1 Şubat 2013 Cuma


18. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI                                                                                       4. ÜNİTE

HİNT ÜSLUBUNUN SON BÜYÜK ŞAİRİ ŞEYH GALİP
18. yüzyılda hemen her şair üzerinde farklı düzeylerde ve farklı özellikleriyle etkili olan Hint üslubu; Şeyh Galip, Arpaeminizade Samî ve Halepli Edip dışında önemli bir temsilci yetiştirememiştir. Şeyh Galip, Sebk-i Hindî'nin Türk şiirindeki son büyük temsilcisi olmanın yanı sıra aynı za­manda bu üslubu şiirlerinde en iyi ve en fazla yansıtan şair olarak da kabul edilmektedir.
HAYATI: Asıl adı Muhammet Esat olan Şeyh Galip’in doğumuna "eser-i aşk" terkibiyle tarih dü­şürülmüştür. Galip'in babası Mustafa Reşit Efendi, Mela­miliğe bağlı bir Mevlevi'dir. Babasının da şiir yazdığı ve Galip'in şair olarak yetişmesinde önemli roller üstlendiği bilinmektedir. Galip, Hüsn ü Aşk adlı eserinde, babasından uzun uzadıya söz etmiş ve şiirde "pîr" yani Mevlana tarzını ondan öğrendiğini söylemiştir. İlk eğitimini babasından alan Şeyh Galip, ondan Tuhfe-i Şahidî'yi (Muğlalı İbrahim Şahidî Dede'nin yazdığı Türkçe-Farsça manzum bir sözlük.) okumuş, bazı ho­calardan Arapça ve Farsça dersler almıştır. Şair, bir dizesinde, "gülzâr-ı sü­handa gül-i hod-rûy"yani "sözün gül bahçesinde kendiliğinden yetişen bir gül" olduğunu söylemiştir.  Onun yetişmesinde daha çok Galata Mevlevihanesi  şeyhlerinden  Aşçıbaşı Hüseyin Dede'nin ve Hoca Neşet tarafından oluşturulan edebî ortamın büyük katkısı olmuştur. Özellikle Hoca Neşet, çok genç yaşta şiir söylemeye baş­layan Galip'le yakından ilgilenmiş ve yazdığı bir mahlasname ile onun önceden beri kul­landığı Esat mahlasını kutlamıştır. Bir yandan Hoca Neşet'ten Farsça, bir yandan da Hamdi Efendi'den Arapça dersleri alan şair, devam ettiği mevlevihanede çeşitli alanlarda ve bu arada edebiyat ve musikide de bilgisini geliştirme imkânı bulmuştur.
Gençlik yıllarında Neşet, Pertev ve Nesip Dede'ye; önceki devirlerde yaşamış büyük şahsiyetlere nazireler yazan Şeyh Galip, bu dönemde Fuzulî, Hayalî, Nefî, Nabî ve Ne­dim gibi şairlerin yolundadır. Ancak Hoca Neşet'in de tavsiyesiyle Sebk-i Hindî'nin Fars şiirindeki en önemli temsilcile­rinden Şevket-i Buharî'yi okumaya başlamıştır. Bu dönem, onun sanat hayatında bü­yük kırılmaların olduğu bir dönemdir. O, daha önce yazdığı şiirleri beğenmemeye baş­lamış, hatta onlardan kurtulmak veya aynı mahlası kullanan diğer şairlerle karıştırılma­mak için, belki de kendisindeki bu büyük değişimi göstersin diye mahlasını değiştirmiştir.  'Galip' mahlasını benimsemesi de bu dönemde olmuştur.
1791 yılında Şeyh Galip, Konya asitanesi (Mevlevilerin 1001 gün süren ve adına çile dedikleri manevi eğitim süreçlerini tamamladıkları Mevlevihane.) şeyhi Mehmet Emin Çelebi tarafından Galata Mevlevihanesine şeyh olarak atanmış; atanır atanmaz da padişaha bir kaside yazarak onu tekkenin bakımsızlığından haberdar etmiş ve onarılması rica­sında bulunmuştur.
Hem Mevlevi muhitinde hem de edebiyat çevrelerinde sevilen ve kabul gören şa­irin saray ile ilişkileri de ileri düzeydedir. Galip, Sultan Selim tara­fından mesnevihan atama yetkisiyle yetkilendirilmiştir.
Şair, 1794-1795'te annesini, ondan bir yıl sonra da yakın dostu Esrar Dede'yi kaybetmiştir. Esrar Dede'nin ölümü üzerine mersiye yazmıştır.
Şairin henüz kırk iki yaşın­dayken vefat etmesi, onu sevenleri derinden sarsmış ve ölüm sebebiyle ilgili çeşitli rivayet­ler ortada dolaşmaya başlamıştır.
ESERLERİ
Divan: İlk defa, yakın arkadaşı Pertev tarafından tertip edilmiştir. Galip'in bu tertipten sonra yazdığı şiirlerle divanın hacmi genişlemiştir. Şeyh Galip Divanının Türkiye'deki kütüphanelerde otuzdan fazla yazma nüshası bulunmaktadır. Eser, ilk olarak Kahire Bulak Matbaası'nda eski harflerle basılmıştır. Bu baskıda, divanın yanı sıra Hüsn ü Aşk mesnevisi de yer almaktadır. Ayrıca İstanbul'da Şeyh Galip, Divan ve Hüsn ü Aşkından Müntehab Parçalar adıyla eski harfli bir baskı daha yapılmıştır. Divan üzerinde Muhsin Kalkışım ve Abdulkadir Gürer doktora ça­lışması yapmış; eser, yeni harflerle Naci Okçu ve Muhsin Kalkışım tarafın­dan yayımlanmıştır.
Hüsn ü Aşk: Şeyh Galip, bu eserini altı aylık bir süre­de yazmıştır. Birçok defa yeni harflerle de basılan eser, son olarak Muhammet Nur Doğan tarafından yayımlanmıştır.
Şerh-i Cezire-i Mesnevi: Mevlevi dedelerinden Yusuf Sineçak'ın Cezire-i Mesnevi adlı eserinin şerhidir.
es-Sohbetü's-Safiyye: Bu eser, Mevlevi şeyhlerinden Köseç Ahmet Dede'nin er-Risaletü'l-Bahriyye fî-Tarikati'l-Mevleviyye adlı Arapça eserine yazılmış Arapça bir talikattır.(Talikat: Bir eserin kenar kısımlarına açıklayıcı notlar düşmek veya aynı amaçla ayrı bir eser yazmaktır).

ÜSLUP ÖZELLİKLERİ
Her şair gibi Şeyh Galip'in de başta Mevlana olmak üzere kendinden önceki büyük şa­irlerden  istifade ettiği, hatta bazılarına nazireler yazdığı bilinmektedir. Şiirlerine nazire veya tahmis yazdığı şahsiyetler arasında Fuzulî, Hayalî, Nefî, Sabit, Nabî, Nedim, Nahifî ve Münif gibi şairler öne çıkmaktadır. Şiirlerinde Ruhî-i Bağdadî ile Nevizade'den bahsetmesi ve Koca Ragıp Paşa'nın Münşeatından söz etme­si, onun bu şairleri de okuduğunu göstermektedir. Galip'in bütün bu farklı sanatçıların  üs­luplardan beslenerek kendi kişisel üslubunu oluşturduğunu,  Nefî'den başlayarak XVII ve XVIII. asır şairlerinin hemen hepsini farklı dü­zeylerde ve farklı yönleriyle etkileyen Sebk-i Hindî'yi ise onun en büyük temsilcilerinden biri sayılacak kadar çok yansıttığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Divanında yer yer karşılaş­tığımız üslup bakımından farklılıklar gösteren şiirleri, ondaki bu üslup çeşitliliğini, ortaya koymaktadır. Şevket-i Buharî'yi okumaya başlayınca onun üslubunda edebî şahsiyetini bulmuştur. Bu dönem, şairin kendi ifadeleriyle "kudema tavrı" yerine "Şevketane tavır" yani "Şevket tarzı"nı, "köhne ze­min" yerine "taze zemin"i yerleştirdiği dönemdir. Onun Şevketane tavır, Şevket tarzı veya taze zemin, nev-zemin olarak adlandırdığı şey, Sebk-i Hindî'ye karşılık gelmektedir.
Şiir Dili: Gerek kişisel gerekse dönemsel üslupların tespitinde belirleyicilik özelliği taşıyan üslup ele­manları vardır. Bunlar edebî metinlerdeki dil, anlam ve sanat özellikleridir. Dil, söz konusu elemanlar içinde belirleyiciliği en fazla olanıdır. Çünkü gerek anlam gerekse sanat ancak dil aracılığıyla ortaya konabilmektedir.
Şeyh Galip, şiir ve şair üzerine düşünen ve bu düşüncelerini, hem divanında hem de Hüsn ü Aşk mesnevisinde çeşitli vesilelerle ifade eden bir şairdir. O, adı geçen mesnevisinde Nabî'yi eleştirirken şiir dilinin Farsça bir manzume gibi olup zincir­leme tamlamalarla dolu olduğunu belirtmiştir. Şairin bu değerlendirmesinden, kendisinin şiirde sade bir dil kullanmaktan yana olduğu an­laşılmaktadır. Ancak şairin buna pek de riayet etme­miş, dilde sadeliği çok az sayıdaki şiirlerinde gözetmiştir. Nedim'le karşılaş­tırıldığında Galip'in şiir dili daha ağır ve süslü bir dildir. Fakat XVIII. asırdaki diğer Sebk-i Hindî şairleriyle karşılaştırıldığında Galip'in şiir dilinin çok da ağır olmadı­ğı görülmektedir. Buna rağmen her Sebk-i Hindî şairi gibi o da yeni şiir dilini kullanmakta­dır ve bu dil birçok bakımdan klasik üslubunkinden farklı ve ağırdır.
Sebk-i Hindî şairleri sözden ziyade anlamın ve hayalin peşinde olmuşlardır. Anlam ve hayalde de yeniliği ve orijinalliği gözettikleri için dil konusunda daha fazla dikkatli dav­ranmak, zorunda kalmışlardır. Ancak Galip'in kelimeleri asırlar boyu kullanılarak bir incelik kazanmış kelimelerdir. Bilinen kelimelerle yeni anlam ve hayalleri anlatmanınsa ne kadar güç olduğu açıktır. Bu güçlüğü aşmanın iki yolu vardır: Şair yeni anlam ve hayalleri anla­tabilmek için ya birtakım yeni kelimeler ve bu kelimelerin de içinde yer aldığı yeni tamlamalar bulacak ya da eski kelimelerin anlam çerçevelerini aynı kelimelerle yaptığı yeni tamlamalarla genişletecek, değiştirecektir. Şeyh Galip, Nailî-i Kadîm'e uyarak ikin­ci yolu tercih etmiştir.
Şeyh Galip de yabancı kelimelere, Farsça  zincirleme tamlamalara ağırlık vermiştir. Birleşik isimlerin, birleşik sıfatların, soyut kavramları somutlaştıran alışılmamış bağdaş­tırmaların içinde yer aldığı tamlamalarda, anlam girift ve ulaşılması güç bir hâl almıştır. Sebk-i Hindî şairlerinin soyut kavramlara yönelmeleri ve soyut kavramları anlatabilmek için de onları somutlaştırmak zorunda kalmaları, bu tür tamlamaların fazla kullanılması­na yol açmıştır. Soyut ve somut kelimeler arasında yapılan tamlamalara izafet-i itibari (gö­rece tamlama, alışılmamış bağdaştırma) denilmektedir. Sebk-i Hindî şairlerinin çok sev­diği izafet-i itibariler aynı zamanda şaire sözü kısaltma olanağı da sağlamıştır.
Sözü kısaltmak, diğer Sebk-i Hindî şairleri gibi, Şeyh Galip'in de bir üslup özelliğidir. Bu nedenle şair, sözü uzatan birtakım söz sanatlarından uzak durmuş, onun yerine teşbih, istiare, kinaye, telmih, hüsn-i talil ve mecaz-ı mürsel gibi sözü kısaltma özelliği bulunan anlam sanatlarına ağırlık vermiştir.
Şeyh Galip, şiirlerinin genelinde ağır ve süslü bir dil kullandığı hâlde, bazı şiirlerinde, özellikle de şarkılarında sade bir Türkçe kullanmıştır. Ancak bu örnekler, onun üslubu için belirleyici olmaktan uzaktır. Bu örnekler, onun hece vezniyle bir şiir, Türkî-i Basit tarzın­da sade Türkçeyle bir gazel, Ali Şir Nevayî dilinde yani Çağatay Türkçesiyle başka bir ga­zel söylemesi gibi, divanına bir çeşni katma çabası ya da devraldığı mirastaki üslup çeşit­liliğinin yansımaları olarak kabul edilmelidir.
Galip'in şiirinde, Türkçe deyimlerin çokluğu dikkati çeker. "Bir içim su", "Ay yenisi", "Poşu saçağı" gibi ifadeler ise günlük ko­nuşma dilinin çok daha açık yansımaları olarak karşımıza çıkar.
Daha önce Nabî, Nedim ve Edip gibi birkaç şairde görülen sevgilinin güzellik unsur­larından mavi göz (çeşm-i kebûd), Şeyh Galip tarafından da kullanılmış, hatta bir gazeline redif olacak kadar şiir dilinin asli unsuru hâline gelmiştir. Bu da yaşanan gerçekliğin şiir dilindeki bir yansıması olarak kabul edilebilir.
Lafız-Anlam İlişkisi: Lafız-anlam ilişkisi üzerinde düşünen Şeyh Galip, "Lafzdan zîrâ ki ma'nâdır garaz" di­yerek, şiirde asıl olanın lafız değil, o lafzın taşıdığı anlam olduğunu açıkça ifade etmiştir. Anlamı şaraba, lafzı da kadehe benzeten şair, şarap içme eyleminde kadehin araç olması gibi, anlatma ve anlama eylemlerinde de lafzın ancak bir araç olduğunu ortaya koymuş­tur. Fakat,  lafzın ihmal edilmesinden yana olmamıştır. Galip'in lafızda aradığı en önemli özellik aşinalıktır. Çünkü o, güzel anlamın ancak aşina (=tanıdık, bilinen) lafız ile kendini göstereceğini düşünmektedir. Galip'e göre, İrem bahçesinde yabani otlara yer ol­madığı gibi, şiirde de bilinmeyen, ilk defa duyulan lafızlara yer yoktur. Anlamı muma, lafzı da o mu­mun etrafında dönen pervaneye benzeten Galip, kendi lafzının, mananın gözüne cila parıltısı verdiğini söylemiştir. Şair, lafzın anlama muhtaç olduğunu söylerken, anlamın da lafza muhtaç olduğunu be­lirtmiştir. Çünkü o, renkli anlamın lafzı ateşlendireceğine inanmaktadır.
Sözün Kısalığı: Sebk-i Hindî şairleri, az sözle çok şey anlatmaya önem verdikleri için, şiirde sözü kısaltmışlardır. Onların soyut kavramlara ağırlık vermeleri, anlamda ye­niliği ve orijinalliği gözetmeleri de, sözün kısalmasında etkili olmuştur. Anlamda yenilik ve orijinallik özelliklerinin aranması ise şairlerin hareket alanlarını iyice daraltmış, işleyecekleri konuları ve anlatacakları kavram­ları sınırlamış, hatta manzumelerin beyit sayısında bile azalmaya neden olmuştur.
Bir başka yerde, hem beş beyitlik hem de kısa aruz kalıbıyla yazdığı bir gazeli için "tengdir teng" demesi, şairin teng sözcüğüyle kısalığı ifade ettiğini göstermektedir. Fakat Galip'in şiirlerinde kısalık, beyit sayısında değil, anlamın ifade edilmesinde kendini göste­rir. Yoksa gazellerinin genelde uzun olduğu, bazılarının da kimi Mevlevi büyüklerinin öv­güsünü konu alan zeyillerle uzatıldığı görülmektedir.
Anlam sanatlarının fazla kullanılması, diğer Sebk-i Hindî şairlerinde olduğu gibi, Şeyh Galip'te de sözün kısalmasının hem sebebi hem de sonucudur. Ayrıca o, sözü uzatmanın okuyucuları usandıracağından endişe etmiş; bu endişesini de açıkça belirtmiştir.
Yeni Mazmunlar: Klasik üslubun kullandığı mazmunların zamanla klişeleşerek sıradanlaşması, Sebk-i Hindî şairlerini yeni mazmunlar bulma arayışına sokmuştur. Bu şairler, eski mazmunlar­la yeni ve orijinal anlamlara ulaşamayacaklarının farkındaydılar. Her biri çok iyi gözlemci olan Sebk-i Hindî şairleri, buldukları mazmunlarla şiirin çağrışım dünyasını hem yenile­miş hem de zenginleştirmişlerdir. Yeni mazmunlar onların yeni teşbihler yapmasına, hat­ta yeni istiareler geliştirmelerine imkân sağlamıştır. Bu, yeni ve orijinal manaları anlatma­nın yollarını açmış, ancak yeni mazmunlara aşina olmayanlar için manaya ulaşmanın yol­larını güçleştirmiş, hatta bezen tıkamıştır bile.
Galip’in, mazmun ko­nusundaki duyarlılık ve hâkimiyeti, köhne zemin olarak adlandırsa bile yine de eskilerin şiirine ilgi duymasını sağlamıştır. Galip'in şiirinde hem eski hem de kendisinin "tâze mazmûn" de­diği yeni mazmunlar yer almıştır. Fakat onun mazmunlarını anlayabilmesi için okuyucu­nun da donanım sahibi olması lazım. Aksi takdirde okuyucu, onun şiirlerini anlamakta zorlanacaktır.
Bercesteli Beyitler: Şiirlerinde deyimler kullanan Galip, bunun yanı sıra örneklendirmeye dayalı beyit yapısı içinde berceste mısra söyleme tekniğini de başarıyla kullanmıştır. Divan şiirinde başından beri varlığı bilinen, ancak XVII ve XVIII. asırlarda şairler arasında çok kullanılarak Sebk-i Hindî'nin önemli özelliklerinden biri hâline gelen bercesteli beyit yapısı içinde şairler, veci­ze gibi işlevsel mısralar söylemişlerdir
Tasavvuf ve Hayal: Başından beri ta­savvufla iç içe bir hayat süren Şeyh Galip, şiirlerinde tasavvufi konulara ağırlık vermiştir. Onun Hüsn ü Aşk adlı mesnevisi bütünüyle tasavvufu konu aldığı gibi, divanında da tasavvufi düşünce şiirin en önemli muhteva unsurlarından biridir. Şair, gerek el değmemiş özgün anlamları gerekse tasavvufi birtakım düşünceleri anlatmak için hayal unsurundan ziyade­siyle istifade etmiştir. Bu nedenle onun şiiri, imaj bakımından oldukça zengindir. Özellikle paradoksal imajlar yaratmadaki başarısı, tartışmaya yer bırakmayacak kadar açıktır.Şeyh Galip'in ha­yal unsurunu çok önemsemesi, kendisinin büyük değer verdiği Şevket-i Buharî'nin hayal ağırlıklı şiir tarzıyla da örtüşen bir durumdur.
Tezattan Uyumlu Birlikteliğe: Paradoksal İmajlar: Tezat sanatı, genellikle zıt anlamlı iki sözcüğün aynı ifadede kullanılması biçiminde ta­nımlanmıştır. Ancak tezat sanatının Sebk-i Hindî şiirindeki biçimi bu kadar basit değildir. Çünkü burada asıl olan zıt anlamlı sözcüklerin aynı ifade içinde kullanılması değil, bu sözcüklerin aynı kavram üzerinde birleşmesidir. Tezat sanatı, bu biçimiyle Sebk-i Hindî şairleri tarafından çok fazla kullanıldığı için dönemsel bir üslup özelliği olmuştur. Şeyh Galip de bu sanattan çok fazla yararlanmış ve paradoksal imajlar yaratmadaki başarısıyla benzerleri arasında öne çıkmıştır.
Şeyh Galip'te tezat sanatı, bazen zıt anlamlı sözcüklerin aynı tamlamada bir araya gel­mesi bazen de paradoksal imajlar biçiminde karşımıza çıkar. Çeşme-i mihr, çeşme-i hurşîd, ser-çeşme-i hurşîd tamlamalarında güneş bir çeşme; kulzüm-i şu'le, bahr-ı şu'lezâr tamla­malarında okyanus ve deniz bir alev yeri; mevc-i şerâre tamlamasında ise kıvılcımların bir­biri ardına gelmesi bir dalga olarak düşünülmüştür. Güneşin bir ateş topu, alev ve kıvılcı­mın da yine ateşe ait unsurlarla; çeşme, okyanus, deniz ve dalga kavramlarının ise hep su ile ilgili olduğu düşünüldüğünde, şairin burada ateş ve su arasındaki karşıtlığı âdeta yok sayarak onları aynı kavramda birleştirdiği görülmektedir.

Sâkî getir ol âbı ki âteş-hurûş ola  /  Her bir habâbı kulzüm-i dûzah-be-dûş ola
(Ey saki, ateş coşturan ve her bir kabarcığı cehennemi omuzlamış bir okyanus olan o suyu getir.)
Şairin burada bahsettiği su şaraptır. Şarap, her sıvı gibi imaj dünyasında suya karşılık gelir. Onun kırmızı rengi ve hararet vericiliği ise ateşe ait özelliklerdir. Zıtlıkları çok belir­gin olan su ve ateş unsurları, şairin zihnindeki şarap kavramında uyumlu birlikteliğe ka­vuşmuş ve çok başarılı bir paradoksal imaj ortaya çıkarmıştır.
Eşk bir sahbâ-yı âteşdir gözüm peymânesi (Gözyaşı bir ateş şarabı, gözümse onun kadehidir.)

Duyuların Uyumlu Birlikteliği: Çoklu Duyulama: Çoklu duyulama, herhangi bir duyu organının, kendi eyleminin yanı sıra, başka duyu eylemlerini de gerçekleştirebilmesi biçiminde tanımlanabilir. Bu bağlamda şairlerin, iki duyu organını aynı tamlamada birleştirdikleri, birini diğerinin bir alt organı olarak gös­terdikleri bile görülmüştür.
Çeşm-i sühan-gû, güft-gûy-ı nigeh, güft-gûy-ı çeşm, gamze-i gûyâ, lisân-ı gamze, zebân-ı gamze-i cellâd-ı yâr gibi tamlamalar hep gözlerin ve bakışların konuşma, bir şeyler anlatma özelli­ğini gösteren ifadelerdir. Gözlerin ve bakışların konuşma özelliğinin yanı sıra susma özel­liği de vardır: Hamûşân-ı nazar, çeşm-i hamûş tamlamalarında bakışın ve gözün susma özelliği dile getirilmektedir.
Galip, kulak aracılığıyla duyulanan ses ve söz kavramlarına, başka duyu organlarını ilgilen­diren özellikler vererek de çoklu duyulamalar yapmıştır. Soğuk sözler, nigâh-ı germ, nezzâre-i germ, bir germ nigâh etmek, kelâm-ı telh, sühan-ı telh, şîrîn sühan, şu'le-i sadâ, şu'le-i âvâz gibi ifadelerde sözün sıcak veya soğuk, acı veya tatlı olmasından, hatta nükhet-i zülf-i sühan tam­lamasında saça benzetilerek onun kokusundan söz edilmiştir. Bûy-ı telvîn tamlamasında ise renkli kokudan bahsedilmiştir. Bunların her biri, çok başarılı birer çoklu duyulama örneğidir.
ŞEYH GALİP'İN ETKİLERİ: Galip daha hayat­tayken bile, Esrar Dede ve Neyyir Dede gibi şahsiyetler, onun etkisinde kalarak şiir söyle­mişlerdir. Etkisi ölümünden sonra da devam etmiş; hatta Keçecizade İzzet Molla, Hüsn ü Aşk'tan ilham alarak Gülşen-i Aşk adında bir mesnevi yazmıştır. Vakanüvis Pertev, Ayıntaplı Aynî, Ziver Paşa, Bosnalı Fehîm, Şeref Hanım, Şeyhülislam Ârif Hikmet, Enderunlu Rasih, Yenişehirli Avnî, Bayburtlu Zihnî gibi şairler onu beğenmiş ve bunlardan bazıla­rı ona nazireler yazmışlardır.
Modern Türk şiirinde Ahmet Haşim, Behçet Necatigil, Asaf Halet Çelebi, Sezai Karakoç ve Hilmi Yavuz gibi ustalar Şeyh Galip'in şiirlerinden yararlanmışlardır. Öyle ki gele­nekten faydalanma sorununun gündeme geldiği her ortamda Şeyh Galip, başköşeye otur­tulmuştur. Hüsn ü Aşk kadar modern Türk edebiyatına kaynaklık etmiş başka bir mesne­vi yoktur. Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzurda; Orhan Pamuk, Kara Kitap adlı romanın­da Şeyh Galip'e ve Hüsn ü Aşka göndermelerde bulunmuştur. Fazıl Hüsnü Dağlarca, Şeyh Galip'e Çiçekler başlığı altında Hüsn ü Aşk vezninde şiirler söylemiştir. Hüsn ü Aşk'ın diliçi çevirileri yapılmıştır. Şair ve çevirmen Ahmet Necdet, genç okuyu­cuları "bu aşk hikâyesinin güzellik ve zenginliğiyle karşı karşıya getirmek" niyetiyle eserin diliçi çevirisini yapmış, Hüsn ü Aşk/Güzellik ve Aşk adıyla yayımlamıştır. Aynı şekilde Kenan Sarıalioğlu, "Aşk ve Güzellik" başlığı altında Hüsn ü Aşk'tan yaptığı diliçi çevirileri kitaplaştırmıştır.









BİR BAŞKA LÜGAT BİR ÖZGE MACERA: HÜSN Ü AŞK
Divan edebiyatının son büyük şairi Şeyh Galip olduğu gibi, mesnevi geleneğinin de son bü­yük halkası onun Hüsn ü Aşk adlı eseridir. Bu eserin önemini, en güzel ve en özlü biçimde Ziya Paşa, "Gelmişdir o şâir-i yegâne / Gûyâ bu kitâb içün cihâne" mısralarıyla açıklamıştır.
Galip'in henüz 26 yaşındayken yazdığı Hüsn ü Aşk mesnevisi, 2042 beyit ve her biri altışar bent olan dört tardiyyeden oluşan bir eserdir. Eserde aruzun mef'ûlü mefâ'ilün fe'ûlün kalıbı kullanılmıştır. Anlatım tekniklerinden tahkiye ve tasvirin kullanıldığı eser­de, klasik mesnevilerdeki mukaddime, hikâye ve hatime bölümlerine yer verilmiştir. Şeyh Galip, eserinin mukaddime bölümüne Allah'a hamd etmekle başlamış, bir naat söylemiş, sonra Mevlana ve kendi babası hakkında övgüde bulunmuştur. Sebeb-i Telîf kısmında Nabî'nin Hayrabad adlı eseri hakkında edebî eleştiride bulunmuş, aynı za­manda kendi şiir anlayışını da açıklamıştır.
Hüsn ü Aşk'ta, Âğâz-ı Dâstân-ı Benî Mahabbet başlığıyla eserin hikâye bölümü baş­latılmıştır. Sonra Benî Muhabbet kabilesinin meclisleri, avları ve baharları sırasıyla tasvir edilmiştir. Şair esrini tamamlamasına Kuran-ı Kerim’den yaptığı hitâmuhu'l-misk  alıntısıyla tarih düşürmüştür.
Şeyh Galip, eserinin Sebeb-i Teilîf başlıklı bölümünde, günün birinde bir dostlar mecli­sinde bulunduğunu, oradaki şairlerin Nabi’nin Hayrabad’ı gibi bir mesnevi daha yazalımayacağını ileri sürmeleri neticesinde Hüsn ü Aşk'ı yazmaya karar verdiğini okuyucusuyla paylaşmıştır.
Sebk-i Hindî'nin en önemli yapıtlarından biri olan Hüsn ü Aşk'ın mesnevi geleneğinde farklı bir yeri vardır. Şeyh Galip, bu farklılığı, kendinden önceki şairleri aşarak "bir başka lügat" (şiir dili) kullandığını ve bir "özge macera" (hikâye) anlattığını söylemek suretiyle ifade etmiştir. Gerek Fars gerekse Türk edebiyatında şairler, mesnevide genellikle Nizamî-i Gencevî'nin yo­lunda gitmişlerdir. Eserinin Fahriyye-i Şairane başlıklı bölümünde bu gerçeğe vurgu yapan ve Emir Hüsrev-i Dihlevî gibi bir şairin bile onun yolunda gittiğini anlatan Şeyh Galip, kendin­den önceki mesnevi şairlerine uymadığını ve mesnevisinde yeni bir yol gözettiğini söylemiştir. Şair, gerek kullandığı şiir dili gerekse anlattığı hikâye bakımından ön­cekilerden farklı özellikler gösteren yeni ve özgün bir mesnevi yazmıştır.
Şair, daima yenilik ve orijinallik vurgusu yapmış, hatta geleneği yer yer ağır dille eleştirmiştir. Ama o, eleştirse de içinden çıkıp geldiği geleneği göz ardı etmemiş, ondan en iyi biçimde yararlanmasını bilmiştir. Çünkü o, "hâyîde edâ" yani başkalarınca kullanılmış, başka ağızlarda sakız olmuş bir tarz yerine "tâze edâ" geliştirme peşinde olmuştur. Eserinde, Fuzulî'nin Leyla vü Mecnun ve Sıhhat ü Maraz adlı eserleriyle benzerlikler görülür. Attar'ın Mantıku't-Tayr, Sühreverdî'nin Munisü'l-Uşşak ve Mevlana'nın Mesnevi adlı eserlerinin de bu eser üzerindeki etkileri gözle görülür düzeydedir. Galip, özellikle Mesnevi etkisini, "Esrârını Mesnevîden aldım / Çaldım velî mîrî malı çaldım" sözleriyle açıklamıştır. Eski masal un­surlarından yararlanıldığı da açıktır. Şeyh Galip, bütün bu etkileri kendi sanat kudretiy­le birleştirerek bir şaheser ortaya koymuştur.
Hüsn ü Aşkın konusu, tasavvuf ve aşk, daha yerinde bir ifade ile tasavvufi aşktır. Ese­rin Sebeb-i Telîf başlıklı bölümünde şair, çok açık biçimde, söz mücevherini aşk dışında bir yere harcamanın doğru olmayacağını ifade etmiştir. Aşk, eserin sadece konusu değil, aynı zamanda eserde anlatılan aşk hikâyesinin başkahramanlarından birinin de adıdır. Hikâyenin başkahramanlarından biri Aşk, diğeri ise Hüsn'dür.
Başlangıçta kız çocuğa Hüsn, oğlan çocuğa ise Aşk adı verilmiştir. Ancak daha sonra gelenekte radikal bir deği­şikliğe imza atar: Kaza tılsımı, isimleri sürekli değiştirerek Aşk'a Leyla, Hüsn'e ise Mecnun ismini vermiştir. Böylece aşk hikâyesinde başkahramanların rolleri değişmiş; âşık sevgili­nin, sevgili de âşığın yerini almıştır. Felek bu değişiklikle onların adlarını ortadan kaldır­mayı istemiştir. Onlar adsız olarak ünlenince, adsız olmak insanlar arasında âdet hâline gelecektir. Bunun da, fenafillah olarak adlandırılan ve Tanrı karşısında varlık iddiasında bulunmamak, onun varlığı karşısında kendi varlığını yok saymak biçiminde özetlenebile­cek tasavvufî bir kavrama karşılık geldiği açıktır. Hüsn ü Aşk mesnevisinde, âşık ile sevgi­li ilişkisinde rollerin değiştirilmesi sadece isimlerle sınırlı tutulmamış, başkahramanların tutumlarına da yansıtılmıştır:
Hüsn, geleneğe göre daima sevgili, nazlı ve arzulanan konumunda olması gerekirken, Galip'in hikâyesinde Aşk'a âşık olmakta, niyazı nazının önüne geçmekte ve âşığı görmeyi arzulamaktadır. Hatta hikâyede, ilk âşık olan kişi âşık konumunda olması gereken Aşk de­ğil, sevgili konumunda olması gereken Hüsn'dür


Gerek isim gerekse naz-niyaz ilişkisi bağlamında âşık ile sevgilinin yer değiştirmesi, aradaki ikiliği kaldırmak ve birliğe ulaşmak içindir. Bu da tasavvufun en önemli konusu olan vahdet-i vücut (=varlığın birliği) felsefesini gündeme getirmektedir. Çünkü bu felse­fe, görünen âlemdeki kesretin (=çokluğun) arkasında görünmeyen bir vahdetin (=birliğin) bulunduğunu kabul etmekte ve onu açığa çıkarmayı hedeflemektedir. Galip'in de yap­tığı budur. Hüsn ile Aşk, hikâyenin iki ayrı kahramanı oldukları hâlde, bazen birbirinin yerini alabiliyorlar.
Vahdet-i vücut felsefesi, Hüsn ü Aşk'taki paradoksal imajlarda da kendini gösterir. Galip, mum-ateş, su-ateş ve karanlık-aydınlık kavramları arasında gerçek âlemde var olan zıtlığı hayal âleminde ortadan kaldırarak onları uyumlu birlikteliğe ka­vuşturmaktadır. Zıtlar bile uyumlu birlikteliğe kavuşabildiğine göre, varlıklar âlemindeki her türlü kesretin arkasında yatan vahdet gerçeğini görmenin önündeki engeller kendili­ğinden ortadan kalkmış oluyor.
Şeyh Galip, asıl konusu aşk ve tasavvuf olan Hüsn ü Aşk mesnevisinde, aşk yolcusu­nun yolculuk süreçlerini temsilî/alegorik bir dille anlatmıştır. Hikâyenin şahıs kadrosu­nu oluşturan bütün kişiler, aslında birtakım soyut kavramların ve çeşitli tasavvufi terim­lerin teşhis sanatıyla somutlaşmış biçimleri olarak yorumlanabilir. Şöyle ki, bu mesnevi­de Aşk, çileye giren müridi; Hüsn, mutlak güzeli; Benî Muhabbet, müridin içinde yer aldı­ğı Mevlevi cemaatini; Mekteb-i Edeb, Mevlevi tekkesini; Mollâ-yı Cünûn, Mevlevi şeyhi­ni; Sühan, Mevlana'yı veya onun Mesnevi-i Manevî adlı eserini; Nüzhetgâh-ı Ma'nâ, mü­ridin içinde yaşadığı ortamın onun ruhundaki yansımalarını; Havz-ı Feyz, ilahî nurların müridin ruhundaki tecellilerini; Hisâr-ı Kalb, müridin gönlünü temsil etmektedir. Müri­din manevi yolculuğunda karşılaşacağı zorluklar ve yaşayacağı ruh hâlleri ise Kuyu, Câdû, Dîv, Ateş Denizi, Kış, Karanlık, Hoşrübâ, Zâtüs-Suver Kalesi gibi semboller aracılığıyla an­latılmıştır.
Şeyh Galip’in Pertev’e göre Aşk, şairin bizzat kendisi olup, onun şahsında Mevlevi dervişlerin manevi yolculukları hikâye edilmiştir.

Şiirde hayal, bütün Sebk-i Hindî şairleri için önemli bir unsur olmakla birlikte, Şeyh Galip söz konusu olunca onun önemi bir kat daha artar. Gerek Galip'in gerekse diğer Sebk-i Hindî şairlerinin hayal unsuruna bu kadar çok önem vermeleri, hayalin manayı an­latmada şaire kolaylık sağlayan bir araç olması sebebiyledir.
Şeyh Galip, gerek kişilerin gerekse mekânların özelliklerini anlatırken, mübalağa sana­tının sağladığı imkânları sonuna kadar kullanmıştır. Bu sanatın çok kullanılması, Sebk-i Hindî'nin onun üslubundaki yansımalarından biridir.
Tasavvuf ve aşk etrafında bir araya gelen çok sayıda soyut kavramı 'hayal' üzerinden anlatan Hüsn ü Aşk, masal unsurlarına da yer vermiştir. Bu unsurlar, Şeyh Galip'in ma­sal ve halk hikâyesi gibi halk anlatılarından da istifade ettiğini göstermektedir.
Hüsn ü Aşk mesnevisi aynı za­manda bir edebî tenkit, bir poetika kitabıdır. Gerek Sebeb-i Telîf başlıklı bölümde Nabî'ye gerekse Mebâhis-i Diger ve Zümre-i Âhar başlıklı bölümlerde farklı şiir anla­yışlarına ve farklı zümrelerden şairlere yönelttiği eleştiriler, özgün ve başarılı edebî tenkit örnekleridir. Hem bu başlıklarda hem de Fahriye-i Şairane başlığı altında ve daha başka bağlamlarda kendi şiir felsefesini, kendi şair anlayışını çok açık ve ayrın­tılı bir biçimde ortaya koymuştur.
Galip'in meydan okumalarına rağmen, kendinden başka hiç kimse bu yeni yolda ilerleyememiş, bu yeni tarzda başarı gösterememiştir. Gerçi Refi-i Amidî, Can u Canan ve İz­zet Molla, Gülşen-i Aşk adlı eserleriyle Galip'in Hüsn ü Aşk'ına birer nazire yazmışlar ama onun seviyesine yaklaşmayı başaramamışlardır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder