16-19.
YÜZYILLAR TÜRK DİLİ
7. ÜNTE
TÜRKÇEDE SADELEŞME VE DİL TARTIŞMALARI
Tanzimat Dönemi Öncesinde Genel Durum: Batı
Türkçesinin, diğer bir ifadeyle Anadolu Türkçesinin gelişme sürecini esas
olarak iki devre halinde değerlendirmek mümkündür.
İlk Devre: Eski Anadolu Türkçesi
döneminde telif ve tercüme eserlerin dili halkın kolayca anlayabileceği kadar
sadedir.
İkinci Devre: XV. yüzyılın sonlarından ve
XVI. yüzyılın başlarından itibaren Türkçedeki Arapça ve Farsça gramer unsurları
artmaya başlar.
Türkî-i Basît Akımı (Mahallileşme): "Türkî-i Basît"
akımı XVI. yüzyılda Arapça ve Farsça kelime ve tamlamaları aşırı şekilde
kullanıp dili anlaşılmaz hâle getirenlere bir tepkidir.
Tatavlalı Mahremî,
Aydınlı Visalî ve Edirneli Nazmî şiirlerinde özellikle Türkçe kelimeler
kullanmışlar, Arapça ve Farsça kelime ve terkipler kullanmaktan kaçınmışlardır.
Basit
Türkçe (Türkî-i Basît) akımı temsilcileri içinde özellikle Edirneli Nazmi, bir divan tutarındaki
şiirlerini süslü ve ağdalı dilli kullanıma aykırı biçimde sade Türkçe ile
yazmıştır.
Yazarlar daima
"sanat" ve "yarar" olmak üzere iki temel amaç gütmüşler;
ustalık göstermek istedikleri zaman sanat diliyle, halkı eğitmek ve yararlı olmak
istedikleri zaman sade ve anlaşılır Türkçeyle yazmışlardır. Münâzara-i
Bahâr u Şitâ adlı eserini sanat kudretini
göstermek için, Nefehâtü'l-Üns çevirisini
ise halka yararlı olmak için yazmış olan XVI. yüzyıl müellifi Lâmi'î Çelebi bu
duruma güzel bir örnek teşkil etmektedir.
Eski metin örnekleri
topluca göz önünde bulundurulduğunda başlangıcından Tanzimat devrine kadar
olan süreçte Türkçenin birbirine paralel üç ana kolda gelişmiş olduğu görülür:
a. Halkın
konuştuğu dili esas alan sade dilli metinlerin
Türkçesi.
b.
Temel cümle kuruluşu
Türkçe olduğu hâlde Arapça ve Farsça tamlama ve gramer unsurlarının fazlaca
kullanıldığı, söz sanatlarına da yer veren süslü
(müzeyyen) dilli metinlerin Türkçesi.
c.
Arapça ve Farsça
gramer unsurlarına yer vermekle beraber sanat kaygısı güdülmeksizin telif
edilmiş olan ve kısmen sade nesrin özelliklerini de taşıyan orta
sadelikte metinlerin Türkçesi.
Bu üç çeşit içinde orta
sadelikte metinlerin Türkçesi, Osmanlı devri Türk
dilinin ana gövdesini teşkil eder. Esasen nazım dili de benzer şekildedir ve
aynı divanda, nesirde söz konusu edilen dil çeşitliliğinin örneklerini görmek
mümkündür.
Tanzimat
Devrinde Dil
Konularında Yapılan Çalışmalar, Tartışmalar: Tanzimat
devrinde dilde yenileşme çalışmaları sadece edebî, ilmî, resmî vb. bir veya birkaç
alana münhasır kalmamış, Tanzimat anlayışının her alanda toplumsal bir
yenileşme hareketi olması hasebiyle dilin vasıta olarak kullanıldığı bütün
alanlarda yürütülmüştür.
1839'da Gülhane
Hatt-ı Hümâyûnu adıyla ilan edilen Tanzimat
Fermanı, bir bakıma, daha II. Mahmut'un saltanatı
yıllarında hız kazanan değişim hareketinin bir resmî belge hâlinde duyurulması
demekti. Bu tarihten yaklaşık otuz yıl sonra, tıp öğretiminin Türkçe yapılması
maksadıyla 1283 yılında Cemiyyet-i Tıbbiyye-i Osmaniyye kurulmuştur. Bir yıl
sonra da Mekteb-i Tıbbiyye-i Mülkiyye kurulmuş ve bu mektepte yalnızca Türkçe
ders verilmesi kararlaştırılmıştır.
Pertev Paşa, Münif
Paşa, Kâmil Paşa ve Akif Paşa Tanzimat devri dil hareketinin önemli isimleridir
ve bu aydın devlet adamları sade dil hareketinin temelini atmışlardır. Onlardan
sonra Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi yazarlar da dili yeniden inşa etme
çabasında olmuşlardır.
Dârulfünûn, Encümen-i
Dâniş, Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniyye kuruluşları yenileşme
hareketlerine ve Türkçenin sadeleşmesine öncülük etmişlerdir. Yazı dilinin
sadeleştirilmesinde çok büyük hizmetleri geçmiş bulunan Münif Efendi, aynı
zamanda Osmanlı alfabesinin yetersizliği üzerinde durup bunun yerine Latin
esaslı alfabenin Türkçe için uygun alfabe olacağını da söyleyen kişidir.
Türk
gazeteciliğinin kurucusu olan Şinasi Bey de Agâh Efendi ile birlikte çıkardıkları
Tercüman-ı Ahvâl gazetesinin
ilk sayısına yazdığı mukaddimede yazılarının herkesin anlayacağı şekilde sade
bir dille yazılacağını ifade etmiştir. Şinasi Bey gerek Tercüman-ı
Ahvâl ve gerekse daha sonra çıkardığı Tasvîr-i
Efkâr gazetelerine yazdığı yazılarında oldukça
açık ve sade bir dil kullanmış ve Türk nesir dili içinde bir de "gazete
dili" anlayışının doğmasına vesile olmuştur.
Gramer Çalışmaları: Bizde
Osmanlı Türkçesini konu alan dilbilgisi kitaplarının ilki Bergamalı Kadri'nin
1530'da yazdığı Müyessiretü'l-Ulûm adlı
eseridir. Türkçenin Türklere mekteplerde okutulup öğretilmesi ilk defa bu
yıllarda gündeme gelmiştir. 1847 yılında hazırlanıp Maarif Nezaretince kabul
edildiği hâlde yazarı Abdurrahman Fevzi Efendinin Mikyâsül-Lisân
Kıstâsül-Beyân adlı gramer kitabı kısmen Batılı
gramer anlayışını Türkçe için uygulamış olması sebebiyle Türk gramerciliğinde bir
merhaledir.
Cevdet Paşa ve Fuad
Paşa'nın birlikte yeni dil anlayışıyla önce Medhal-i
Kavâ'id adıyla hazırladıkları ve sonra Kavâid-i
Osmâniyye adıyla neşredilen ilk dilbilgisi kitabıdır ki
eser Kavâ'id-i Türkiyye adıyla
yeniden basılmıştır. Abdullah Ramiz Paşa'nın Emsile-i
Türkiyye'si, Ali Nazîmâ'nın Muhtasar
Lisân-ı Osmânî adlı dilbilgisi kitabı bu alanda
yapılmış önemli çalışmalardandır.
Sadeleşme Çalışmaları: Eğitim
kurumlarındaki dil eğitiminin dilde sadeleşme çalışmalarına katkısı olmuştur. Bazı
yazar ve edebiyatçıların dilin sadeleşmesi hakkında özel gayretleri ayrı bir
önem taşır.
Şinasi: Şinasi
Bey "gazete dili"ni kurmuş olması yanında Tanzimat döneminin dilini
nazım ve nesir alanında ilk temsil eden kişidir. Tercüme-i
Manzûme adıyla Fransız şairlerinin şiirlerinden
yaptığı tercümeler, Şair Evlenmesi adlı
yenileşme dönemi edebiyatının da önemli temsilcisi olan tiyatro eseri, kendi
şiirlerini topladığı Müntahabât-ı Eşâr,
bilinçli bir şekilde Türk atasözlerini ilk defa bir araya toplayan Durûb-ı
Emsâl-i Osmâniyye ve Tercüman-ı
Ahvâl ile Tasvîr-i Efkârda çıkan
dil ve edebiyat konularında yazdığı makaleleri Şinasi'nin bilinen eserleridir.
Şinasi'nin eserlerinde kullandığı dil asrına göre oldukça yenidir.
Şinasi'nin
yenilik hareketi içindeki önemi, onun büyük edebî eserler yazmış ya da yeni bir
edebî dil oluşturmuş olmasından değil, özellikle gazetelerinde yazdığı
yazılarında küçük ve kısa haberleri çok düzgün biçimde anlaşılır ve sade bir
dil ile yazmış olmasından gelir. Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi
aydınları etkileyip yetişmelerine zemin hazırlamasıyla Tanzimat anlayışının
sonraki edebiyat kuşaklarına geçmesine de zemin hazırlamıştır. Bu
bakımdan onun yenileşme dönemi için yaptığı en önemli şey, kendisinden sonrakilere açtığı
çığır olmuştur.
Namık Kemal: Şinasi'nin
açtığı yolda Tanzimat sonrası edebî dili asıl işlemeye başlayan Namık Kemal olmuştur.
Şinasi'nin Avrupa'ya gidişine kadar Tasvîr-i Efkâr’da onun
yanında bulunmuş ve bir nevi Şinasi'nin çırağı olmuştur.
Namık
Kemal'in dil ve özellikle Türkçe ile ilgili görüşleri, edebiyat görüşlerine de
yer verdiği "Lisân-ı Osmânînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı
Şâmildir" başlıklı yazısında bulunmaktadır. Burada meselenin teorik
boyutları üzerine durur ve bazı önerilerde bulunur. Mevcut yapıdan ve durumdan
Türkçeye geçmek için ileri sürdüğü beş öneri, öz olarak şunlardır:
1.
Mevcut gramer
kitapları düzeltilmeli ve herkesin faydalanacağı bir yaygınlığa
kavuşturulmalı.
2. Türkçeye
mahsus mükemmel bir sözlük hazırlanmalı.
3.
Galat-ı meşhur denilen
yaygın kullanılan kelimeler ve ibareler asli şekillerine tercih edilmelidir.
4.
Mevcut eserlerin
doğal anlatıma sahip olan makalelerinden tertip edilen ve karşılaştırmalı bir
antoloji hazırlanmalı, bunlar okullarda okutulmalıdır.
5. Dilimize
ait bir belâgat kitabı hazırlanmalıdır.
Ziya Paşa: Şinasi'nin
yanında ikinci kişi Ziya Paşa'dır, ancak o kültür tarihimizde daha çok edebî ve
siyasi kimliğiyle yer alır. Ziya Paşa görüşlerini Hürriyet
gazetesinde neşrettiği "Şiir ve
İnşâ" makalesi ile manzum olarak yazdığı "Harâbât mukaddimesi"nde
edebiyat çerçevesinde ortaya koymuştur.
Ahmet Mithat Efendi: Tanzimat
devrinin amaçladığı dilde sadeleşme ve yenileşme hedefine en çok yaklaşan isim
Ahmet Mithat Efendi olmuştur. Onun dilin sadeleşmesi noktasında hedeflediği
merhaleye varmasında elbette ki seçtiği konuların ve şahısların halk
kitlesinden olmasının da büyük rolü olmuştur. Eserlerinde çağdaşlarına göre
onun doğrudan dil konusunu işlediği yazısı Dağarcık'ta neşrettiği
"Osmanlıca'nın Islahı" başlıklı yazısıdır.
Dil konusundaki
görüşlerini kendi çıkardığı Tecüman-ı Hakîkat gazetesine
yazdığı yazılarda da sürdürmüştür. Burada ilköğretim için yazdığı ve imla
konuları üzerinde durduğu yazılarını Medrese-i
Süleymaniyye Rehnümâ-yı Muallimîn adlı eserinde bir
araya getirmiştir.
Ali Suavî: Özellikle
gazetecilik dilinin sadeleşmesi için çaba harcamıştır.
Tanzimat
nesli içinde Şinasi, Namık Kemal, Ahmet Mithat ve Ali Suâvi dışındakiler, dil
konularından çok edebî konular üzerinde durmuşlar; edebiyatın zenginleşmesi,
yenileşmesi ve gelişmesi için uğraşmışlardır.
Recâîzade Mahmud Ekrem,
Abdülhak Hamid, Muallim Naci: Recâîzâde'nin asıl
önemi, Şinasi-Namık Kemal çizgisinin Abdülhak Hamid'e ulaşmasını sağlayan
köprü olmasından gelir. Servet-i Fünûnu
çıkarıp "Servetifünûn Nesli"nin doğmasına da vesile olmuştur. Araba
Sevdası adlı romanı, edebiyatımızda toplumsal hicvin
ilk örneklerinden olmak yanında, sade dilin edebiyat eserinde tatbik edildiği
önemli örneklerden de birisidir. Manzumelerinde kullandığı dil yenidir ama
sade değildir. Ta'lîm-i Edebiyat adlı
kitabı bir nevi edebiyat tarihi olarak hazırlanmış fakat tamamlanmamış ders
kitabıdır.
Dil hakkında; Osmanlıcanın
gelişmesi için bağımsız bir dil olarak değerlendirilmesini Arap ve Fars
kurallarıyla karıştırarak buna Kavâid-i Osmaniyye demek gerektiğini söyler. Türkçenin
Osmanlıca diye adlandırılması gerektiğini ifade ederek başından beri sade
Türkçe ve Türkçenin istiklali anlayışını benimseyen Ali Suavi, Süleyman Paşa ve
Şemsettin Sami gibi aydınlardan farklı bir noktada, diğer Tanzimat nesli gibi
müteredditler safında yer alır.
Abdülhak Hamit, manzum
ve mensur bütün eserleriyle Namık Kemal ile başlayan yenilikçi edebiyat anlayışının
ulaştığı son noktadır.
Muallim Naci,
devrinde sade nesrin en güzel örneklerini vermiştir. Şiirlerinde görünüşte
eskiden kopmamış gözükür ancak anlayış olarak daima yeniye açıktır. Tanzimat
neslinin son halkası Abdülhak Hamit ve Naci gelecek neslin, Tevfik Fikret,
İsmail Safa ve Nabizade Nazım gibilerin ilk halkası durumundadır. Onun
yenileşme dönemi için esas önemi, Lügat-ı Naci adlı
sözlüğü, Mekteb-i Edeb adlı
okuma kitabı, sahasının bizde en iyi eseri olan Istılâhât-ı
Edebiyye adlı belâgat kitabı ve değişik dergi ve
gazetelerde yazdığı gramer ve Türkçe konulu yazılarını topladığı İntikâd
adlı kitabından gelir.
Tanzimat neslinin dil anlayışındaki
yenilikleri şu şekilde sıralanabilir:
a.
Kelime ve
tamlamalarda
b.
Cümle ve ifade
biçimlerinde
c.
Nesirde seci
anlayışında
ç. Edatların kullanımında
d.
Nesirde yazıya
başlamadan önce ağır ve bazen Arapça giriş yapma alışkanlığında
e.
Konuşma üslûbunun
yazıda kullanılmasında
f.
İmlayla ilgili olarak noktalama
işaretlerinin kullanılmasında
Dilde Yenileşme Tartışmaları:
XIX. yüzyılın sonlarına doğru dilde yenileşme
hareketi üç temel nokta esas alınarak gelişmeye devam etmiştir. Milliyetçilik,
İslâmcılık, Osmanlıcılık gibi düşünce tarzlarına mensup kimseler, siyasi
düşüncede ve dil anlayışlarında farklı tavır sergileyebilmişlerdir. Mehmet Akif'in Ömer Seyfettin ve
arkadaşlarıyla sade lisan anlayışında, Süleyman Nazif ile Tevfik Fikret'in
süslü ve ağdalı edebî dilin devamı anlayışında buluşmaları örnek olarak
zikredilebilir. Bu üç temel dil anlayışı şunlardır:
1.
Türk dilinden yabancı
kurallarla birlikte yabancı kelimeleri de atmak düşüncesinde olanlar; siyasi
düşünce bakımından Türkçüler denen bu grup "Tasfiyeciler" olarak
anılmışlardır.
2. Hiçbir
müdahaleyi kabul etmeyerek dili olduğu gibi bırakmak düşüncesinde olanlar.
3.
Dilden yabancı kuralları atmak ama
kelimelere dokunmamak düşüncesinde olanlar. Bu gruptakiler de "Yeni
Lisancılar" olarak anılmışlardır.
Ahmet Vefik Paşa: Ahmet
Vefik Paşa, yenileşmeyi Batı’dan alınan değerlerin milli değerlerle kaynaştırılmasında
görmüş, "Türkçülük" akımınının öncülüğünü yapmıştır. Şecere-i
Türkîyi Doğu Türkçesinden Batı (İstanbul) Türkçesine
aktardı. Eserleri: Lehçe-i Osmanî,
Müntehabât-ı Durûb-ı Emsâl,
Hikmet-i Târîh,
Şecere-i Türkî, Fezleke-i Târîh-i Osmanî .
Dil ve tarih
sahasındaki çalışmaları Ahmed Vefik Paşa'ya memleketimizin en eski hatta ilk
Türkoloğu olmak sıfatını kazandırmıştır.
İlmî
alanda Ahmet Vefik Paşa'nın başlattığı Türkçülük anlayışına uygun çalışmalar,
askerî alanda da Süleyman Paşa'nın çabalarıyla yürütülmüştür. Süleyman Paşa; Tarih-i
Âlem (Dünya Tarihi), Esmâ-yı
Türkiyye (Türk İsimleri), Sarf-i
Türkî adıyla Türkçenin gramerine ait bir kitap
telif etti.
Şemseddin Sami: Şemseddin
Sami,Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat’ı yazmıştır. Muharrir,
Aile ve Hafta mecmualarında
halkı bilgilendirmeye çalışmıştır. Okuma ve yazma kitapları neşretmiştir.
Bunlar Küçük Elifba, Yeni Usûl-i Elifba-i Türkî,
Nev-usûl Sarf-ı Türkî, Kırâat-i Türkiyye ve
Nev-Usûl Nahv-i Türkî adlı
eserleridir. Bunlardan başka Kamus-ı Fransevî, zamanında,
Fransızcadan Tükçeye lügatlar arasında en mükemmeli olarak kabul edilmiştir. Kâmûs-ı
Türkî'si ise, devrinde Türkçeyi temel alan ve
Türkçede halkın kullandığı yaygınlık kazanmış kelimeleri Türkçeleşmiş sayan
bir anlayışla tertip edilmiş ve hâlâ öneminden bir şey kaybetmemiş temel
sözlüklerimiz arasındadır. Zamanında bir nevi İslam ansiklopedisi vazifesi
görmüş olan Kamusül-A'lâm, günümüzde
bile bilimsel çalışmalar için temel bir kaynaktır.
Şemseddin Sami,
dilimizdeki Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçenin gramer kurallarına
uydurulması gerektiğini, Türkçe karşılıkları bulunan ve konuşma dilinde
kullanılmayan kelimelerin dilden çıkarılmasını, İstanbul Türkçesinin ıslah
edilmesiyle oluşacak edebî dilin zamanla bütün Türklerin kabul edebileceği genel
bir dil hâline gelmesini istemiştir.
SERVET-İ
FÜNÛN TOPLULUĞUNUN DİL ANLAYIŞI VE YAPILAN TARTIŞMALAR
Tanzimat'ın ilk
yıllarından beri yenileşme anlayışı etrafında oluşturulmaya çalışılan sade
lisan fikri, Servetifünuncular, Tanzimat neslinin oluşturduğu yeni ortamda
kendilerine yeni bir sanat dili kurma gayreti içine düşmüşlerdir.
Hemen belirtmek
gerekir ki bu sanatçılar arasında da tam bir görüş birliği bulunduğunu
söylemek zordur. Nesirde Halit Ziya (Uşaklıgil), nazımda Tevfik Fikret kendilerine
mahsus özellikleriyle bu neslin öne çıkan isimleri olmuşlardır. Hüseyin Cahit
(Yalçın) ve Ahmet Hikmet (Müftüoğlu) sade dil kullanmışlardır. Mehmet Rauf, Nabizâde Nazım, Cenap Şehâbeddin, Hüseyin
Siret, Hüseyin Suat ve Ali Ekrem, bir taraftan yer yer sade konuşma dilini
yazıda kullanmayı denerlerken diğer taraftan yazıda bulunmayan Arapça ve
Farsça kelimeleri sözlüklerden çıkarıp, yeni kelimeler ve birleşikler
yaratarak, Türkçe cümle ve ifade biçimlerinde değişiklikler yapmışlar. Nazımda
şekil değişikliği de yapmışlardır.
Tevfik
Fikret'in doğrudan dil konulu yazısı Servet-i Fünûn dergisinde yazdığı
"Tasfiye-i Lisan" makalesidir. Fikret bu yazısına, son zamanlarda
bazı ediplerin ön ayak olmasıyla yazı dilinin halka doğru yöneldiğini ifade
eder ve sevinçle karşılar.
Servet-i Fünûnda
"Kâri'lerime Mektuplar" başlıklı yazısında Halit Ziya, ateşli
sadeleşme ve Türkçeleşme taraftarlarına karşı bir müdafaa adamı
görüntüsündedir. Hatta Servet-i Fünûn dergisinde
"Servet-i Lehçe" başlıklı yazısında, yeni lisan anlayışıyla taban
tabana zıt görüşlerini belirtir, sadeleşmeye karşı gelmekten çok bir üslûp
ustasının yaratıcılığının sınırlandırılması endişesi vardır.
Servet-i
Fünûncuların Dil Anlayışına Karşı Görüşler: Halit
Ziya ve Cenap Şehâbeddin'in şahsında Servet-i Fünûn'un kullandığı dile itiraz edenler vardır. Edebiyat
tarihimize "Dekadanlar" olarak geçen Sabah gazetesindeki yazısında
Ahmet Mithat
Efendi en sert tepkisini ortaya koymuştur. Ebuzziya Tevfik ve Manastırlı Rıfat
sade dil anlayışını savunmuşlardır. Mehmet Emin (Yurdakul) Beyin "Türkçe
Şiirler" adıyla basılan sade Türkçe şiirleri edebiyat çevrelerinde ilgi
uyandırdı.
II. Meşrutiyetten Sonraki Dil Tartışmaları: II.
Meşrutiyet'ten sonra sade dil ve Türkçecilik hareketi için amaç ve tüzüğünde
önemli/ programlı hedefleri olan esaslı girişimleri şöyle özetlemek mümkündür:
•
Türk Derneği
kurularak kendi adında bir dergi ile dil ve folklor tarihi bakımından önemli
kimi faaliyetler
•
Ömer Seyfettin'in
önderliğinde Genç Kalemler dergisi ve Yeni Lisan
•
Ziya Gökalp ve
faaliyetleri
•
Türk Yurdu dergisinin faaliyetleri
Türk Derneği ve Çalışmaları: Necip
Asım, Ahmet Mithat, Ahmet Hikmet (Müftüoğlu), Ispartalı İsmail Hakkı, Rıza Tevfik
(Bölükbaşı), Fuat Köseraif ve Veled Çelebi (İzbudak) vb. Türk Derneği'ni
kurdular. Dört yıl kadar sonra dernek dağıldı. İçlerinde "Tasfiyeci",
"Fesahatçi" ve "Sadeleşmeci" taraftarı olmak üzere her dil
anlayışını benimseyen kimseler bulunmaktaydı. Derneğin Türk dili için asıl
hizmeti, yedi sayı çıkabilmiş olan Türk Derneği dergisi olmuştur. El-kitâbu
Lugatit-Türkiyye (İbnü Mühennâ) ve Sarf-ı
Tahlîlî-i Lisân-ı Türkî (Anton Tıngır) adlı
eserleri yayımlamışlardır.
Fecr-i Âtî Topluluğunun Dil
İle İlgili Görüşleri: Servet-i Fünûnculara
benzer şekilde Fecr-i Âtî topluluğunun da sadeleşmeye karşı olup kendi sanat
anlayışlarına bağlı bir dil kullanmışlardır. Bu topluluğa mensup olduğu halde Refik
Halit'in sade dilli yazmışlardır. Bu topluluğun dışında olarak Halide Edip,
Yakup Kadri sade dille yazmışlar.
Yeni Lisan ve Ömer Seyfettin:
Türkçenin yenileşme serüveni içinde şüphesiz
en önemlisini, Ömer Seyfettin'in öncülüğünde Selanik'te çıkarılan Genç
Kalemler dergisinde, 11 Nisan 1911 sayısından itibaren “Yeni Lisan” başlığı altında yayımlanan seri
makalelerle sistemleştirilmiş olan yenileşme Türkçeleşme hareketi alır. Ömer
Seyfettin sade dil anlayışının bir program hâlinde sistemleştirilmesine öncülük
etmekten başka Türkçe için bizatihi yazdıkları da sade lisanın örnekleridir.
Daha
sonra sade lisan anlayışını benimsemiş olmakla beraber Fuat Köprülü ve Yakup
Kadri yeni lisan hareketine itiraz etmişlerdir. Yeni Lisan makalelerinin 7.si,
İstanbul'da yeni çıkacak olan Muhîtü'l-Ma'arif mecmuasına
gönderilen ve içinde 14 maddelik bir ilmî programı ihtiva eden lâyihanın Genç
Kalemler'de yayımlanan suretidir. Tahrir
Heyeti imzasıyla ancak Ziya Gökalp'in notunu taşıyan
bu programın maddelerinin özü şöyledir:
*
Arapça ve Farsçaya ait gramer kurallarının kullanılmaması ve bu kurallarla
yapılan tamlamaların -kimi istisnalar dışında- kaldırılması
*
Arapça kelimelerin, gramerce, asıllarına göre değil, Türkçedeki kullanışlarına
göre değerlendirilmesi
*
Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçede söylendikleri gibi yazılmaları
*
Bütün Arapça ve Farsça kelimelerin atılmasına lüzum olmadığından, ilmî terim
olarak Arapça kelimelerin kullanılmasına devam edilmesi
*
Diğer Türk lehçelerinden kelime alınmaması
*
Konuşmada İstanbul şivesinin esas tutulması
Ziya Gökalp ve Yeni Lisan
Konusundaki Görüşleri: Ziya Gökalp, Türkçülük
idealini benimsemiş, onu bir programa ve bir sisteme bağlamış, sözü ve fiiliyle
öncü düşünürlerden birisi olmuştur. Ömer Seyfettin'den farklı olarak, sadece
dil konularıyla ilgilenmekle yetinmemiş, Türkçülüğü bütün düşünce sistemiyle,
bütün programlarıyla ortaya atmak lazım geldiğini savunmuştur. Genç
Kalemler'deki "Yeni Lisan" hareketinin başlatılmasında yeni bir İttihat
ve Terakkî üyesi olarak fiilî desteği bulunmaktadır.
Türkçülük anlayışının
ortaya konmasında, Selanik'te Ali Canip ve Ömer Seyfettin'in öncülüğünde çıkan Genç
Kalemler dergisi Ziya Gökalp için bir vesile teşkil
etmiştir. Türkçülük ve yeni lisan meselesinde düşüncesini genel hatlarıyla bir
çerçeve hâlinde çizdiği Turan manzumesinin
Genç Kalemler dergisinde yayımlanmasıyla Ziya Gökalp, imparatorluğun fikrî coğrafyasındaki
yerini aldı.
1912 yılında
faaliyete geçen Türk Ocağı bu hareketin merkezi olarak kuruldu. Ocak, daha çok
bilimsel Türkçülüğün yayın organı görünümünde olan Türk
Yurdu adında bir dergi çıkarmaya başladı. Ayrıca
görüşlerini halka ulaştırmak için de Halka Doğru
ve Türk Sözü
adlı dergileri çıkardılar. 1917 yılında İttihat ve Terakkî'nin desteğiyle Ziya
Gökalp ve arkadaşları tarafından çıkarılan Yeni
Mecmua ile birlikte bu yayınlar Türkçük
taraftarlarının merkezi hâlinde sade Türkçe ile millî edebiyat anlayışının ve
milliyetçilik fikirlerinin yaygınlaşmasında önemli rol oynamışlardır.
Türkçülüğün
Esasları kitabının "Dilde Türkçülük"
bölümünde görüşlerini "Dilde Türkçülüğün Prensipleri" başlığı altında
şu şekilde toplamıştır:
1. İstanbul
halkının ve bilhassa İstanbul hanımlarının konuştukları gibi yazmak.
2. Halk
diline geçip söyleyiş ve mana bakımından galatât adını alan Arapça ve Farsça
kelimelerin bozulmuş şekillerini Türkçe saymak ve imlalarını da yeni
söyleyişlerine uydurmak.
3. Yerlerine
yeni kelimeler konulduğu için, fosil haline gelen eski kelimeleri diriltmemeğe
çalışmak.
4. Yeni
terimler aranacağı zaman, ilkin halk dilindeki kelimeler arasından aramak;
bulunmadığı takdirde Türkçenin işlek edatlarıyla ve işlek terkip ve çekim
usûlleriyle yeni kelimeler yaratmak.
5. Türkçede
Arap ve Fars dillerinin ne sigaları, ne edatları, ne de terkipleri dilimize
sokulmamak.
6. Türk
halkının bildiği ve kullandığı her kelime Türkçedir.
7. İstanbul
Türkçesinin ses düzeni, ek ve kökleri ile cümle yapısı, yeni Türkçenin temelidir.
8. Kelimelerin
manaları, köklerini bilmekle anlaşılmaz.
Ziya Gökalp görüldüğü
gibi, fesahatçılara olduğu gibi tasfiyecilere de karşıdır. İkinci Meşrutiyet
sonrası, Yeni Lisan hareketiyle başlayan ve 1932'ye kadar süren bu devre,
sadeleşme hareketinin müdahalesiz, gönüllü bir gelişme olarak süregeldiği
doğal bir yenileşme devresidir.
Yeni Türkçe olarak da nitelendirilen
bu devrede üç farklı görüş bulunmaktadır:
a
"Fesahatçılar":Süleyman Nazif gibi eski ve süslü üslûba bağlı
ediplerin ısrar ettikleri "Osmanlıca"
b.
Türkçülerin temsil
ettiği ve Ziya Gökalp'in sistemleştirdiği "Türkçeleşmiş Türkçe"
anlayışını esas alan "sade lisan"
c.
Fuat Köseraif'in
öncülüğünü ettiği "Türkçede yabancı unsur bırakmayacağız, her şeyi
Türkçeleştireceğiz" diyen "tasfiyecilik" akımı
Bu
üç anlayış, Türkçülerin hâkimiyeti altında 1932 yıllarına kadar devam etmiştir.
Bu yıllardan sonra Türkçe, bir devlet adamı olarak Atatürk'ün bizzat ilgisi ve
müdahalesiyle "Tasfiyecilik" veya "Öztürkçecilik"
istikametinde gelişmeye zorlanmıştır. Yeni kurulan devlet düzeni içinde
Millîleşme anlayışına katkı sağlamak için kararlı bir inkılapçı olarak Atatürk
de tasfiyecilik hareketini benimsemiş ve bu ilgisi 1935 yıllarına kadar sürmüştür.
Kendisinin bir takım tecrübelerden sonra "Dilde ve musikide inkılap olmaz,
anlaşıldı." cümlesinde ifadesini bulan dili tabii gelişme seyrine bırakma
düşüncesine rağmen dilde tasfiyecilik anlayışı, onun ölümünden sonra da
uydurmacılık veya Öztürkçecilik hareketi halinde devam etmiştir.
ALFABE TARTIŞMALARI VE HARF
İNKILABI
Türkler,
VIII. yüzyıldan başlayarak Şamanizm, Budizm, Brahmanizm, Hıristiyanlık,
Manilik, Musevilik, İslamlık gibi değişik dinlerin ve Hint, Çin, Arap ve batı
gibi çeşitli kültür çevrelerinin etkisiyle birbirinden farklı 17 değişik
alfabe kullanmışlardır.
Alfabe değişikliklerinin gerekçeleri üç
maddede toplanabilir:
1.
Din değiştirme
2.
Sosyal ve siyasal
durum değişikliği
3.
Farklı kültür ve
medeniyet ortamına geçme
Alfabe
değişikliğini hazırlayan süreç XIX. yüzyılın ikinci yarısında başlamıştır ve
yapılan tartışmaları iki başlık altında toplamak mümkündür:
a.
Batılılaşma
b.
Yazının yetersizliği
Türkçenin Latin alfabesiyle tanışması Codex Cumanicus'a (XIII.
yüzyıl) kadar uzanmaktadır.
Tartışmalar ve Yeni
Çalışmalar: Tanzimat sonrasında önemle üzerinde durulan
konulardan birisi de yazı sisteminin ıslah edilmesi olmuştur. Bu konuyu ilk
defa ele alan Ahmet Cevdet Paşadır. Kavaid-i Osmaniyye
adlı gramer kitabında Türkçede bulunup da mevcut alfabede karşılığı olmayan
seslerin belirtilmesi için bir yol bulunması gerektiğini vurgulamıştır.
Benzer hususlar,
bundan on yıl kadar sonra, Münif Paşa tarafından da dile getirilmiştir. Münif
Paşa, bizde beş yüz cins harfi bulan harf karakterleri yüzünden (hâlbuki Batıda
bu sayı otuz-kırk civarındadır) kitap basmanın başlı başına bir müşkilâtlı iş
olduğunu belirttikten sonra, ilim ve fennin önündeki bu engelin kaldırılması
için iki yol gösterir:
a.
Harflere hareke ve
işaret koymak
b.
Kelimeleri, harfleri
bitiştirmeden (hurûf-ı munkatıa veya hurûf-ı munfasıla ile) ayrı ayrı yazmak.
Mirza Fethali Ahundzade İslam
dünyasındaki geri kalmışlığın tek sebebini okur yazar sayısının azlığında görmüş,
bu azlığın sebebi olarak da kullanılan Arap harflerini göstermiştir. Ahundzade,
konuyla ilgili tasarısını Cemiyet-i İlmiyye-i Osmaniyye'ye göndermiştir.
Bu konuyla ilgili II.
Meşrutiyete (1908) kadar yapılan tartışmalarda iki fikir hâkim olmuştur. Biri,
harflerin okuma ve yazmada karışıklığa yol açan aksaklıklarını giderecek
şekilde düzenlenmesi düşüncesi, ikincisi ise yabancı bir alfabenin (Latin,
Latin-İslav, Ermeni) kullanılmasıdır. Eski Türk alfabelerinden Göktürk veya
Uygur alfabelerinin kullanımı da önerilmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk ve
Latin Harfleri: Mustafa Kemal Atatürk, 1916 yılında
kendisine gösterilen Gy. Nemet'in Turkische Grammatik adlı
kitabındaki Arap harfleriyle alınan parçaların Latin harfleriyle ve fakat Yunan
alfabesine dayanan karşılıklarını görünce, Türkçe için düşünülen alfabenin
böyle harflerin üzerine konan işaret külfetinden ve yabancı izlerden uzak
olacağını belirtmiştir.
Mustafa
Kemal Paşa'nın emriyle yeni bir Dil Heyeti resmen
kurulmuştur. “Bütün alfabeleri bir araya getirerek Türkçenin ihtiyaçlarına
cevap verecek harfleri hepsinden seçmek” ilkesi benimsendi ve Avrupa'da
kullanılan bütün alfabeler incelendi, yeni Türk alfabesi oluşturuldu.
Sarayburnu Açıklaması: Aylar
süren çalışmalardan sonra, tasarlanan Türk alfabesi halka açıklandı. Atatürk,
bundan sonra çıktığı gezilerde yeni Türk harflerini tanıtmak için büyük çaba
göstermiş, bizzat öğreticilik ve önderlik etmiştir.
23 Ağustos 1928 günü Ertuğrul yatıyla
Tekirdağ'a, 1 Eylül 1928'de Çanakkale-Arıburun'a, 2 Eylül Gelibolu'ya, 14
Eylül'den sonra da Karadeniz ve İçanadolu seyahatlerine çakmış ve uğradığı her
yerde beldenin resmî görevlilerini, ileri gelenlerini, halkını yeni harfleri
öğrenmeye teşvik etmiştir.
Alfabe değişikliğinden sonra, 1932
yılında kurulan Türk Dil Kurumu çatısı altında gerçekleştirilen ve Atatürk'ün
sağlığında toplanan Türk Dil Kurultayları, Güneş Dil Teorisi ve onun ölümünden
sonra hız kazanan Öztürkçe akımı ve bu çerçevede yapılan çeşitli çalışmalarla
sistemli bir dil planlaması şeklinde yürütülen Dil İnkılabı (Devrimi),
şiddetli tartışmaların yaşandığı yepyeni bir dönemin başlangıcıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder