18. YÜZYIL TÜRK
EDEBİYATI
4. ÜNİTE
HİNT ÜSLUBUNUN SON BÜYÜK
ŞAİRİ ŞEYH GALİP
18.
yüzyılda hemen her şair üzerinde farklı düzeylerde ve farklı özellikleriyle
etkili olan Hint üslubu; Şeyh Galip, Arpaeminizade Samî ve Halepli Edip dışında
önemli bir temsilci yetiştirememiştir. Şeyh Galip, Sebk-i Hindî'nin Türk
şiirindeki son büyük temsilcisi olmanın yanı sıra aynı zamanda bu üslubu
şiirlerinde en iyi ve en fazla yansıtan şair olarak da kabul edilmektedir.
HAYATI: Asıl
adı Muhammet Esat olan Şeyh Galip’in doğumuna "eser-i
aşk" terkibiyle tarih düşürülmüştür. Galip'in
babası Mustafa Reşit Efendi, Melamiliğe
bağlı bir Mevlevi'dir. Babasının da şiir yazdığı ve Galip'in şair olarak
yetişmesinde önemli roller üstlendiği bilinmektedir. Galip, Hüsn
ü Aşk adlı eserinde, babasından uzun uzadıya söz
etmiş ve şiirde "pîr" yani Mevlana tarzını ondan öğrendiğini
söylemiştir. İlk eğitimini babasından alan Şeyh Galip, ondan Tuhfe-i
Şahidî'yi (Muğlalı
İbrahim Şahidî Dede'nin yazdığı Türkçe-Farsça manzum bir sözlük.)
okumuş, bazı hocalardan Arapça ve Farsça
dersler almıştır. Şair, bir dizesinde, "gülzâr-ı sühanda
gül-i hod-rûy"yani "sözün gül
bahçesinde kendiliğinden yetişen bir gül" olduğunu söylemiştir. Onun yetişmesinde daha çok Galata Mevlevihanesi
şeyhlerinden Aşçıbaşı Hüseyin Dede'nin ve Hoca Neşet
tarafından oluşturulan edebî ortamın büyük katkısı olmuştur. Özellikle Hoca
Neşet, çok genç yaşta şiir söylemeye başlayan Galip'le yakından ilgilenmiş ve
yazdığı bir mahlasname ile onun önceden beri kullandığı Esat mahlasını
kutlamıştır. Bir yandan Hoca Neşet'ten Farsça, bir yandan da Hamdi Efendi'den
Arapça dersleri alan şair, devam ettiği mevlevihanede çeşitli alanlarda ve bu
arada edebiyat ve musikide de bilgisini geliştirme imkânı bulmuştur.
Gençlik yıllarında
Neşet, Pertev ve Nesip Dede'ye; önceki devirlerde yaşamış büyük şahsiyetlere
nazireler yazan Şeyh Galip, bu dönemde Fuzulî, Hayalî, Nefî, Nabî ve Nedim
gibi şairlerin yolundadır. Ancak Hoca Neşet'in de tavsiyesiyle Sebk-i Hindî'nin
Fars şiirindeki en önemli temsilcilerinden Şevket-i Buharî'yi okumaya
başlamıştır. Bu dönem, onun sanat hayatında büyük kırılmaların olduğu bir
dönemdir. O, daha önce yazdığı şiirleri beğenmemeye başlamış, hatta onlardan
kurtulmak veya aynı mahlası kullanan diğer şairlerle karıştırılmamak için,
belki de kendisindeki bu büyük değişimi göstersin diye mahlasını
değiştirmiştir. 'Galip' mahlasını
benimsemesi de bu dönemde olmuştur.
1791 yılında Şeyh Galip, Konya asitanesi (Mevlevilerin 1001 gün süren
ve adına çile dedikleri manevi eğitim süreçlerini tamamladıkları Mevlevihane.) şeyhi
Mehmet Emin Çelebi tarafından Galata Mevlevihanesine şeyh olarak atanmış;
atanır atanmaz da padişaha bir kaside yazarak onu tekkenin bakımsızlığından
haberdar etmiş ve onarılması ricasında bulunmuştur.
Hem
Mevlevi muhitinde hem de edebiyat çevrelerinde sevilen ve kabul gören şairin
saray ile ilişkileri de ileri düzeydedir. Galip, Sultan Selim tarafından mesnevihan
atama yetkisiyle yetkilendirilmiştir.
Şair,
1794-1795'te annesini, ondan bir yıl sonra da yakın dostu Esrar Dede'yi
kaybetmiştir. Esrar Dede'nin ölümü üzerine mersiye yazmıştır.
Şairin henüz kırk iki
yaşındayken vefat etmesi, onu sevenleri derinden sarsmış ve ölüm sebebiyle
ilgili çeşitli rivayetler ortada dolaşmaya başlamıştır.
ESERLERİ
Divan: İlk
defa, yakın arkadaşı Pertev tarafından tertip edilmiştir. Galip'in bu tertipten
sonra yazdığı şiirlerle divanın hacmi genişlemiştir. Şeyh
Galip Divanının Türkiye'deki kütüphanelerde otuzdan
fazla yazma nüshası bulunmaktadır. Eser, ilk olarak Kahire Bulak Matbaası'nda
eski harflerle basılmıştır. Bu baskıda, divanın yanı sıra Hüsn
ü Aşk mesnevisi de yer almaktadır. Ayrıca İstanbul'da
Şeyh Galip, Divan ve Hüsn ü Aşkından Müntehab
Parçalar adıyla eski harfli bir baskı daha
yapılmıştır. Divan üzerinde Muhsin Kalkışım ve Abdulkadir Gürer doktora çalışması
yapmış; eser, yeni harflerle Naci Okçu ve Muhsin Kalkışım tarafından
yayımlanmıştır.
Hüsn
ü Aşk: Şeyh Galip, bu eserini altı aylık bir sürede
yazmıştır. Birçok defa yeni harflerle de basılan eser, son olarak Muhammet Nur
Doğan tarafından yayımlanmıştır.
Şerh-i Cezire-i Mesnevi:
Mevlevi dedelerinden Yusuf Sineçak'ın Cezire-i
Mesnevi adlı eserinin şerhidir.
es-Sohbetü's-Safiyye:
Bu eser, Mevlevi şeyhlerinden Köseç Ahmet
Dede'nin er-Risaletü'l-Bahriyye
fî-Tarikati'l-Mevleviyye adlı Arapça eserine
yazılmış Arapça bir talikattır.(Talikat:
Bir
eserin kenar kısımlarına açıklayıcı notlar düşmek veya aynı amaçla ayrı bir
eser yazmaktır).
ÜSLUP ÖZELLİKLERİ
Her şair gibi Şeyh
Galip'in de başta Mevlana olmak üzere kendinden önceki büyük şairlerden istifade ettiği, hatta bazılarına nazireler
yazdığı bilinmektedir. Şiirlerine nazire veya tahmis yazdığı şahsiyetler
arasında Fuzulî, Hayalî, Nefî, Sabit, Nabî, Nedim, Nahifî ve Münif gibi şairler
öne çıkmaktadır. Şiirlerinde Ruhî-i Bağdadî ile Nevizade'den bahsetmesi ve Koca
Ragıp Paşa'nın Münşeatından söz
etmesi, onun bu şairleri de okuduğunu göstermektedir. Galip'in bütün bu farklı
sanatçıların üsluplardan beslenerek
kendi kişisel üslubunu oluşturduğunu, Nefî'den başlayarak XVII ve XVIII. asır
şairlerinin hemen hepsini farklı düzeylerde ve farklı yönleriyle etkileyen
Sebk-i Hindî'yi ise onun en büyük temsilcilerinden biri sayılacak kadar çok
yansıttığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Divanında yer yer karşılaştığımız
üslup bakımından farklılıklar gösteren şiirleri, ondaki bu üslup çeşitliliğini,
ortaya koymaktadır. Şevket-i Buharî'yi okumaya başlayınca onun üslubunda edebî
şahsiyetini bulmuştur. Bu dönem, şairin kendi ifadeleriyle "kudema
tavrı" yerine "Şevketane
tavır" yani "Şevket tarzı"nı,
"köhne zemin" yerine
"taze zemin"i
yerleştirdiği dönemdir. Onun Şevketane tavır, Şevket tarzı veya taze zemin, nev-zemin
olarak adlandırdığı şey, Sebk-i Hindî'ye karşılık gelmektedir.
Şiir Dili: Gerek kişisel gerekse
dönemsel üslupların tespitinde belirleyicilik özelliği taşıyan üslup elemanları
vardır. Bunlar edebî metinlerdeki dil, anlam ve sanat özellikleridir. Dil, söz
konusu elemanlar içinde belirleyiciliği en fazla olanıdır. Çünkü gerek anlam
gerekse sanat ancak dil aracılığıyla ortaya konabilmektedir.
Şeyh
Galip, şiir ve şair üzerine düşünen ve bu düşüncelerini, hem divanında hem de Hüsn
ü Aşk mesnevisinde çeşitli vesilelerle ifade eden
bir şairdir. O, adı geçen mesnevisinde Nabî'yi eleştirirken şiir dilinin Farsça
bir manzume gibi olup zincirleme tamlamalarla dolu olduğunu belirtmiştir.
Şairin bu değerlendirmesinden, kendisinin şiirde sade bir dil kullanmaktan yana
olduğu anlaşılmaktadır. Ancak şairin buna pek de riayet etmemiş, dilde
sadeliği çok az sayıdaki şiirlerinde gözetmiştir. Nedim'le karşılaştırıldığında
Galip'in şiir dili daha ağır ve süslü bir dildir. Fakat XVIII. asırdaki diğer
Sebk-i Hindî şairleriyle karşılaştırıldığında Galip'in şiir dilinin çok da ağır
olmadığı görülmektedir. Buna rağmen her Sebk-i Hindî şairi gibi o da yeni şiir
dilini kullanmaktadır ve bu dil birçok bakımdan klasik üslubunkinden farklı ve
ağırdır.
Sebk-i Hindî şairleri
sözden ziyade anlamın ve hayalin peşinde olmuşlardır. Anlam ve hayalde de
yeniliği ve orijinalliği gözettikleri için dil konusunda daha fazla dikkatli
davranmak, zorunda kalmışlardır. Ancak Galip'in kelimeleri asırlar boyu kullanılarak
bir incelik kazanmış kelimelerdir. Bilinen kelimelerle yeni anlam ve hayalleri
anlatmanınsa ne kadar güç olduğu açıktır. Bu güçlüğü aşmanın iki yolu vardır:
Şair yeni anlam ve hayalleri anlatabilmek için ya birtakım yeni kelimeler ve
bu kelimelerin de içinde yer aldığı yeni tamlamalar bulacak ya da eski
kelimelerin anlam çerçevelerini aynı kelimelerle yaptığı yeni tamlamalarla
genişletecek, değiştirecektir. Şeyh Galip, Nailî-i Kadîm'e uyarak ikinci yolu
tercih etmiştir.
Şeyh Galip de yabancı
kelimelere, Farsça zincirleme
tamlamalara ağırlık vermiştir. Birleşik isimlerin, birleşik sıfatların, soyut
kavramları somutlaştıran alışılmamış bağdaştırmaların içinde yer aldığı
tamlamalarda, anlam girift ve ulaşılması güç bir hâl almıştır. Sebk-i Hindî
şairlerinin soyut kavramlara yönelmeleri ve soyut kavramları anlatabilmek için
de onları somutlaştırmak zorunda kalmaları, bu tür tamlamaların fazla
kullanılmasına yol açmıştır. Soyut ve somut kelimeler arasında yapılan
tamlamalara izafet-i itibari (görece tamlama, alışılmamış bağdaştırma)
denilmektedir. Sebk-i Hindî şairlerinin çok sevdiği izafet-i itibariler aynı
zamanda şaire sözü kısaltma olanağı da sağlamıştır.
Sözü kısaltmak, diğer
Sebk-i Hindî şairleri gibi, Şeyh Galip'in de bir üslup özelliğidir. Bu nedenle
şair, sözü uzatan birtakım söz sanatlarından uzak durmuş, onun yerine teşbih,
istiare, kinaye, telmih, hüsn-i talil ve mecaz-ı mürsel gibi sözü kısaltma
özelliği bulunan anlam sanatlarına ağırlık vermiştir.
Şeyh
Galip, şiirlerinin genelinde ağır ve süslü bir dil kullandığı hâlde, bazı
şiirlerinde, özellikle de şarkılarında sade bir Türkçe kullanmıştır. Ancak bu
örnekler, onun üslubu için belirleyici olmaktan uzaktır. Bu örnekler, onun hece
vezniyle bir şiir, Türkî-i Basit tarzında sade Türkçeyle bir gazel, Ali Şir
Nevayî dilinde yani Çağatay Türkçesiyle başka bir gazel söylemesi gibi,
divanına bir çeşni katma çabası ya da devraldığı mirastaki üslup çeşitliliğinin
yansımaları olarak kabul edilmelidir.
Galip'in şiirinde,
Türkçe deyimlerin çokluğu dikkati çeker. "Bir
içim su", "Ay yenisi", "Poşu saçağı" gibi
ifadeler ise günlük konuşma dilinin çok daha açık yansımaları olarak karşımıza
çıkar.
Daha önce Nabî, Nedim
ve Edip gibi birkaç şairde görülen sevgilinin güzellik unsurlarından mavi göz (çeşm-i
kebûd), Şeyh Galip tarafından da kullanılmış, hatta
bir gazeline redif olacak kadar şiir dilinin asli unsuru hâline gelmiştir. Bu
da yaşanan gerçekliğin şiir dilindeki bir yansıması olarak kabul edilebilir.
Lafız-Anlam İlişkisi: Lafız-anlam
ilişkisi üzerinde düşünen Şeyh Galip, "Lafzdan zîrâ ki
ma'nâdır garaz" diyerek, şiirde asıl
olanın lafız değil, o lafzın taşıdığı anlam olduğunu açıkça ifade etmiştir.
Anlamı şaraba, lafzı da kadehe benzeten şair, şarap içme eyleminde kadehin araç
olması gibi, anlatma ve anlama eylemlerinde de lafzın ancak bir araç olduğunu
ortaya koymuştur. Fakat, lafzın ihmal
edilmesinden yana olmamıştır. Galip'in lafızda aradığı en önemli özellik
aşinalıktır. Çünkü o, güzel anlamın ancak aşina (=tanıdık, bilinen) lafız ile
kendini göstereceğini düşünmektedir. Galip'e göre, İrem bahçesinde yabani
otlara yer olmadığı gibi, şiirde de bilinmeyen, ilk defa duyulan lafızlara yer
yoktur. Anlamı muma, lafzı da o mumun etrafında dönen pervaneye benzeten
Galip, kendi lafzının, mananın gözüne cila parıltısı verdiğini söylemiştir.
Şair, lafzın anlama muhtaç olduğunu söylerken, anlamın da lafza muhtaç olduğunu
belirtmiştir. Çünkü o, renkli anlamın lafzı ateşlendireceğine inanmaktadır.
Sözün
Kısalığı: Sebk-i Hindî şairleri, az sözle çok şey
anlatmaya önem verdikleri için, şiirde sözü kısaltmışlardır. Onların soyut
kavramlara ağırlık vermeleri, anlamda yeniliği ve orijinalliği gözetmeleri de,
sözün kısalmasında etkili olmuştur. Anlamda yenilik ve orijinallik
özelliklerinin aranması ise şairlerin hareket alanlarını iyice daraltmış,
işleyecekleri konuları ve anlatacakları kavramları sınırlamış, hatta
manzumelerin beyit sayısında bile azalmaya neden olmuştur.
Bir başka yerde, hem beş beyitlik hem
de kısa aruz kalıbıyla yazdığı bir gazeli için "tengdir
teng" demesi, şairin teng
sözcüğüyle kısalığı ifade ettiğini
göstermektedir. Fakat Galip'in şiirlerinde kısalık, beyit sayısında değil,
anlamın ifade edilmesinde kendini gösterir. Yoksa gazellerinin genelde uzun
olduğu, bazılarının da kimi Mevlevi büyüklerinin övgüsünü konu alan zeyillerle
uzatıldığı görülmektedir.
Anlam sanatlarının
fazla kullanılması, diğer Sebk-i Hindî şairlerinde olduğu gibi, Şeyh Galip'te
de sözün kısalmasının hem sebebi hem de sonucudur. Ayrıca o, sözü uzatmanın
okuyucuları usandıracağından endişe etmiş; bu endişesini de açıkça
belirtmiştir.
Yeni Mazmunlar: Klasik
üslubun kullandığı mazmunların zamanla klişeleşerek sıradanlaşması, Sebk-i
Hindî şairlerini yeni mazmunlar bulma arayışına sokmuştur. Bu şairler, eski
mazmunlarla yeni ve orijinal anlamlara ulaşamayacaklarının farkındaydılar. Her
biri çok iyi gözlemci olan Sebk-i Hindî şairleri, buldukları mazmunlarla şiirin
çağrışım dünyasını hem yenilemiş hem de zenginleştirmişlerdir. Yeni mazmunlar
onların yeni teşbihler yapmasına, hatta yeni istiareler geliştirmelerine imkân
sağlamıştır. Bu, yeni ve orijinal manaları anlatmanın yollarını açmış, ancak
yeni mazmunlara aşina olmayanlar için manaya ulaşmanın yollarını güçleştirmiş,
hatta bezen tıkamıştır bile.
Galip’in, mazmun konusundaki
duyarlılık ve hâkimiyeti, köhne zemin olarak adlandırsa bile yine de eskilerin
şiirine ilgi duymasını sağlamıştır. Galip'in şiirinde hem eski hem de
kendisinin "tâze mazmûn" dediği
yeni mazmunlar yer almıştır. Fakat onun mazmunlarını anlayabilmesi için okuyucunun
da donanım sahibi olması lazım. Aksi takdirde okuyucu, onun şiirlerini
anlamakta zorlanacaktır.
Bercesteli Beyitler: Şiirlerinde
deyimler kullanan Galip, bunun yanı sıra örneklendirmeye dayalı beyit yapısı
içinde berceste mısra söyleme tekniğini de başarıyla kullanmıştır. Divan
şiirinde başından beri varlığı bilinen, ancak XVII ve XVIII. asırlarda şairler
arasında çok kullanılarak Sebk-i Hindî'nin önemli özelliklerinden biri hâline
gelen bercesteli beyit yapısı
içinde şairler, vecize gibi işlevsel mısralar söylemişlerdir
Tasavvuf
ve Hayal: Başından beri tasavvufla iç içe bir hayat
süren Şeyh Galip, şiirlerinde tasavvufi konulara ağırlık vermiştir. Onun Hüsn
ü Aşk adlı mesnevisi bütünüyle tasavvufu konu aldığı
gibi, divanında da tasavvufi düşünce şiirin en önemli muhteva unsurlarından
biridir. Şair, gerek el değmemiş özgün anlamları gerekse tasavvufi birtakım
düşünceleri anlatmak için hayal unsurundan ziyadesiyle istifade etmiştir. Bu
nedenle onun şiiri, imaj bakımından oldukça zengindir. Özellikle paradoksal
imajlar yaratmadaki başarısı, tartışmaya yer bırakmayacak kadar açıktır.Şeyh
Galip'in hayal unsurunu çok önemsemesi, kendisinin
büyük değer verdiği Şevket-i Buharî'nin hayal ağırlıklı şiir tarzıyla da
örtüşen bir durumdur.
Tezattan Uyumlu Birlikteliğe:
Paradoksal İmajlar: Tezat sanatı,
genellikle zıt anlamlı iki sözcüğün aynı ifadede kullanılması biçiminde tanımlanmıştır.
Ancak tezat sanatının Sebk-i Hindî şiirindeki biçimi bu kadar basit değildir.
Çünkü burada asıl olan zıt anlamlı sözcüklerin aynı ifade içinde kullanılması
değil, bu sözcüklerin aynı kavram üzerinde birleşmesidir. Tezat sanatı, bu
biçimiyle Sebk-i Hindî şairleri tarafından çok fazla kullanıldığı için dönemsel
bir üslup özelliği olmuştur. Şeyh Galip de bu sanattan çok fazla yararlanmış ve
paradoksal imajlar yaratmadaki başarısıyla benzerleri arasında öne çıkmıştır.
Şeyh
Galip'te tezat sanatı, bazen zıt anlamlı sözcüklerin aynı tamlamada bir araya gelmesi
bazen de paradoksal imajlar biçiminde karşımıza çıkar. Çeşme-i
mihr, çeşme-i hurşîd, ser-çeşme-i hurşîd tamlamalarında
güneş bir çeşme; kulzüm-i şu'le, bahr-ı şu'lezâr tamlamalarında
okyanus ve deniz bir alev yeri; mevc-i şerâre tamlamasında
ise kıvılcımların birbiri ardına gelmesi bir dalga olarak düşünülmüştür.
Güneşin bir ateş topu, alev ve kıvılcımın da yine ateşe ait unsurlarla; çeşme,
okyanus, deniz ve dalga kavramlarının ise hep su ile ilgili olduğu
düşünüldüğünde, şairin burada ateş ve su arasındaki karşıtlığı âdeta yok
sayarak onları aynı kavramda birleştirdiği görülmektedir.
Sâkî getir ol âbı ki
âteş-hurûş ola / Her bir habâbı kulzüm-i dûzah-be-dûş ola
(Ey saki, ateş
coşturan ve her bir kabarcığı cehennemi omuzlamış bir okyanus olan o suyu
getir.)
Şairin
burada bahsettiği su şaraptır. Şarap, her sıvı gibi imaj dünyasında suya
karşılık gelir. Onun kırmızı rengi ve hararet vericiliği ise ateşe ait
özelliklerdir. Zıtlıkları çok belirgin olan su ve ateş unsurları, şairin
zihnindeki şarap kavramında uyumlu birlikteliğe kavuşmuş ve çok başarılı bir
paradoksal imaj ortaya çıkarmıştır.
Eşk
bir sahbâ-yı âteşdir gözüm peymânesi (Gözyaşı bir ateş
şarabı, gözümse onun kadehidir.)
Duyuların Uyumlu
Birlikteliği: Çoklu Duyulama: Çoklu duyulama, herhangi
bir duyu organının, kendi eyleminin yanı sıra, başka duyu eylemlerini de
gerçekleştirebilmesi biçiminde tanımlanabilir. Bu bağlamda şairlerin, iki duyu
organını aynı tamlamada birleştirdikleri, birini diğerinin bir alt organı
olarak gösterdikleri bile görülmüştür.
Çeşm-i
sühan-gû, güft-gûy-ı nigeh, güft-gûy-ı çeşm, gamze-i gûyâ, lisân-ı gamze,
zebân-ı gamze-i cellâd-ı yâr gibi tamlamalar hep
gözlerin ve bakışların konuşma, bir şeyler anlatma özelliğini gösteren
ifadelerdir. Gözlerin ve bakışların konuşma özelliğinin yanı sıra susma özelliği
de vardır: Hamûşân-ı nazar, çeşm-i hamûş tamlamalarında
bakışın ve gözün susma özelliği dile getirilmektedir.
Galip,
kulak aracılığıyla duyulanan ses ve söz kavramlarına, başka duyu organlarını
ilgilendiren özellikler vererek de çoklu duyulamalar yapmıştır. Soğuk
sözler, nigâh-ı germ, nezzâre-i germ, bir germ nigâh etmek, kelâm-ı telh,
sühan-ı telh, şîrîn sühan, şu'le-i sadâ, şu'le-i âvâz gibi
ifadelerde sözün sıcak veya soğuk, acı veya tatlı olmasından, hatta nükhet-i
zülf-i sühan tamlamasında saça benzetilerek onun
kokusundan söz edilmiştir. Bûy-ı telvîn tamlamasında
ise renkli kokudan bahsedilmiştir. Bunların her biri, çok başarılı birer çoklu
duyulama örneğidir.
ŞEYH GALİP'İN ETKİLERİ: Galip
daha hayattayken bile, Esrar Dede ve Neyyir Dede gibi şahsiyetler, onun
etkisinde kalarak şiir söylemişlerdir. Etkisi ölümünden sonra da devam etmiş;
hatta Keçecizade İzzet Molla, Hüsn ü Aşk'tan
ilham alarak Gülşen-i Aşk adında
bir mesnevi yazmıştır. Vakanüvis Pertev, Ayıntaplı Aynî, Ziver Paşa, Bosnalı
Fehîm, Şeref Hanım, Şeyhülislam Ârif Hikmet, Enderunlu Rasih, Yenişehirli Avnî,
Bayburtlu Zihnî gibi şairler onu beğenmiş ve bunlardan bazıları ona nazireler
yazmışlardır.
Modern Türk şiirinde
Ahmet Haşim, Behçet Necatigil, Asaf Halet Çelebi, Sezai Karakoç ve Hilmi Yavuz
gibi ustalar Şeyh Galip'in şiirlerinden yararlanmışlardır. Öyle ki gelenekten
faydalanma sorununun gündeme geldiği her ortamda Şeyh Galip, başköşeye oturtulmuştur.
Hüsn ü Aşk kadar
modern Türk edebiyatına kaynaklık etmiş başka bir mesnevi yoktur. Ahmet Hamdi
Tanpınar, Huzurda; Orhan
Pamuk, Kara Kitap adlı
romanında Şeyh Galip'e ve Hüsn ü Aşka göndermelerde
bulunmuştur. Fazıl Hüsnü Dağlarca, Şeyh Galip'e Çiçekler
başlığı altında Hüsn
ü Aşk vezninde şiirler söylemiştir. Hüsn
ü Aşk'ın diliçi çevirileri yapılmıştır. Şair ve
çevirmen Ahmet Necdet, genç okuyucuları "bu aşk hikâyesinin güzellik ve
zenginliğiyle karşı karşıya getirmek" niyetiyle eserin diliçi çevirisini
yapmış, Hüsn ü Aşk/Güzellik ve Aşk adıyla
yayımlamıştır. Aynı şekilde Kenan Sarıalioğlu, "Aşk ve Güzellik"
başlığı altında Hüsn ü Aşk'tan
yaptığı diliçi çevirileri kitaplaştırmıştır.
BİR BAŞKA LÜGAT BİR ÖZGE
MACERA: HÜSN Ü AŞK
Divan edebiyatının
son büyük şairi Şeyh Galip olduğu gibi, mesnevi geleneğinin de son büyük
halkası onun Hüsn ü Aşk adlı
eseridir. Bu eserin önemini, en güzel ve en özlü biçimde Ziya Paşa, "Gelmişdir
o şâir-i yegâne / Gûyâ bu kitâb içün cihâne" mısralarıyla
açıklamıştır.
Galip'in henüz 26
yaşındayken yazdığı Hüsn ü Aşk mesnevisi,
2042 beyit ve her biri altışar bent olan dört tardiyyeden oluşan bir eserdir.
Eserde aruzun mef'ûlü mefâ'ilün fe'ûlün kalıbı
kullanılmıştır. Anlatım tekniklerinden tahkiye ve tasvirin kullanıldığı eserde,
klasik mesnevilerdeki mukaddime, hikâye ve hatime bölümlerine yer verilmiştir.
Şeyh Galip, eserinin mukaddime bölümüne Allah'a hamd etmekle başlamış, bir naat
söylemiş, sonra Mevlana ve kendi babası hakkında övgüde bulunmuştur. Sebeb-i
Telîf kısmında Nabî'nin Hayrabad
adlı eseri hakkında edebî eleştiride
bulunmuş, aynı zamanda kendi şiir anlayışını da açıklamıştır.
Hüsn ü Aşk'ta,
Âğâz-ı Dâstân-ı Benî Mahabbet başlığıyla
eserin hikâye bölümü başlatılmıştır. Sonra Benî
Muhabbet kabilesinin meclisleri, avları ve baharları
sırasıyla tasvir edilmiştir. Şair esrini tamamlamasına Kuran-ı Kerim’den
yaptığı hitâmuhu'l-misk alıntısıyla tarih düşürmüştür.
Şeyh Galip, eserinin Sebeb-i
Teilîf başlıklı bölümünde, günün birinde bir dostlar
meclisinde bulunduğunu, oradaki şairlerin Nabi’nin Hayrabad’ı gibi bir mesnevi
daha yazalımayacağını ileri sürmeleri neticesinde Hüsn
ü Aşk'ı yazmaya karar verdiğini okuyucusuyla
paylaşmıştır.
Sebk-i Hindî'nin en
önemli yapıtlarından biri olan Hüsn ü Aşk'ın
mesnevi geleneğinde farklı bir yeri vardır. Şeyh Galip, bu farklılığı,
kendinden önceki şairleri aşarak "bir başka
lügat" (şiir dili) kullandığını ve bir
"özge macera" (hikâye) anlattığını
söylemek suretiyle ifade etmiştir. Gerek Fars gerekse Türk edebiyatında
şairler, mesnevide genellikle Nizamî-i Gencevî'nin yolunda gitmişlerdir.
Eserinin Fahriyye-i Şairane başlıklı
bölümünde bu gerçeğe vurgu yapan ve Emir Hüsrev-i Dihlevî gibi bir şairin bile
onun yolunda gittiğini anlatan Şeyh Galip, kendinden önceki mesnevi şairlerine
uymadığını ve mesnevisinde yeni bir yol gözettiğini söylemiştir. Şair, gerek
kullandığı şiir dili gerekse anlattığı hikâye bakımından öncekilerden farklı
özellikler gösteren yeni ve özgün bir mesnevi yazmıştır.
Şair,
daima yenilik ve orijinallik vurgusu yapmış, hatta geleneği yer yer ağır dille
eleştirmiştir. Ama o, eleştirse de içinden çıkıp geldiği geleneği göz ardı
etmemiş, ondan en iyi biçimde yararlanmasını bilmiştir. Çünkü o, "hâyîde
edâ" yani başkalarınca kullanılmış, başka ağızlarda
sakız olmuş bir tarz yerine "tâze edâ" geliştirme
peşinde olmuştur. Eserinde, Fuzulî'nin Leyla vü Mecnun ve
Sıhhat ü Maraz adlı
eserleriyle benzerlikler görülür. Attar'ın Mantıku't-Tayr,
Sühreverdî'nin Munisü'l-Uşşak
ve Mevlana'nın Mesnevi
adlı eserlerinin de bu eser üzerindeki
etkileri gözle görülür düzeydedir. Galip, özellikle Mesnevi etkisini, "Esrârını
Mesnevîden aldım / Çaldım velî mîrî malı çaldım" sözleriyle
açıklamıştır. Eski masal unsurlarından yararlanıldığı da açıktır. Şeyh Galip,
bütün bu etkileri kendi sanat kudretiyle birleştirerek bir şaheser ortaya
koymuştur.
Hüsn
ü Aşkın konusu, tasavvuf ve aşk, daha yerinde
bir ifade ile tasavvufi aşktır. Eserin Sebeb-i Telîf başlıklı
bölümünde şair, çok açık biçimde, söz mücevherini aşk dışında bir yere
harcamanın doğru olmayacağını ifade etmiştir. Aşk, eserin sadece konusu değil,
aynı zamanda eserde anlatılan aşk hikâyesinin başkahramanlarından birinin de
adıdır. Hikâyenin başkahramanlarından biri Aşk, diğeri ise Hüsn'dür.
Başlangıçta
kız çocuğa Hüsn, oğlan çocuğa ise Aşk adı verilmiştir. Ancak daha sonra
gelenekte radikal bir değişikliğe imza atar: Kaza tılsımı, isimleri sürekli
değiştirerek Aşk'a Leyla, Hüsn'e ise Mecnun ismini vermiştir. Böylece aşk
hikâyesinde başkahramanların rolleri değişmiş; âşık sevgilinin, sevgili de
âşığın yerini almıştır. Felek bu değişiklikle onların adlarını ortadan kaldırmayı
istemiştir. Onlar adsız olarak ünlenince, adsız olmak insanlar arasında âdet
hâline gelecektir. Bunun da, fenafillah olarak
adlandırılan ve Tanrı karşısında varlık iddiasında bulunmamak, onun varlığı
karşısında kendi varlığını yok saymak biçiminde özetlenebilecek tasavvufî bir
kavrama karşılık geldiği açıktır. Hüsn ü Aşk mesnevisinde,
âşık ile sevgili ilişkisinde rollerin değiştirilmesi sadece isimlerle sınırlı
tutulmamış, başkahramanların tutumlarına da yansıtılmıştır:
Hüsn, geleneğe göre daima sevgili, nazlı ve
arzulanan konumunda olması gerekirken, Galip'in hikâyesinde Aşk'a âşık olmakta,
niyazı nazının önüne geçmekte ve âşığı görmeyi arzulamaktadır. Hatta hikâyede,
ilk âşık olan kişi âşık konumunda olması gereken Aşk değil, sevgili konumunda
olması gereken Hüsn'dür
Gerek isim gerekse
naz-niyaz ilişkisi bağlamında âşık ile sevgilinin yer değiştirmesi, aradaki
ikiliği kaldırmak ve birliğe ulaşmak içindir. Bu da tasavvufun en önemli konusu
olan vahdet-i vücut (=varlığın birliği) felsefesini gündeme getirmektedir.
Çünkü bu felsefe, görünen âlemdeki kesretin (=çokluğun) arkasında görünmeyen
bir vahdetin (=birliğin) bulunduğunu kabul etmekte ve onu açığa çıkarmayı
hedeflemektedir. Galip'in de yaptığı budur. Hüsn ile Aşk, hikâyenin iki ayrı
kahramanı oldukları hâlde, bazen birbirinin yerini alabiliyorlar.
Vahdet-i
vücut felsefesi, Hüsn ü Aşk'taki
paradoksal imajlarda da kendini gösterir. Galip, mum-ateş, su-ateş ve
karanlık-aydınlık kavramları arasında gerçek âlemde var olan zıtlığı hayal
âleminde ortadan kaldırarak onları uyumlu birlikteliğe kavuşturmaktadır.
Zıtlar bile uyumlu birlikteliğe kavuşabildiğine göre, varlıklar âlemindeki her
türlü kesretin arkasında yatan vahdet gerçeğini görmenin önündeki engeller
kendiliğinden ortadan kalkmış oluyor.
Şeyh
Galip, asıl konusu aşk ve tasavvuf olan Hüsn ü Aşk mesnevisinde,
aşk yolcusunun yolculuk süreçlerini temsilî/alegorik bir dille anlatmıştır.
Hikâyenin şahıs kadrosunu oluşturan bütün kişiler, aslında birtakım soyut
kavramların ve çeşitli tasavvufi terimlerin teşhis sanatıyla somutlaşmış
biçimleri olarak yorumlanabilir. Şöyle ki, bu mesnevide Aşk,
çileye giren müridi; Hüsn,
mutlak güzeli; Benî
Muhabbet, müridin içinde yer aldığı Mevlevi cemaatini;
Mekteb-i Edeb, Mevlevi
tekkesini; Mollâ-yı Cünûn, Mevlevi
şeyhini; Sühan, Mevlana'yı
veya onun Mesnevi-i Manevî adlı
eserini; Nüzhetgâh-ı Ma'nâ, müridin
içinde yaşadığı ortamın onun ruhundaki yansımalarını; Havz-ı
Feyz, ilahî nurların müridin ruhundaki
tecellilerini; Hisâr-ı Kalb, müridin
gönlünü temsil etmektedir. Müridin manevi yolculuğunda karşılaşacağı zorluklar
ve yaşayacağı ruh hâlleri ise Kuyu, Câdû, Dîv, Ateş
Denizi, Kış, Karanlık, Hoşrübâ, Zâtüs-Suver Kalesi gibi
semboller aracılığıyla anlatılmıştır.
Şeyh Galip’in Pertev’e
göre Aşk, şairin bizzat kendisi olup, onun şahsında Mevlevi dervişlerin manevi
yolculukları hikâye edilmiştir.
Şiirde
hayal, bütün Sebk-i Hindî şairleri için önemli bir unsur olmakla birlikte, Şeyh
Galip söz konusu olunca onun önemi bir kat daha artar. Gerek Galip'in gerekse
diğer Sebk-i Hindî şairlerinin hayal unsuruna bu kadar çok önem vermeleri,
hayalin manayı anlatmada şaire kolaylık sağlayan bir araç olması sebebiyledir.
Şeyh Galip, gerek
kişilerin gerekse mekânların özelliklerini anlatırken, mübalağa sanatının
sağladığı imkânları sonuna kadar kullanmıştır. Bu sanatın çok kullanılması,
Sebk-i Hindî'nin onun üslubundaki yansımalarından biridir.
Tasavvuf
ve aşk etrafında bir araya gelen çok sayıda soyut kavramı 'hayal' üzerinden
anlatan Hüsn ü Aşk, masal
unsurlarına da yer vermiştir. Bu unsurlar, Şeyh Galip'in masal ve halk
hikâyesi gibi halk anlatılarından da istifade ettiğini göstermektedir.
Hüsn
ü Aşk mesnevisi aynı zamanda bir edebî tenkit, bir
poetika kitabıdır. Gerek Sebeb-i Telîf başlıklı
bölümde Nabî'ye gerekse Mebâhis-i Diger ve
Zümre-i Âhar başlıklı
bölümlerde farklı şiir anlayışlarına ve farklı zümrelerden şairlere yönelttiği
eleştiriler, özgün ve başarılı edebî tenkit örnekleridir. Hem bu başlıklarda
hem de Fahriye-i Şairane başlığı
altında ve daha başka bağlamlarda kendi şiir felsefesini, kendi şair anlayışını
çok açık ve ayrıntılı bir biçimde ortaya koymuştur.
Galip'in
meydan okumalarına rağmen, kendinden başka hiç kimse bu yeni yolda ilerleyememiş,
bu yeni tarzda başarı gösterememiştir. Gerçi Refi-i Amidî, Can
u Canan ve İzzet Molla, Gülşen-i
Aşk adlı eserleriyle Galip'in Hüsn
ü Aşk'ına birer nazire yazmışlar ama onun
seviyesine yaklaşmayı başaramamışlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder