçaya ait gramer kurallarının kullanıl­maması ve bu kurallarla yapılan tamlamaların -kimi istisnalar dışında- kaldırılması
* Arapça kelimelerin, gramerce, asıllarına göre değil, Türkçedeki kullanışlarına göre değerlendirilmesi
* Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçede söylendik­leri gibi yazılmaları
* Bütün Arapça ve Farsça kelimelerin atılmasına lü­zum olmadığından, ilmî terim olarak Arapça keli­melerin kullanılmasına devam edilmesi
* Diğer Türk lehçelerinden kelime alınmaması
* Konuşmada İstanbul şivesinin esas tutulması
Ziya Gökalp ve Yeni Lisan Konusundaki Görüşleri: Ziya Gökalp, Türkçü­lük idealini benimsemiş, onu bir programa ve bir sisteme bağlamış, sözü ve fiiliyle öncü düşünürlerden birisi olmuştur. Ömer Seyfettin'den farklı olarak, sadece dil konularıyla ilgilenmekle yetin­memiş, Türkçülüğü bütün düşünce sistemiyle, bütün programlarıyla ortaya at­mak lazım geldiğini savunmuştur. Genç Kalemler'deki "Yeni Lisan" hareketinin başlatılmasında yeni bir İttihat ve Terakkî üyesi olarak fiilî des­teği bulunmaktadır.
Türkçülük anlayışının ortaya konmasında, Selanik'te Ali Canip ve Ömer Seyfettin'in öncülüğünde çıkan Genç Kalemler dergisi Ziya Gökalp için bir vesile teşkil etmiştir. Türkçülük ve yeni lisan meselesinde düşüncesini ge­nel hatlarıyla bir çerçeve hâlinde çizdiği Turan manzumesinin Genç Kalemler dergisinde yayımlanmasıyla Ziya Gökalp, imparatorluğun fikrî coğrafyasındaki yerini  aldı.
1912 yılında faaliyete geçen Türk Ocağı bu hareketin merkezi olarak kuruldu. Ocak, daha çok bilimsel Türkçülüğün yayın organı görünümünde olan Türk Yurdu adında bir dergi çıkarmaya başladı. Ayrıca görüşlerini halka ulaştırmak için de Halka Doğru ve Türk Sözü adlı dergi­leri çıkardılar. 1917 yılında İttihat ve Terakkî'nin desteğiyle Ziya Gökalp ve arkadaşları ta­rafından çıkarılan Yeni Mecmua ile birlikte bu yayınlar Türkçük taraftarlarının merkezi hâlinde sade Türkçe ile millî edebiyat anlayışının ve milliyetçilik fikirlerinin yaygınlaşma­sında önemli rol oynamışlardır.
Türkçülüğün Esasları kitabının "Dilde Türkçülük" bölümünde görüşlerini "Dilde Türkçülüğün Prensipleri" başlığı altında şu şekilde toplamıştır:
1.   İstan­bul halkının ve bilhassa İstanbul hanımlarının konuştukları gibi yazmak.
2.   Halk diline geçip söyleyiş ve mana bakımından galatât adını alan Arapça ve Farsça kelimelerin bozulmuş şekillerini Türkçe saymak ve imlalarını da yeni söyleyişleri­ne uydurmak.
3.   Yerlerine yeni kelimeler konulduğu için, fosil haline gelen eski kelimeleri diriltmemeğe çalışmak.
4.   Yeni terimler aranacağı zaman, ilkin halk dilindeki kelimeler arasından ara­mak; bulunmadığı takdirde Türkçenin işlek edatlarıyla ve işlek terkip ve çekim usûlleriyle yeni kelimeler yaratmak.
5.   Türkçede Arap ve Fars dillerinin ne sigaları, ne edatları, ne de terkipleri dilimize sokulmamak.
6.   Türk halkının bildiği ve kullandığı her kelime Türkçedir.
7.   İstanbul Türkçesinin ses düzeni, ek ve kökleri ile cümle yapısı, yeni Türkçenin te­melidir.  
8.   Kelimelerin ma­naları, köklerini bilmekle anlaşılmaz.
Ziya Gökalp görüldüğü gibi, fesahatçılara olduğu gibi tasfiyecilere de karşıdır. İkin­ci Meşrutiyet sonrası, Yeni Lisan hareketiyle başla­yan ve 1932'ye kadar süren bu devre, sadeleşme hareketinin müdahalesiz, gönüllü bir ge­lişme olarak süregeldiği doğal bir ye­nileşme devresidir.
Yeni Türkçe olarak da nitelendirilen bu devrede üç farklı görüş bulunmaktadır:
a   "Fesahatçılar":Süleyman Nazif gibi eski ve süslü üslûba bağlı ediplerin ısrar ettikleri "Osmanlıca"
b.    Türkçülerin temsil ettiği ve Ziya Gökalp'in sistemleştirdiği "Türkçeleşmiş Türkçe" anlayışını esas alan "sade lisan"
c.    Fuat Köseraif'in öncülüğünü ettiği "Türkçede yabancı unsur bırakmayacağız, her şeyi Türkçeleştireceğiz" diyen "tasfiyecilik" akımı
Bu üç anlayış, Türkçülerin hâkimiyeti altında 1932 yıllarına kadar devam etmiştir. Bu yıllardan sonra Türkçe, bir devlet adamı olarak Atatürk'ün bizzat ilgisi ve müdahalesiy­le "Tasfiyecilik" veya "Öztürkçecilik" istikametinde gelişmeye zorlanmıştır. Yeni kurulan devlet düzeni içinde Millîleşme anlayışına katkı sağlamak için kararlı bir inkılapçı olarak Atatürk de tasfiyecilik hareketini benimsemiş ve bu ilgisi 1935 yıllarına kadar sürmüş­tür. Kendisinin bir takım tecrübelerden sonra "Dilde ve musikide inkılap olmaz, anlaşıl­dı." cümlesinde ifadesini bulan dili tabii gelişme seyrine bırakma düşüncesine rağmen dil­de tasfiyecilik anlayışı, onun ölümünden sonra da uydurmacılık veya Öztürkçecilik hare­keti halinde devam etmiştir.

ALFABE TARTIŞMALARI VE HARF İNKILABI
Türkler, VIII. yüzyıldan başlayarak Şamanizm, Budizm, Brahmanizm, Hıristiyanlık, Manilik, Musevilik, İslamlık gibi değişik dinlerin ve Hint, Çin, Arap ve batı gibi çeşitli kül­tür çevrelerinin etkisiyle birbirinden farklı 17 değişik alfabe kullanmışlardır.
Alfabe değişikliklerinin gerekçeleri üç maddede toplanabilir:
1.    Din değiştirme
2.    Sosyal ve siyasal durum değişikliği
3.    Farklı kültür ve medeniyet ortamına geçme
Alfabe değişikliğini hazırlayan süreç XIX. yüzyılın ikinci yarısında başlamıştır ve yapı­lan tartışmaları iki başlık altında toplamak mümkündür:
a.    Batılılaşma
b.    Yazının yetersizliği
Türkçenin Latin alfabesiyle tanışması Codex Cumanicus'a (XIII. yüzyıl) kadar uzanmaktadır.
Tartışmalar ve Yeni Çalışmalar: Tanzimat sonrasında önemle üzerinde durulan konulardan birisi de yazı sisteminin ıslah edilmesi olmuştur. Bu konuyu ilk defa ele alan Ahmet Cevdet Paşadır. Kavaid-i Osmaniyye adlı gramer kitabında Türkçede bulunup da mevcut alfabe­de karşılığı olmayan seslerin belirtilmesi için bir yol bulunması gerektiğini vurgulamıştır.
Benzer hususlar, bundan on yıl kadar sonra, Münif Paşa tarafından da dile getirilmiş­tir. Münif Paşa, bizde beş yüz cins harfi bulan harf karakterleri yüzünden (hâlbuki Batı­da bu sayı otuz-kırk civarındadır) kitap basmanın başlı başına bir müşkilâtlı iş olduğu­nu belirttikten sonra, ilim ve fennin önündeki bu engelin kaldırılması için iki yol gösterir:
a.     Harflere hareke ve işaret koymak
b.    Kelimeleri, harfleri bitiştirmeden (hurûf-ı munkatıa veya hurûf-ı munfasıla ile) ayrı ayrı yazmak.
Mirza Fethali Ahundzade İslam dünyasındaki geri kalmışlığın tek sebebini okur yazar sayısının azlığında gör­müş, bu azlığın sebebi olarak da kullanılan Arap harflerini göstermiştir. Ahundzade, konuyla ilgili tasarısını Cemiyet-i İlmiyye-i Osmaniyye'ye göndermiş­tir.
Bu konuyla ilgili II. Meşrutiyete (1908) kadar yapılan tartışmalarda iki fikir hâkim ol­muştur. Biri, harflerin okuma ve yazmada karışıklığa yol açan aksaklıklarını giderecek şekilde düzenlenmesi düşüncesi, ikincisi ise yabancı bir alfabenin (Latin, Latin-İslav, Erme­ni) kullanılmasıdır. Eski Türk alfabelerinden Göktürk veya Uygur alfabelerinin kullanımı da önerilmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk ve Latin Harfleri: Mustafa Kemal Atatürk, 1916 yılında kendisine gösterilen Gy. Nemet'in Turkische Grammatik adlı kitabındaki Arap harfleriyle alınan parçaların Latin harfleriyle ve fakat Yunan alfabesine dayanan karşılıklarını görünce, Türkçe için düşünülen alfabenin böyle harflerin üzerine konan işaret külfetinden ve yabancı izlerden uzak olacağını belirtmiştir.
Mustafa Kemal Paşa'nın emriyle yeni bir Dil Heyeti resmen kurulmuştur. “Bütün alfabeleri bir araya getirerek Türkçenin ihtiyaçlarına cevap verecek harfleri hepsinden seçmek” ilkesi benimsendi ve Avrupa'da kullanılan bütün alfa­beler incelendi, yeni Türk alfabesi oluşturuldu.
Sarayburnu Açıklaması: Aylar süren çalışmalardan sonra, tasarlanan Türk alfabesi halka açıklandı. Atatürk, bundan sonra çıktığı gezilerde yeni Türk harflerini tanıtmak için büyük çaba göstermiş, bizzat öğreticilik ve önderlik etmiştir.
23 Ağustos 1928 günü Ertuğrul yatıyla Tekirdağ'a, 1 Eylül 1928'de Çanakkale-Arıburun'a, 2 Eylül Gelibolu'ya, 14 Eylül'den sonra da Karadeniz ve İçanadolu seyahatleri­ne çakmış ve uğradığı her yerde beldenin resmî görevlilerini, ileri gelenlerini, halkını yeni harfleri öğrenmeye teşvik etmiştir.
Alfabe değişikliğinden sonra, 1932 yılında kurulan Türk Dil Kurumu çatısı altında gerçekleştirilen ve Atatürk'ün sağlığında toplanan Türk Dil Kurultayları, Gü­neş Dil Teorisi ve onun ölümünden sonra hız kazanan Öztürkçe akımı ve bu çerçevede ya­pılan çeşitli çalışmalarla sistemli bir dil planlaması şeklinde yürütülen Dil İnkılabı (Devri­mi), şiddetli tartışmaların yaşandığı yepyeni bir dönemin başlangıcıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder